15 Temmuz 2016 tarihinde başarısızlıkla sonuçlanan hain darbe girişiminden sonra Türkiye’deki tarikat ve cemaat faaliyetleri yeniden tartışılmaya başlandı. 11 Temmuz 2018 Çarşamba günü Adnan Oktar örgütüne düzenlenen baskında ortaya saçılanlar ise cemaatler konusunu gündemin zirvesine oturttu.
Bir yandan Fetullah Gülen Terör Örgütü’ünün kalıntılarını temizleme çalışması sürerken, diğer yanda Adnan Oktar Örgütüne yönelik aramalarda tespit edilen para, silah ve ticari ilişkiler dudak uçuklatıyor.
Bütün bunlar olurken, araya -Trump’un Türkiye’yi küstahça tehdit etmesi, olağanüstü kurultay kararı alan İyi Parti’de Meral Akşener düğümünün nasıl çözüleceği ve CHP Olağanüstü Kurultayı için toplanan imza sayısından tatmin olmayan Muharrem İnce’nin ‘çarketme’ye başlaması - da girse kafalarda beliren bir soru yerini koruyor: Soru şu: Gülen Cemaati’nin boşalttığı yeri diğer cemaatler mi doldurmaya çalışıyor?. Nitekim, bir cemaatin özellikle Sağlık Bakanlığı’ında önemli ölçüde yapılandığı iddiaları sıkça dile getiriliyor.
***
Araştırmalara göre, çoğunlukla kurdukları vakıflar aracılığıyla faaliyetlerini sürdüren cemaatlerin bazıları neredeyse holdingleşmiş. Bazı cemaat mensuplarının, yurt dışındaki bankalarda büyük paraları ve muhtelif ülkelerde gayrimenkulleri olduğu söyleniyor. Cemaatlerin bazılarının siyasetle çok yakın bağları olduğu da gözleniyor. Ancak, siyasette ya da ticari hayatta etkin olsun olmasın tüm cemaatlerin devrim kanunlarına rağmen sürdürdükleri faaliyetler Türkiye’nin her bölgesinde günlük hayatı ve insan ilişkilerini etkilemeye devam ediyor.
Türkiye’de sayıları 22 olan belli başlı islami cemaat ve tarikatların faaliyetlerinin, ‘tekke ve zaviyeleri kaldıran yasa’yla frenlendiğini belirten uzmanlar, 'eğer bu yapılmamış olsaydı, bugün Türkiye’de bırakın her şehir ya da semtte, her mahallede. adına İslam denen farklı farklı dinler oluşurdu' diyor.
***
Mustafa Kemal Atatürk’ün cemaatler ve bu yapıların mensuplarına yönelik söylediği belirtilen bazı sözlerinin aslında ona ait olmadığı öne sürülüyor. Örneğin, 'Efendiler, biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu tip yapılar, din ve devlet düşmanı olduğu, Selçuklu ve Osmanlı’yı bu yüzden batırdığı için yasakladık. Çok değil, yüz yıla kalmadan eğer bu sözlerime dikkat etmezseniz göreceksiniz ki; bazı kişiler, bazı cemaatlerle bir araya gelerek bizlerin din düşmanı olduğunu öne sürecek, sizlerin oyunu alarak başa geçecek ama sıra devleti bölüşmeye geldiğinde birbirine düşeceklerdir' ifadeleri..
