(Bizim Külliye, Üç aylık kültür ve sanat dergisi, 99. sayı, Mart-Nisan-Mayıs 2024, s. 88-94)
Kemal Tahir Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi ile ilgili yazmış olduğu eserlerde Türk toplumunu kendi tarihiyle buluşturmak istemiş ve bu konuda elinden geldiği kadar bilimsel kaynaklara ulaşmaya çalışmıştır. Yaşadığı dönemin bilgi birikimi çerçevesinde bulduğu ve okuyabildiği kaynak eserlerden romanlarının temalarını inşa etmiştir. “Devlet Ana ise Türk edebiyatında hakkında en çok tartışma yapılan ve değerlendirmeler yazılan romanlardan biridir. 1967 yılında yayımlanan eser, Türk aydınının ufkunu dolduran temel inançlardan bazılarına çok ciddi eleştiriler getirmiştir. Bu sebeple edebi eleştiriden ziyade, sosyal ve siyasal yönü ağır basan eleştirilere tabi tutulmuştur. Yazarın düşüncelerini öz halinde barındıran en iddialı romanı olarak kaydedilebilecek eser, sergilenen duygusal eleştirilerden dolayı, çok farklı yorumlamalara maruz kalmıştır”[1] Fakat öncelikli olması gereken Kemal Tahir’in dünya görüşünün doğu ve batı değerlendirmesi açısından bu romanında çok önemli yer tutmasıdır. Erem Sarıkoca’nın değerlendirmesi ile “Kemal Tahir'e göre toplumları farklılaştıran üretim ve mülkiyet biçimleridir. Bu açıdan Kemal Tahir’in görüşleri Marks'a benzerlik gösterir. Ama o, Marks'ın evrim şemasını farklılaştırmaktan da kaçınmaz. Kemal Tahir'e göre Batı toplumları ilkel eşitlikçi üretim biçiminden köle çalıştırma üretim biçimine geçerek üretim alanında önemli bir atılım yapmışlardır. Ancak bu üretim biçimi beraberinde getirdiği bazı faydalara karşın Batı toplumlarında devamlı iç çelişkiler yaratacak olan insanlar arası eşitsizliğin kurumsallaşmasına yol açmıştır. Bu gelişim tüm aşamalarında Batı sömürüye dayanan bir düzenin temsilcisi olmaktan kurtulamamıştır. Batı tarihi bu açıdan bakıldığında bir sınıf çatışması tarihidir”.[2] “Doğu toplumlarında ise coğrafyanın baskısı sonucu üretimin bireyselleşememesi yüzünden temel üretim aracı olan toprak özel mülkiyetin eline geçmemiş, bu sayede kamu mülkiyeti anlayışı ve merkezî devlet sistemi gelişmiştir.[3] Bu araştırmanın amacı ise Türkiye topraklarında Anadolu Selçuklu Devletinden sonra yeniden inşa edilen Osmanlı-Türk Devletinin temellerinden özellikle Türk kültürüne özgü üretim ilişkileri çerçevesinde toplumda sosyal adaleti sağlayan “Ahilik geleneğinin” Kemal Tahir’in Devlet Ana romanındaki değerlendirmeleri ve tasvirlerini tespit etmeye çalışmaktadır.
