“Her hedef bir hayalle başlar, hayaller somutlaştıkça hedefe dönüşür”

BURSA ARENA / Haber Merkezi

Ediz Burla, dokuz gün boyunca, 130 kilometrelik bir parkurda gerçekleştirdiği Likya Yolu yürüyüşünü, bu süreçte yaşadıklarını ve edindiği deneyimleri paylaştı.

Virna BANASTEY  (Söyleşi)

Antik zamanda bölgede yerleşik yaşamış olan Likya Uygarlığı nedeniyle Likya Yolu olarak adlandırılan parkur son dönemde çok gündemde olan bir yürüyüş yolu. Bildiğim kadarıyla çok uzun ve farklı parkurları olan bir yol. Sen hangi parkuru yürüdün? Nereden başlayıp nerede sona erdi? Ne kadar sürdü?

İlk kez Roma döneminde antik şehirleri birbirine bağlayan yol olarak kullanılan Likya Yolu, Türkiye’nin işaretlenmiş 550 kilometre uzunluğunda, ilk uzun mesafeli yürüyüş rotasıdır. Birçok kaynak tarafından dünyanın en iyi on yürüyüş yolundan biri seçilen bu rota, 1999 yılında doğa yürüyüşçüsü Kate Clow tarafından bulundu ve yaptığı işaretleme çalışmalarıyla ortaya çıkartıldı. Akdeniz’in kıyı şeridi boyunca devam ederek çoğunlukla sarp yamaçlı dağlardan, dağ ve ova köylerinden ve ormanlık alanlardan geçmekte. 

Bazı yürüyüşçüler tüm rotayı tek seferde yürümek gibi iddialı bir hedef koyarken, bazıları da benim gibi parkurun belirli bir rotasını yürümeyi tercih ediyor. Biraz ön araştırma ve çeşitli rota analizlerim akabinde, şehir yaşamının karmaşasından ve çok sesliliğinden uzak, doğanın kalbine doğru, tek başıma, dokuz günlük bir yürüyüş rotası belirledim: Fethiye Ölüdeniz’den başlayarak Kalkan’a kadar toplam 130 kilometre uzunluğundaki rotayı tamamladım. İşte bu yolculuğu anlatan rakamlardan birkaçı:

* 9 gün

* 130 kilometre

* 17 kilo çanta

* 840 metre yükseklik

* 5 ülkeden 20+ yeni insan

* 30+ köy ve kasaba

* 2 kilo ton balığı

* 30 yumurta

* 30 litre su

* Sayısız deneyim ve öğreti 

Böyle bir yolculuğa çıkma kararını nasıl ve ne zaman aldın?

Hepimizin hayattan birtakım beklentileri var, peki hayat bizden ne bekliyor? Bana göre hayat bizden yalnızca bir şey bekliyor; yolda olmamızı, hayalimizin peşinde olmamızı!

Ben bunu Orta Çağ’dan günümüze kadar gelen dart oyununa benzetiyorum. Elinde bir dart oku, karşında hedef tahtası. Tüm dikkatinle bütün ayarlamaları yaparsın; amaç hedefi 12’den vurmaktır. Ve yaşamın aksine önünde hiçbir engel yoktur. Son ince ayarlamaları da yaptıktan sonra dart okunu bir atarsın, dağlara taşlara... Aslında tam 12’den vurmak isterken, bir bakmışsın 3 puandan vurmuşsun. Şimdi önünde iki seçenek var: Ya dersin ki 12’den vurmak istiyordum, olmadı, başaramadım ve oynamıyorum. Ya da vurduğun o 3 puanı, alman gereken dersi cebine koyarsın ve yoluna devam edersin. Hayat sana nerede, ne zaman ve ne kadar puan alman gerektiğini söylemiyor. Sadece oyunda olmanı ve oyuna devam etmeni istiyor. 

