Bayram ile siyaset bir arada yürümemeliydi. Maalesef 24 Haziran seçiminde öyle oldu. Ramazan ayı ve şeker bayramı seçim kampanya sürecinin içinde kaldı.
Neyse ki Kurban Bayramında bu yaşanmıyor. Bayram başlamadan siyasi hareketlilik sona erdi.
Bayramı öncesi son siyasi etkinlik AKP’nin 6. Olağan Kongresi’ydi.
Ankara Spor Salonu'nda yapılan kongre, ‘beş dakikada Beşiktaş’ misali kısa tutuldu.
Toplantıda, Erdoğan’ın konuşmasının ardından parti tüzüğü yeni sisteme uygun hale getirildi ve seçimlere geçildi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, bin 380 oy alarak yeniden Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı oldu.
Yapılan bir başka seçimle Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) üyeleri belirlendi. 42’si milletvekili olmak üzere 50 üyenin seçildiği yeni MKYK’ya 29 yeni üye girdi. MKYK üyelerinin 15’ni kadınlar oluştururken, Saray Hükümetinin üyesi hiç bir bakana listede yer verilmedi.
Aynı gün akşam saatlerinde Erdoğan’ın başkanlığında toplanan MKYK’da, Numan Kurtulmuş, Ömer Çelik, Hayati Yazıcı, Erkan Kandemir, Ali İhsan Yavuz, Mahir Ünal, Cevdet Yılmaz, Fatma Betül Sayan Kaya, Mehmet Özhaseki, Lütfi Elvan, Jülide Sarıeroğlu, Vedat Demiröz, Hamza Dağ, Leyla Şahin Usta ve Çiğdem Karaaslan Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyeliklerine getirildi.
Daha sonra MYK toplandı ve görev bölümü yaptı. Numan Kurtulmuş Genel Başkan Vekilliği, Ömer Çelik ise Genel Başkan Yardımcılığı ve parti sözcülüğü görevlerini üstlendi.
***
İnsana şaka gibi gelse de tüm bu işlemler bir günde ‘oldu-bitti’!.. Çünkü ‘Tek Adam’ olaya hakimdi, listeler de, oy verecek delegeler de bu işe hazırdı. Partinin oyunun azalması da, liderin oyunun çok gerisinde kalmasının da önemi yoktu! Böyle şeyler sadece muhalefet partilerinde yaşanırsa eleştirilir, o partilerin içine gizli eller uzatılır, yandaş medyanın da desteğiyle muhaliflere gaz verilirdi.
***
İktidar partisindeki bütün bu olan-bitenler, yani ‘acele işler’ kuşkuyla karşılanıyordu. ‘Neden bu acele?..’ sorusuna yanıt aranırken, görevini Mehmet Özhaseki’ye devreden Yerel Yönetimler Başkanı Erol Kaya’nın, kongre sürerken katıldığı NTV canlı yayınında söylediklerinden niyet okunmaya başlandı. Kaya, erken yerel seçim konusundaki soruya şu yanıtı veriyordu:
“Zor olduğunu ifade edeyim. Ancak Türkiye’nin coğrafi ve iklim koşullarına baktığımızda bu tarihin Eylül, Ekim, Kasım gibi olması gerektiğinin altını çizelim. Belediye bütçeleri 12 aylık veriliyor. Seçime üç ay kaldığı zaman bütün mermilerinizi sıkıyorsunuz. Yani üç ay içerisinde neredeyse bir yıllık kullanıyorsunuz. Bir sonraki arkadaşımızın 7-8 aylık sıkıntılı bir dönemi oluyor. Dolayısıyla, hukuki açıdan, mali açıdan, idari açıdan ve iklim şartları açısından bu tarih mutlaka ekim ya da kasıma alınması lazım. Şimdi yapılabilir mi? Zor görünüyor. Sayın Kılıçdaroğlu da bu konudaki tavrını ifade ettiler. Anayasa, Meclis’te nitelikli çoğunlukla değişmedikten sonra bu olmaz.”