DEVLET ANA
Kemal Tahir Anadolu Selçuklu Devletinden sonra kurulacak olan Osmanlı Devletinin doğuş sancılarını Devlet Ana romanında çeşitli boyutları ile işlemektedir. Romanın başlangıç safhalarında Bizans’la burun buruna bir uç beyliği olarak Osmanlı Söğüt ve civarı mevkiinde tutunmaya çalışmaktadır. Romandaki olaylar coğrafya olarak Anadolu Selçuklu Devleti’nin bir ucu olan Söğüt, Karacahisar ve Eskişehir, yöresinde başlamaktadır. Selçuklu sarsılmaya başlamış yerine geçecek varisi henüz ortaya çıkmamıştır. Dervişler Anadolu’yu, Acem diyarını (O dönemde Moğol Hükümranlığındadır) dolaşmaktadır. Ahiler toplumu ayakta tutmaya çalışmakta fakat onlarda eski geleneklerinden uzaklaşmaktadır. Bu arada Yunus Emre gibi gezgin dervişler toplumun maneviyatını yükseltmek için beylerden toplumun her kesimine kadar insanlarla görüşmekte düşünce ve duygularını onlara aktarmaktadır. Romanın başlarında Yunus Emre Frenk Şövalyesi Notüs Gladyüs’le Issızhan’da karşılaşması ve aralarındaki konuşmalar aktarılır. Yunus Emre, Notüs Gladyüs ile konuşuyor müslüman esir Levent yüzbaşısı Kurt Ali Bey’de onları dinlemektedir. Selçuklu, Karamanoğulları ve Eskişehir Söğüt civarı hakkında düşüncelerini anlatır. Issızhan Mavro ve ablası Liya’ya babalarından kalmıştır. Fakat daha sonra Frenk Şövalyesi Notüs Gladyüs ve yardımcısı Türkopol yüzbaşı Uranhan’ın gelmesi ile hayatları değişecektir. Frenk Şövalyesi Notüs Gladyüs adeta batı-hristiyan bağnazlığın temsilcisi kanlı bir katildir. Onun yardımcısı Türkopol yüzbaşı Uranha ise Notüs Gladyüs’ün söylediklerini yerine getiren kimliğini kaybetmiş bir Türk’tür. Lidya Anadolu Bacıları’nın Söğüt lideri Bacıbey’in büyük oğlu Osman Beyin “yiğitlerinden” Demircan’ın sevgilisidir. Notüs Gladyüs Bizans tekfurluklarından birine hakim olmak için casus Keşiş Benito’yu bulacaktır. Notüs Gladyüs, Lidya Demircan’ın yanında iken ikisini de öldürür. Roman Şövalye ve yardımcısı Uranha ve onlara yardım edenlerin bulunması çabaları ile devam eder. Bu arada Osman Bey, Söğüt ve çevresindeki Karacabey gibi tekfurlukların fethi ve Selçuklu’nun yetersizliği, Anadolu düzensizliğinin tasvirleri görülür. Mavro Türkmenlere sığınacaktır. Orhan Bey ve Kerim Can gibi arkadaşları ile çocuk yaşlarına rağmen çok önemli işler başaracaklardır. Demircan'ın kardeşi Kerimcan annesi Bacıbey’in isteği ile ağabeyinin intikamını alana kadar savaşçı olacak daha sonra ise ilim öğrenmeye başlayacaktır. Roman Kerim Çelebi’nin Kabusnâme ve Siyasetnâme okumasıyla bitmektedir. “Devlet Ana’da Ana’nın insan hayatındaki yerine paralel olarak Osmanlıda devletin “şefkat özelliği öne çıkar”. “Rahman Devlet”, kişilere sağladığı imkanların yanında, bir sığınak olarak da yer alır. Türk tarihinde gerek İslamiyet öncesinde gerekse İslamiyet sonrasında devletin metafizik bir hassasiyetle takdis edildiği, yüce bir konum atfedildiği bilinir. Kemal Tahir ise burada devleti “ana”' imajı etrafında dile getirir. Yazar, “Bacıyan-ı Rum’u” temsil eden Bacıbey’i romanın üç yerinde “Devlet ana” olarak kaydeder”[4]. Türk kültüründe kadına verilen önem kadının dünyaya insanı getirmesindeki kutsiyeti ile de göze çarpmaktadır. Kemal Tahir Bacıbey’in kişiliğinde romanının ismini kurgulaması da Türk Toplumunun kültür ve irfan kodlarına da hayli hakim olduğunu göstermektedir.