İşte bu bağlamda Likya yürüyüşünün benim için çok özel bir anlamı var: Hayat herkes için zaman zaman muhteşem, zaman zaman da zorlayıcı olabilir. 2020’nin ikinci yarısı benim için zorlayıcı bir dönemdi. İlkbahar ve yaz ayları boyunca çeşitli etkenler bağışıklığımı zayıflattı ve bir virüs beni oyundan düşürdü. Tedavi süresi boyunca verilen yatışlar ve kullandığım ilaçlar oyuna devam etmeme engel oldu; eski gücüm kalmadı, kaslarım eridi, eklemlerim sertleşti, kilom arttı ve bunlara bağlı hareket kabiliyetim azaldı.

Uzun yıllardır kurumsal iş dünyasında, satış alanında yöneticilik yapıyorum. Hedeflerin peşinden koşmak, bu hedefleri aylara ve haftalara bölmek, önce inanmak, yüksek bir disiplinle çabalamak ve her koşulda pes etmemek artık benim için bir yaşam felsefesi diyebilirim. Başka bir deyişle yaşamın her alanında oyunda kalabilmek için amaçları ve hedefleri belirlemek, bunlarla davranışları başlatmak, sonuçlarıyla da bu davranışları sürdürmek en güçlü motivasyon kaynağım.

İçinden geçtiğim bu zorlu dönemde oyunda kalabilmek için kendime yeni bir amaç, yeni bir hedef, yeni bir motivasyon, o büyük taşı oynatacak bir kuvvet aradım. “Her hedef önce bir hayalle başlar, hayaller somutlaştıkça bir hedefe dönüşür.” Bunu iyi biliyordum. Maraton koştuğum güçlü ve sağlıklı günleri hayal ettim. Eski fotoğraflarıma ve başardıklarıma baktım, yeniden ilham aldım. Dostlarımla yaptığım enerji çalışmalarında her seferinde kendimi doğanın içinde sınama fırsatı buldum. Sabahları bu farkındalıkla ve iyileşme inancıyla uyandım. Bu mental döngü ve açılan algılar bir sabah Likya Yolu hakkında bir blog yazısını karşıma çıkardı. Ve o an bunun tam da hayal ettiğim, o büyük taşı oynatacak, beni farklı kılacak olanla karşılaştıracak bir yolculuk olacağını hissettim ve bu hedefi oluşturdum.

Hazırlık sürecinden bahseder misin? Hazırlıklarını hangi alanlarda yoğunlaştırdın?

Her hedefin öncesinde birtakım hazırlıkların yapılması gerekir. Hedefe giden yolun koşullarına ve yoldaki değişken şartlara hazırlıklı olabilmek önemlidir. Bu yüzden sportif aktivitelerimde fiziksel, teknik ve psikolojik olmak üzere üç tur hazırlık süreci uygularım. Benim için bunlar birbirinin tamamlayıcısıdır. Likya Yolu hazırlık döneminde de bu üç süreci özenli bir şekilde uyguladım.

İyileşme döneminde kendime bir yolculuk haritası ve yol planı hazırladım. Daha önce kısa süreli kamp deneyimlerim olmuştu; danışabileceğim kaynaklar, kişiler hakkında genel bir fikrim vardı. Likya hakkında okuduğum rehber kitaplardan, katıldığım online forumlardan ve izlediğim videolardan öğrendiklerimi her seferinde haritaya ve plan çizelgesine ekledim. Not aldığım bilgiler arasında rotaların uzunluğu, yüksekliği, zorluk seviyesi, bağlantı noktaları, alternatif yollar, su istasyonları, köyler, kasabalar, tarihi alanlar, çadır kurabileceğim güvenli yerler gibi çok değişken olmayan çeşitli veriler vardı. Her defasında eksik bilgiyi hissettikçe, ihtiyaç duydukça araştırdım ve ekledim. 