Bu açıklamayı ‘yerel seçimlerin erkene alınacağı’ yönünde yorumlayanlar, Erol Kaya’nın, daha önce, bir belediyeyi ziyaretinde Genel Başkan Yardımcısı sıfatıyla AKP’Lİ Belediye Başkanlarına ve örgüt yöneticilerine şöyle seslendiğini unutuyordu:
"Düdük çaldı arkadaşlar haberiniz olsun. Seçime gidiyoruz. Erken seçim falan diye beklemeyin, Mart 2019'da seçimimiz var. Erken seçim için Anayasa'nın değişmesi gerekir. 2014 Eylül'de temayülleri yapmaya başlamışız, 1398 belediye başkan adayı belirleyeceğiz. 21 binden fazla meclis üyesi belirleyeceğiz. Ekim'de mülakatlara başlamışız. Kasımın ikinci yarısından sonra da adayları ilan etmeye başlamışız. Dolayısıyla eylüle kaldı 2 ay. 15 Temmuz programımız var. 18 Ağustos büyük kongremiz var. Geriye de bir şey kalmadı. Haber vermeye geldim.”
Bunları yazarken “erken yerel seçim olmayacak” demek istemiyorum. 40 yılı aşan meslek hayatımda siyaseti yakından gözledim. Siyasette ‘kesinlikle olmayacak’ diye bir şey yok. Hele hele, siyaseti ters-yüz eden ANAP ve AKP dönemlerinde olanları gördükten sonra… Bu nedenle, AKP’den gelen açıklamalara rağmen ‘ihtiyat payı’ bırakıyor, bir erken yerel seçimi olası görüyorum.
***
24 Haziran seçimi sonrası İyi Parti Olağanüstü Kurultay yaptı merkez yönetimini ve vitrinini yeniledi. CHP lideri olağanüstü kurultaya geçit vermedi MYK’da değişiklik yaptı. Ancak, ana muhalefette iç kaynama bitmedi.
Olağanüstü Kurultay isteyenler bu değişikliklerden tatmin olmasa da kafalarında iki soru belirdi: ‘Tüzük Kurultayı’nı toplamak için çaba göstermeye devam mı edelim?’ yoksa ‘zaman daraldı, kurultayı toplama çalışmalarını 31 Mart 2019 tarihindeki Yerel Seçim sonrasına mı bırakalım?’
Zaman gerçekten daralmaya başladı mı? Gelin şöyle bir hesap yapalım:
Diyelim ki erken yerel seçim kararı alınamadı. Tüzük Kurultayı için 248 imza toplandı. Genel Merkez 248 imzayı kabul eder ve Tüzük Kurultayını toplamaya karar verirse, bu en erken 45 gün sonra yapılabilir. Tüzük Kurultayında seçimli kurultay için yeterli imza toplanırsa o seçimli kurultayın toplanması için de en az 45 gün gerekli. Bu durumda, Ekim ayının ancak ortalarında yapılması mümkün olacak Tüzük Kurultayından zaferle çıkılsa bile, seçimli kurultay için en yakın tarih 2019 yılı Ocak sonunu bulur. Böyle olunca, 31 Mart’taki Yerel Seçim ile Olağanüstü Büyük Kurultay arasında 2 aya yakın bir zaman kalıyor.
AKP ve diğer partiler yerel seçim hazırlıklarına bayram sonrası başlayacak. Ya CHP? Olağanüstü kurultaylarla vakit geçirerek seçime 2 ay kala mı çalışmaya başlayacak? Önlerindeki tablo bu. Takdir CHP üyeleri ve delegelerinindir.