İlber Ortaylı’da Devlet Ana hakkındaki görüşlerini şu şekilde özetlemektedir: Güçlü ruhsal analizler, akıcı bir dille anlatılan olaylar zinciri, bir devletin doğuşunda yatan temel nedenleri ne kadar açık, başarılı ve realistçe veriyor... Yazar her şeyden önce, o devrin dilini iyi biliyor, ama bu dili tutucu bir kalemle, olduğu gibi 20. yüzyıl okuyucusuna aktarmıyor, ona modern bir biçim veriyor. Bu yüzden cümle kuruluşları, deyimler orijinal niteliğini saklayabilmiş ve romanın dili kişilik kazanmış. Devrin vakayinamelerini okuyan yazar, o dilin orijinal ve doğal yanını bugünün ve dünün ortak biçimiyle, okuyucuyu sıkmadan aktarabiliyor. Onun Türk romanına Devlet Ana ile getirdiği yeniliklerin başında bu gelir. Selçuklu Devleti’nin son devirlerinde, kervan yolları önemini yitirmiş, güvenlik bozulmuş, Anadolu fakirleşmeye başlamıştır. Bizans Roma hukuku sistemi, devlet düzeniyle, eski Doğu’nun toplum düzenini birleştirmiş, bu topraklarda yerleşen herkesin zorunlu olduğu, kendine özge bir düzen kazanmıştır. Batı Roma kalıntısı feodal Avrupa toplumu, Haçlı savaşlarından beri bu düzeni yıkmak, toprak serfliğini getirmek ve merkezi otoriteyi parçalamak çabasındadır. Bunun için ülkede, Batılı tarikat şövalyeleri ve keşişler beşinci kol görevi görmektedir. Bu durum Keşiş Benito’nun, Notüs Gladyüs adlı Sen-Jan şövalyesinin kişiliklerinde etraflıca belirtilmiştir[5]. Batı’da merkez, otoriteyi feodal senyörlere devrederek tutunabilmiş, bizde ise merkezi otorite, ahi örgütü ile el ele vermiştir. Ahilik örgütü merkezin otoritesini onun adına kullanmış, yolların ve şehirlerin güvenliğini sağlamıştır. Bu örgütün toplum yaşantısındaki önemli yeri, romanda aynı önemle ele alınmıştır. Ahiler örgüt ve geleneklerinin sürmesi için devletin güçlenme gereğini anladıkları gibi, beylik başındakiler de güçlenmeleri için bu sosyal örgüte dayanmaları gerektiğini biliyorlardı. Osmanlı Beyliği kuruluşta buna önem vermiş, ilk düzenli ordunun askeri, ahi keçe külahı giymiştir. Osman Bey’le Şeyh Edebali’nin yakınlığı. Osman Bey’in düşünce ve eylemiyle duyurmadan bu dinsel ve informel lideri etki altına almaya başlayışı ve nüfuzundan faydalanışı, romanda bunun için işlenmiştir[6]. Roman’da Yunus Emre’nin Şeyh Edebali dergahında gördüğü rüya Osmanlı Beyliğinin kuruluşuna bir kut vermektedir. Yunus Emre: “Şeyh Edebâli Efendi’mizin mübarek kucaklarından bir ay doğdu, parıltısı karanlığı çalkadı çıktı, yükseldi, orak biçimindeyken dola dola sini değirmisine döndü. Dünyayı nura boğdu. Öyle ki, gözler kamaşıp bakmaya güç yetesi kalmadı. Baktım ki, sizin Osman Bey'iniz de iki dizi üstünde sağ yanındadır ve de tespihe girmiştir. Gökleri bezeyen ay, inip geldi, göğsüne yaslandı, gövdesine karıştı. “Aman nedir, ne hikmettir?” dememize kalmadı, ayın gömüldüğü yerde bir fidan belirdi, yeşerip büyüdü, göklere dal budak saldı. Toprağın, denizlerin yüzünü kapladı. Kaf dağlarının ve de Toros dağlarının ve de Atlas dağlarının ve Hosma dağlarının doruklarını gölgesine aldı. Fırat ırmağını, Dicle'yi, mübarek Nil’i, Frenk içindeki coşkun Tuna'yı kavradı. Uçsuz bucaksız çöller, bozkırlar, çayırlı çemenli ovalar, sahralar, yedi denizler ve de ağaç denizinden nişan verir derin ormanlar, uzakların parlak gümüş kubbeli, göğe baş çekmiş kuleli, Firavun çağından kalma nice nice anıtlı nice kentler geldi, hep bu ağacın altına sokuldu”[7]. Bir Ahi şeyhinin dergahında görülen bu rüya gerçeğe dönüşecek Yunus Emre’yi veya bunu nakledenleri asırlarca haklı çıkaracaktır.
.....
Yazının devamı için tıklayınız
.....
_________________________________________
[1] Sezai Coşkun, Esir Şehrin Hür İnsanı Kemal Tahir, İnsan, Eser, Fikir, Dergah Yayınları, İstanbul, 2012., s. 351.
[2] Erem Sarıkoca, Kemal Tahir ve Bizans, Kemal Tahir 100 Yaşında, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 2010., s. 276. Kemal Tahir, Notlar/13/Osmanlılık/Bizans, Yay. Haz. Cengiz Yazoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1992. s. 303-304.
[3] Erem Sarıkoca, a. g. e., s.276., Kemal Tahir, Notlar/13/Osmanlılık/Bizans, Yay. Haz. Cengiz Yazoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul, 1992., s. 304-306.
[4] Sezai Coşkun, 2012: 353.
[5] İlber Ortaylı, a. g. e., s.126.
[6] İlber Ortaylı, a. g. e., s.127.
[7] Kemal Tahir, Devlet Ana, Ketebe yayınları, İstanbul, 2022, s. 228-229.