Bu motivasyonla kısa süre içinde fiziksel antrenmanlara başladım. İlk ay düşük tempolu yürüyüşlerle, ikinci ay ise yokuş ve kuvvet antrenmanlarıyla güç kazandım. Üçüncü ay itibarıyla yağ oranım düşmeye, kondisyonum artmaya ve nabzım uyumlanmaya hızla devam etti. Daha sonra antrenmanlarıma 17 kilo ağırlığında sırt çantamı da dahil etmeye başladım. Haftada iki defa, Büyükada’da küçük tur ve büyük tur parkurlarında sınırlarımı zorladım. Bu antrenmanlar fiziksel gücün ve cesaretin bir testi gibiydi. Tek bir odağım vardı; kendi potansiyelimi, içimdeki en iyi, en güçlü, en sağlıklı Ediz’i ortaya çıkarmak ve adım adım ona ilerlemek.

 

“TÜM ZORLUKLARINA RAĞMEN GİDİLMESİ GEREKEN MUHTEŞEM BİR YOL”

Yolculuk sırasında nelerle karşılaştın? Beklenmedik olaylar, sürprizler yaşadın mı?

Likya Yolu, beklediğimden daha zor patikalardan oluşan bir parkur çıktı. Bir yandan antik kentler, dağ ve ova köyleri, şelaleler, muhteşem koylar diğer yandan kayalık bozuk bir arazi, 850 metreye varan dik tırmanışlar, bıçak gibi keskin maki bitki örtüsü, kurumuş su kaynakları... Tüm zorluklarına rağmen cesaretini toplayıp gidilmesi gereken, doğasıyla, tarihiyle, deniziyle muhteşem bir yol.

Yürüyüş boyunca neredeyse hiç yalnız kalmadım. Dünyanın dört bir yanından yürüyüşçülerle karşılaştım; benim gibi yalnız yürüyenler, çiftler, sırt çantasında küçük çocuğunu da yanına alarak yola çıkan aileler, dünyayı gezmek üzere yolda olanlar, çeşitli gruplar… Bu yola iyi ki yalnız çıkmışım, bana pek çok insanla tanışma ve sohbetlerimizde onları yakından tanıma fırsatı yarattı. Çeşitli parkur tırmanışlarında birbirimize verdiğimiz destekler, kamp ateşlerinde sohbetler, derin paylaşımlar, sırlar, kazanımlar benim için unutulmaz ve yeni öğretilerle dolu anlardı.

Geçtiğim köylerde, köylülerin misafirperverlikleri ve yaşam hikayeleri etkileyiciydi. Yetiştirdikleri sebze ve meyvelerden güç aldım. Mutfaklarında pişen nefis yemeklere konuk oldum. Hiç tanımadığım insanlara ilham oldum, tanımadığım insanlardan motivasyon buldum. 

Kendimi bildim bileli arılara alerjim var. Arı soktuğunda hemen kortizon iğnesi olmam gerekir. 20 yılı aşkın süredir bir arının beni sokabileceği düşüncesini hiç aklıma getirmedim. Nitekim böyle bir olay başıma da gelmedi. Likya yürüyüşü öncesi ailemin endişesi üzerine arılarla ilgili olası felaket senaryoları kurmaya başladım. Hal böyleyken sağlık çantama kortizon enjeksiyon kitinin de bulunduğu ilave ilaçlar ekledim. Zihin neye inanırsa onu görür derler ya… Üçüncü gün kendimi arı yetiştiriciliği yapan bir dağ köyünün ortasında buldum. İnanın 45 yıllık hayatım boyunca bu kadar çok arı görmedim! Neredeyse kovanlar ve arılar her yerdeydi; havada, toprakta, ağaçlarda, bitkilerde, çeşmelerde, çantamda… İtiraf etmeliyim ki bu manzara karşısında nefesim daraldı, kalbim sıkıştı ve yol boyunca 40 derece güneşin altında soğuk terler döktüm. Birlikte yürüdüğümüz birinin ansızın “ahhh” diye bağırmasıyla irkildim. Evet arı kıyafetinin içine girerek koltuk altından sokmuştu. İlk müdahalenin ardından derin bir nefes aldım, büyük bir soğukkanlılıkla ve küçük adımlarla sağ salim arı medeniyetinin içinden geçmeyi başardım.