Bu konudaki tartışma süredursun, Atatürk’ün açıklamaları konusunda en önemli ve sağlıklı kaynağın "Nutuk" olduğuna işaret etmek istiyorum. 1919’dan başlayarak 1927 yılına kadar geçen sürede yaşananlar Nutuk’ta bizzat Atatürk tarafından anlatılıyor. Nutuk’un 6. bölümünde yer alan 'Ülkede Dirlik ve Düzeni Kurmak İçin Uygulanan Olağanüstü Tedbirlerin İyi Sonuçları' başlıklı bölümde Atatürk şunları söylüyor:
'Baylar, tekke ve zaviyelerle türbelerin kapatılması ve bütün tarikatlarla, şeyhlik, dervişlik, müritlik, çelebilik, falcılık, büyücülük, türbe bekçiliği vb. gibi birtakım sanların yasak edilmesi ve kaldırılması da Takriri Sükûn Yasası yürürlükte iken yapılmış işlerdir. Bunlarla ilgili yürütüm ve uygulamaların, toplumumuzun, boş inanlara bağlı, ilkel bir topluluk olmadığını göstermesi bakımından, ne denli gerekli olduğunu çok iyi bilirsiniz. Birtakım şeyhlerin, dedelerin, seyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen ve alınyazılarını ve canlarını, falcıların, büyücülerin, üfürükçülerin, muskacıların ellerine bırakan insanlardan oluşmuş bir topluluğa, uygar bir ulus gözüyle bakılabilir mi? Ulusumuzun gerçek niteliğini, yanlış anlamda gösterebilen ve yüzyıllarca göstermiş olan bu gibi öğeler ve kurumlar, Yeni Türkiye Devletinde, Türk Cumhuriyetinde sürdürülmeli miydi? Buna önem vermemek, ilerleme ve yenileşme adına, en büyük ve düzeltilemez bir yanılgı olmaz mıydı? İşte biz, Takriri Sükûn Yasasının yürürlükte ol uşundan yararlandıksa, bu tarihsel yanılgıyı işlememek için; ulusumuzun alnını, olduğu gibi açık ve temiz göstermek için; ulusumuzun bağnaz ve ortaçağ anlayışlı olmadığını kanıtlamak için yararlandık.'
***
Meclis tutanaklarına göre Konya milletvekili Refik Beyin öncülük ettiği bir grubun teklifi ile kabul edilen 677 sayılı tekke, zaviye ve türbeler in kapatılmasına ilişkin kanunun gerekçesinde de; öncelikle bu müesseselerin İslam dininin zorunlu kılmasından ötürü doğmadığının altı çiziliyor. Yakın geçmişte yaşanan Şeyh Said İsyanı sonucunda Şark İstiklal Mahkemesi’nin bölgesel olarak aldığı tekke ve zaviyelerin kapatılması kararına atıf yapılarak, Ankara İstiklal Mahkemesi’nin de, bu yasağın ülke çapında uygulanması tavsiyesinde bulunduğu. ardından Bakanlar Kurulu kararı alındığına dikkat çekiliyor.
'Belgeler Işığında Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması Üzerine Bir Değerlendirme' isimli çalışmanın sahibi Cem Apaydın ise, yasanın çıkarılmasının nedenini şöyle yorumluyor:
‘Söyleyebiliriz ki; tekke, zaviye ve türbelerin kapatılma nedeni yeni cumhuriyet rejiminin medeniyet tasavvurunun dışında kalmış olmalarıdır. Laik ve bilimi esas alan bir devlet yapısı ile seküler ve medeni bir toplum yaratma iddiasında olan bir anlayışın, yapı olarak eski düzeni temsil eden ve ürettikleri açısından hurafe kaynağı olarak medenileşmeye engel teşkil ettiğini varsaydığı tekkeleri kapatması normal gözükmektedir. Öte yandan, yerleştirilmeye çalışılan yeni sisteme karşı muhalefet kaynağı olarak ortaya çıkması ve Şeyh Said İsyanı ile tehlikeli boyuta ulaşması bu yapıların kapatılma sürecini hızlandırmıştır.’
***
Yasanın görüşülme aşamasını, (tutanaklar ve diğer kaynaklardan yararlanarak) özetleyen yazar Mehmet Bozkurt ise bir başka bakış açısı sergiliyor.
