Rus haber ajansı Sputnik'in ABD merkezli Bloomberg'ten aktardığı habere göre, ABD ve İsrail , Filistin Hamas hareketinin ortadan kaldırılmasının ardından Gazze Şeridi'ne Amerikan ordusunun da dahil olabileceği çok uluslu güç ler gönderme olasılığını düşünüyor.
Konuya yakın kaynaklar, ABD ve İsrail'in, İsrail Savunma Kuvvetleri’nin (IDF) Hamas'ı devirmeyi başarması halinde Amerikan birliklerinin de dahil olabileceği çok uluslu bir askeri güç olasılığı da dahil olmak üzere Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin seçenekleri araştırdığını söyledi.
Masada üç seçenek var
Ajans, görüşmelerin artık kara harekatı başlamışken Gazze'nin geleceği için bir plan yapma aciliyeti duygusuyla yürütüldüğünün altını çizerken, masadaki ikinci seçenek ise ABD'nin Washington şehrinde 26 Mart 1979 tarihinde, Camp David Sözleşmesinde alınan kararları takiben imzalanan İsrail-Mısır Barış Antlaşması kapsamında barış gücü kurmak, üçüncüsü ise Gazze'nin geçici olarak Birleşmiş Milletler (BM) denetimi altına alınması olarak öngörülüyor.
Mısır-İsrail Barış Antlaşması'na sert tepki gösteren Arap dünyası olmak üzere birçok komşu ülke için hassas olarak tabir edilen bu konu hakkında konuşan, ancak ismini açıklamayan kaynaklar, görüşmelerin henüz erken aşamada olduğunu ve birçok şeyin değişebileceğinin altını çizerken, bazı ABD'li yetkililer ise seçeneklerin erken olduğunu veya olası olmadığını düşünüyor.
Bununla birlikte İsrail’e koşulsuz destek vaad eden ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, salı günü gerçekleşen Senato Ödenek Komitesi’nde yaptığı konuşmasında, ABD'nin Gazze'nin geleceği için çeşitli seçenekleri incelediğini söylerken de bu zorluğa değinmişti.
Cuma günü yine İsrail'e gidecek olan Blinken, bu konuşmasında, “Gazze'yi Hamas yönetirken artık statükoya geri dönemeyiz” ifadelerini kullanırken, aynı zamanda “İsrail'in Gazze'yi yönetmesine veya kontrol etmesine de izin veremeyiz. İsrailliler de bu öneriyle geldi” diye açıklıyor.
Gazze’nin geleceği ile ilgili, diğer ülkeler gibi ABD’nin de şu anda çok yakından incelediği çeşitli olasılıklar olduğuna vurgu yapan Blinken, sözlerini, “En mantıklı çözüm, etkili ve yenilenmiş bir Filistin Ulusal Yönetimi’nin Gazze Şeridi'nde kontrolü ve güvenliğin sorumluluğunu üstlenmesi olacaktır” diye bitirdi.
Öte yandan Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü Adrienne Watson, Bloomberg'e yaptığı açıklamasında, barışı koruma amacının bir parçası olarak ABD askerlerini Gazze'ye göndermenin şu an düşünülen veya tartışılan bir konu olmadığının altını çizerken, ABD Dışişleri Bakanlığı ise çok uluslu askeri güç planları hakkında yorum yapmaktan kaçındı.
Tüm seçenekler riskli
Ajans, kaynakların aktardığı her üç seçeneğin de Joe Biden ve İsrail'in yanı sıra Körfez Devletleri de dahil olmak üzere diğer ülkeler için siyasi tehlike taşıdığına vurgu yaptığı yazısında, Beyaz Saray’a yakın kaynaklara atıfta bulunarak, Biden’ın, Gazze’ye küçük bir Amerikan askeri birliğini bile gönderme kararının siyasi açıdan riskli olabileceğini belirtiyor.
ABD birliklerinin de yer aldığı çok uluslu askeri gücün Mogadişu çıkmazını da unutmayan Amerikalılarla birlikte, böyle bir maceraya Arap devletlerinin katılıp katılmayacağı da soru işareti yaratıyor.
Sonuçta Biden ve diğer ABD'li yetkililer, egemen bir Filistin devletini içeren son noktanın gerekli olduğunu dile getirirken, ancak bu sonuca tam olarak nasıl ulaşılacağı, gerek kamuya açık gerekse gizli tartışmalarda çok az öne çıkıyor.