“PATARA YOLCULUĞUMDA DİNGİN BİR DURAK OLDU”

Bu yolculukta seni en çok etkileyen ne oldu?

Yolculuğumda beni en çok kendimle ilgili fark ettiklerim etkiledi. İnsan en kolay kendini kandırabiliyor. Nitekim geçmişte zaman zaman bahane ve mazeret üreterek yüzleşmekten çekindiğim ve ertelediğim benzer durumların içinde buldum kendimi. Yürüyüş boyunca karşılaştığım her insan, sanki kendi hayatının baş rol oyuncusu ve benim hayatımın messenger’ı gibiydi. Hal böyle olunca bu soruyu sormaktan kendimi alamadım: “Tekrar tekrar karşılaştığım benzer olaylar ve duygular bana ne anlatmak istiyor olabilir?” Bazı insanlar bize bir armağan, bazıları ise birer ders derler ya, tam olarak da öyle oldu.

Likya Yolu üzerinde en çok etkilendiğim yer Patara şehri oldu. Patara antik şehri, Likya Bölgesinin Akdeniz’e açılan en önemli limanı. Ancak yüzyıllar içinde denizle arası kumla dolduğu için liman özelliğini kaybetmiş. Kumların altında kalan şehir büyük çalışmalar sonucu, binlerce kamyon tonlarca kum taşınarak kent gün yüzüne çıkarılmış. 

Benim de fark ettiklerimi gün yüzüne çıkardığım, masmavi deniziyle ve o muhteşem beyaz kumuyla bana Maldivler’i yaşatan Patara, yolculuğumda dingin bir durak oldu.  

Bu yolculuktan elde ettiğin kazanımları nasıl tasvir edersin?

Öğrenme deneyimi dört duvar arasıyla sınırlı değil. Doğadan ve yolculuklarımızdan da öğrenilebilecek pek çok şey var. Yol boyunca karşılaştığım insanlar, yaşadığım deneyimler ve birtakım yüzleşmelerdeki kabullenme çabalarım önemli farkındalıklar ve kazanımlar edinmemi sağladı. Bu vesileyle arzularıma giden yolda yaptığım tercihleri ve sürdürdüğüm alışkanlıkları yeniden gözden geçirme fırsatı buldum.  

Bu yolculuğum boyunca yaşadığım deneyimler arasından seçtiğim, kendimce önemli bulduğum üç önemli öğretiyi paylaşmak istiyorum. Doğa sizin de ilham kaynağınız olsun!

-Kimi verirsen yaşama, yaşam da onu yaşatır sana. Zihin neye inanıyorsa onu görür. O senin gerçeğin olur. O doğrultuda davranır. İnsan kendi bilinçli seçimini deneyimler. Bilinçsiz insanın seçim hakkı yoktur.

-Yol ayrımları vardır bazen yolculuklarımızda, isteyerek ya da istemeyerek. O ayrımlarda belli olur gerçek dostluklar, arkadaşlıklar, kimin kimi nasıl taşıdığı, nasıl değer verdiği, nereye koyduğu… Yolculuk devam eder etmesine, etmelidir de bazen azalarak da çoğalabileceğimizi unutmadan. 

-Her mutsuz edici deneyimden sonra yavaşla ve dur. Kendine bu iki soruyu sor: 

Bundan ne öğrendim? Bir daha yaşamamak için ne yapmalıyım? Bahane ve mazeret üretmenin bir güçsüzlük göstergesi olduğunu hatırla. Olanları kabullen ve dersler çıkarmaya gayret et.

Şalom

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.