***
Siyasetteki gelişmeleri böylece özetledikten sonra, son günlerde sosyal medyada yeniden gündeme gelen, ünlü bilim adamı Albert Einstein’ın büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’e yazdığı mektubun öyküsünü siz değerli okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Öykü dediysem de öykü değil, yaşanmış tarihi bir gerçek:
Berlin Üniversitesi’nde ders vermekte olan, Dünyanın tanıdığı ve saygı duyduğu bilim adamı Albert Einstein, Nazilerin etkilerini artırmalarının ardından Almanya’da daha fazla kalamayacağını görmüş ve Paris’e geçmişti. Almanya’daki Yahudi profesörleri kurtarmak amacıyla 17 Eylül 1933’te Mustafa Kemal Atatürk’e bir mektup gönderdi. Mektupta şöyle diyordu,
“Ekselansları,
OSE Dünya Birliği’nin şeref başkanı olarak, Almanya’dan 40 profesör ve doktorun bilimsel ve tıbbi çalışmalarına Türkiye’de devam etmelerine müsaade vermeniz için başvuruda bulunmayı ekselanslarından rica ediyorum. Sözü edilen kişiler, Almanya’da yürürlükte olan yasalar nedeniyle mesleklerini icra edememektedirler. Çoğu geniş tecrübe, bilgi ve ilmi liyakat sahibi bulunan bu kişiler, yeni bir ülkede yaşadıkları takdirde son derece faydalı olacaklarını ispat edebilirler. Ekselanslarından ülkenizde yerleşmeleri ve çalışmalarına devam etmeleri için izin vermeniz konusunda başvuruda bulunduğumuz tecrübe sahibi uzman ve seçkin akademisyen olan bu 40 kişi, birliğimize yapılan çok sayıda başvuru arasından seçilmişlerdir. Bu bilim adamları, bir yıl müddetle, hükümetinizin talimatları doğrultusunda kurumlarınızın herhangi birinde hiçbir karşılık beklemeden çalışmayı arzu etmektedirler. Bu başvuruya destek vermek maksadıyla, hükümetinizin talebi kabul etmesi halinde sadece yüksek seviyede bir insani faaliyette bulunmuş olmakla kalmayacağı, bunun ülkenize de ayrıca kazanç getireceği ümidimi ifade etme cüretini buluyorum.
Ekselanslarının sadık hizmetkârı olmaktan şeref duyan,
Prof. Albert Einstein”
Devlet kanalıyla gelen mektubu Başbakan İsmet İnönü okudu ve kenarına bir not düşerek Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’e gönderdi. İnceleme ve araştırma sonuçları olumsuzdu. Başbakan İsmet Bey, Einstein’a şu cevabi mektubu gönderdi:
“Saygıdeğer profesör,
İktidardaki hükümetin politikası gereği Almanya’da bilimsel ve tıbbi çalışmalarını yerine getiremeyen 40 profesör ve doktorun Türkiye’ye kabulünü dileyen mektubunuzu aldım. Bu beylerin hükümetimiz kuruluşlarında bir yıl ücretsiz çalışmayı kabul ettiklerini gördüm. Teklifiniz çok çekici olmasına rağmen ülkemiz kanun ve nizamları gereği size olumlu cevap verme imkânı göremiyorum. Saygıdeğer profesör, bildiğiniz gibi şu anda 40’tan fazla profesör ve doktor istihdam etmiş durumdayız. Çoğu benzer nitelik ve kapasitede olan bu şahıslar da aynı politik şartlar altındadırlar. Bu profesör ve doktorlar burada geçerli kanun ve şartlar altında çalışmayı kabul etmişlerdir. Şimdiki halde, çeşitli kültür, dil ve kökenlerden gelmiş üyelerle çok hassas bir oluşum geliştirmeye çalışıyoruz. O nedenle içinde bulunduğumuz şartlar gereği daha fazla personel istihdam etmemizin mümkün olmadığını üzülerek bildiririm.
Saygıdeğer profesör,
Arzunuzu yerine getirememenin üzüntüsünü ifade eder, en iyi duygularıma inanmanızı rica ederim..
İsmet İnönü"
Başbakan’ın bu mektubu kapıları Alman bilim insanlarına kapatmış gibi görünüyordu ama sonuç öyle olmadı. Sadece Einstein’ın mektubunda teklif ettiği 40 bilim insanı değil 190 bilim insanı Türkiye tarafından kabul edildi. Bu bilim insanları önce Almanya’dan, 1938’de Avusturya’dan ve 1939’daki Nazi istilasından sonra da Prag’dan geldi.
Peki, Başbakan’ın ve Bakanlar Kurulu’nun olumsuz tavrına rağmen, bu bilim insanlarının Türkiye’ye gelmelerini sağlayan güç neydi?
O güç Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’tü.. Söz konusu yazışmalardan kısa bir süre sonra başlayan üniversite reformu çalışmalarına katıldığı sırada mektuptan haberdar olan Atatürk, Türkiye’nin kapılarını bu bilim insanlarına açtı.
İlk bilim insanı grubu geldiği zaman onları Dolmabahçe Sarayı’nda, konuk İran Şahı şerefine verilen bir ziyafete davet eden büyük Önder, hepsiyle tek tek görüştü; Onlara ‘Hoş Geldiniz’ dedi..
---
İyi bayramlar.
remzidilan_48@hotmail.com