İsrail ise askeri operasyonunun aylar sürebileceğini ve Gazze çevresinde bir tampon bölge oluşturulacağını gizlemiyor.
Konuya aşina olan kişilere göre seçeneklerden biri, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa'dan gelen birliklerin desteğiyle bölge ülkeleriyle beraber Gazze'nin geçici olarak denetlenmesi olabilir.
Kaynaklar, en ideal çok uluslu askeri güç fikrinin ancak Suudi Arabistan veya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi Arap ülkelerini içerebileceğine inanırken, masadaki ikinci seçenek, Sina Yarımadası ve çevresinde faaliyet gösteren ve Mısır ile İsrail arasındaki barış anlaşmasının şartlarını uygulayan Çok Uluslu Güç ve Gözlemciler (MFO) sistemini örnek alan bir barış gücü olarak nitelendiriliyor.
Bloomberg, İsrail’in bu fikrin dikkate alınmaya değer olduğuna inandığına dikkat çektiği yazısında, üçüncü bir seçeneğin ise şeridin Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında geçici olarak yönetilmesi olduğunu aktardı.
Bu seçeneğin, BM tarafından sağlanan meşruiyet avantajına sahip olabileceği düşünülürken, ancak BM gibi yapılardan çok az fayda geldiğine inanan İsrail'in, düşünce tarzına ters olduğu için bu seçeneği uygulanamaz olarak gördüğü ifade ediliyor.
ABD'li yetkililer Filistin Yönetimi'nin uzun vadeli çözümün bir parçası olması gerektiğini öne sürerken, İsrail'in meşru müdafaa hakkını savunduklarını sürekli yineleyen Blinken'in ise, “Bir noktada, etkili ve yeniden canlandırılmış bir Filistin Yönetiminin Gazze'nin yönetimine ve nihayetinde güvenlik sorumluluğuna sahip olması en anlamlı şey olacaktır” dediği kaydedildi.
İsrail’in asıl amacı Gazze’nin işgali mi?
İsrailli yetkililerin defalarca Gazze'yi işgal etme niyetinde olmadıklarını, eylemlerini, Hamas'ın bin 400 İsrailliyi öldürdüğü ve 200'den fazla insanı rehin aldığı 7 Ekim saldırısının ardından gelen ‘ulusal tepki’ olarak açıklarken, aynı zamanda Gazze’nin Hamas tarafından yönetilmesinin artık kabul edilemez olduğunu da bildiriyor.
Bloomberg, bununla birlikte Batı Şeria'yı yöneten Filistin Yönetimi'nin Gazze'yi ele geçirmek istediğine ya da ele geçirebileceğine dair de çok az kanıt olduğunu aktarırken, Hamas’ın ABD ve Avrupa Birliği tarafından terör örgütü olarak tanımlandığını da hatırlatıyor.
İsrail’in Gazze'deki Filistinlileri Sina’ya tehcir planı iddiaları da ilk kez gündeme gelmezken, Filistinlileri Sina Yarımadası’nın doğusuna yerleştirme planının daha önce 1990’ların başında ‘Orta Doğu Barış Süreci’ çerçevesinde İsrail tarafından ortaya atıldığı düşünülüyor.
Mısır-İsrail Barış Antlaşması
Mısır-İsrail Barış Antlaşması, Mısır tarafının ‘6 Ekim’ İsraillilerin ise ‘Yom Kippur’ olarak isimlendirdikleri, 6 Ekim 1973'te başlayan savaşın ardından imzalanırken, antlaşmaya taraflar, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Sedat'ın İsrail ziyaretinden 16 ay sonra 26 Mart 1979'da imza koymuştu.
Antlaşmanın temelini, 17 Eylül 1978'de Mısır Cumhurbaşkanı Sedat ve İsrail Başbakanı Menahem Begin tarafından ABD Başkanı Jimmy Carter gözetiminde imzalanan Camp David Sözleşmesi oluştururken, bu barış anlaşması ile Mısır, İsrail'i resmen tanıyan ilk Arap ülkesi olurken ‘Arap-İsrail Savaşı’ ile 1948'de başlayan ‘daimi seferberlik durumu’ Mısır için sona eriyor ve İsrail ile yeni bir süreç başlıyordu.