‘Kanun, 13 Aralık 1341, (1925) tarihili Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girer. Girmesine girer de soru şu: şimdi halen yürürlükte mi? Değil. Şimdi Camiler tekke... Mescitler zaviye... Partiler tarikat... Medyum Memiş devlet televizyonunda hırsızlığa karşı korunmak için uğru abbas; karşılıksız aşkı karşılıklıya çevirmek için çevirgel duası okuyordu. Daha ne diyebilirim. Sizce yürürlükte mi?’
Medyum Memiş’ten sonra televizyon ekranlarına din adamı sıfatıyla çıkan yüzlerce softanın, kara cahilin toplumu zehirlemeyi sürdüğünü, hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı da ‘yetti artık’ deme noktasına getirdiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
***
İlahiyatçı Cemil Kılıç da, ‘tarikat ve cemaatler Kuran'a da dine de aykırıdır’ diyor ve şöyle devam ediyor:
'İslam sufizmi / mistisizmi olan tasavvuf aslında bir ahlakî eğitim yolu olarak ortaya çıktı. Tasavvufun daha sonra kurumsallaşarak tarikat hüviyetini kazandığını ve pek çok tarikat tarafından tasavvufun sufî bir disiplin olarak sahiplenildiğini görüyoruz.
Tarikatlar; tekke / tekye, zaviye ve dergah gibi kurumların ihdasıyla toplumsal ve dinsel yaşamda çok önemli bir yer edinmişlerdir. Tarihsel anlamda çoğunlukla bir ahlakî eğitim kurumu işlevi gören bu yapılar zaman zaman yozlaşmış, kokuşmuş ve hatta çürümüştür.
Türkiye’de bugün cemaat ve tarikatların büyük bir kısmı dinsel bir maske takmış organize suç örgütleri yahut ticari organizasyon ya da siyasi nüfuz teşekkülleri halinde çalışmaktadır. Neredeyse hepsinin şirketleri, holdingleri, yayın kuruluşları vardır. Hatta içlerinde parti kuranlar bile bulunmaktadır. Öte yandan pek çok cemaat ve tarikatın çeşitli siyasi partilerle öteden beri ilişki içerisinde oldukları da malumdur. Öyle ki, bu ülkede cemaat yahut tarikat lideri olup da bakanlık yapanlar bile vardır. Cemaat ve tarikatlar arasında dini görünümlü mafyatik örgütlenmelerden dahi söz etmek mümkündür. Nitekim bazılarınca Adnan Oktar cemaati bu kategoride görülmektedir.
Böylesi bir gerçek karşısında bugün kalkıp birilerinin cemaat ve tarikatlara yasal bir meşruiyet kazandırma uğraşısı içine girmeleri son derece şaşırtıcıdır. Bunun gerçekleşebilmesi için 677 sayılı yasanın kaldırılması yahut değiştirilmesi gerekir. Oysa o yasa devrim yasaları arasındadır ve devletin temel yasalarındandır.
Bu yasayı aşabilmek için Alevilerin cemevi talebini istismar etmek de bir başka şaşırtıcı noktadır. Cemevlerini tekke statüsüne sokmak ve onun üzerinden bütün tekke ve zaviyeleri açmak ve böylece tarikatlara yasal meşruiyet kazandırmak kurnazlıktan başka bir şey değildir. Alevi ve Bektaşilerin böylesi bir oyuna alet olmayacaklarını sanıyorum. Zira cemevlerinin statüsü camilerin statüsünün muadilidir. Sünni ve Şii inanç için camiler hukuken neyse Alevi ve Bektaşiler için cemevleri de hukuken öyledir.
.
Diyanet İşleri Başkanlığı bir Cumhuriyet kurumudur. Ancak, cemaat ve tarikatlara karşı mücadelede sadra şifa olacak bir kurum olma vasfını maalesef çoktan yitirmiştir. Yapılması gereken şey bu kurumun ya kapatılması ya da ıslah edilip yeniden düzenlenmesidir..'
İyi Haftalar.
remzidilan_48@hotmail.com