Antlaşma gereği Mısır yönetimi, Sina Yarımadası'nın bazı bölgelerinin silahsızlanmasını kabul ederken, İsrail gemilerinin Suveyş Kanalı'ndan geçmesinin de önünü açmıştı.
İsrail, 1967'de işgal ettiği Sina Yarımadası'ndaki askeri ve sivil bütün varlığını geri çekmeyi, bölgeye inşa ettiği şehirler ve otelleri de olduğu gibi bırakmayı kabul etti.
Mısır ayrıca Tiran Boğazı ve Akabe Körfezi'ni de uluslararası gemi yolu olarak kabul etti.
ABD, Avrupa ülkeleri ve İsrail lobisi tarafından memnuniyetle karşılanan Camp David Sözleşmesi ile Mısır-İsrail Barış Antlaşması'na Arap dünyası ise sert tepki gelirken, Arap ülkeleri ve Filistin Kurtuluş Örgütü'nün (FKÖ) Mısır'a tepkisi çok sert olmuştu.
FKÖ lideri Yaser Arafat, anlaşmayla ilgili, “Bırakın istediklerini imzalasınlar sahte barış uzun sürmez" ifadelerini kullanmış, Enver Sedat’ı ise ‘hain’ ilan etmişti.
Mısır Cumhurbaşkanı Enver Sedat, 6 Ekim 1981'de, 6 Ekim Savaşı'nın (Yom Kippur) 8'inci yıl dönümü kutlamaları esnasında düzenlenen resmi geçit töreni sırasında, sonradan İslami Cihad Hareketi mensubu oldukları açıklanan, Mısır ordusu subayları Halid el-İslambuli ve arkadaşları tarafından kurşunlanarak öldürüldü.
Bugüne gelindiğinde ise bütün Arap ülkeleri 'iki devletli çözüm prensibi' gereği İsrail'i 1967 sınırları çerçevesinde tanımayı kabul ve taahhüt ediyor.
İsrail- Filistin çatışması
Hamas'ın 7 Ekim sabahı İsrail'e karşı başlattığı saldırılar, İsrail'in de Gazze'de hastane ve mülteci kampını bombalaması ve bir 'kara harekatına' hazırlanması ile devam etti. İsrail'in hava ve kara saldırılarda ölenlerin yüzde 70'inden fazlasının çocuk ve kadınlardan oluşması tepki topladı.
AB Yüksek Temsilcisi Borrell: Cibaliye Mülteci Kampı’na yapılan bombardıman beni dehşete düşürdü
AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı'na yaptığı bombardıman hakkında konuştu. Borrell, "Cibaliye Mülteci Kampı’na yapılan bombardıman beni dehşete düşürdü" dedi.
Borrell sosyal medya hesabı X üzerinden şu açıklamalarda bulundu:
"AB Konseyi'nin, İsrail'in uluslararası insancıl hukuka uygun olarak kendisini savunma hakkına sahip olduğu ve tüm sivillerin korunmasını sağladığı yönündeki net duruşuna dayanarak, İsrail'in Cibaliye Mülteci Kampı’nı bombalaması sonrasında yaşanan yüksek sayıdaki can kaybı karşısında dehşete düştüm."
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in ayrım, orantılılık ve ihtiyat ilkeleri de dahil olmak üzere uluslararası insancıl hukuk seçici olarak uygulanamayacağını hatırlatan Borrell, “Meşru müdafaa hakkı her zaman sivilleri mümkün olan en geniş ölçüde koruma yükümlülüğü ile dengelenmelidir” dedi.
'Durum her geçen gün daha da vahim hale gelirken, bu her zamankinden daha acil bir hal alıyor'
Savaş ve insanlık kanunlarının, insani yardım söz konusu olduğunda da her zaman geçerli olması gerektiğinin altını çizen Borrell açıklamasında, “Gazze'de yaşanan trajedi karşısında Avrupa Birliği geçen haftadan bu yana insani yardım koridorları oluşturulması ve insani ihtiyaçların karşılanması için ara verilmesi çağrısında bulunuyor. Durum her geçen gün daha da vahim hale gelirken, bu her zamankinden daha acil bir hal almaktadır. Sivillerin güvenliği ve korunması sadece ahlaki değil aynı zamanda yasal bir yükümlülüktü” cümlelerine yer verdi.