Prof. Dr. HİLMİ ÖZDEN yazdı: "Turan Coğrafyası Bosna Hatıraları -4- / Sarı (Saru) Saltuk"

Uğrayamadığımız, Blagay’daki Sarı Saltuk Türbesi’ne hasretle Mostardan ayrılmak zorunda kalıyoruz. Şimdi de Evliya Çelebi seyahatnamesinden Bolagay’ı (Blagay) anlatan bazı satırları (MS.1644) birlikte paylaşalım:

Bu mamur kasaba, kalenin bulunduğu kayanın altındadır. Kaleden bu varoş asla görünmeyip kale kayasının mağarasından yedi başlı ejder gibi gürleyip çıkan “Buna” kenarında bir küçük kasabacıktır. Bir medrese, bir mektep, bir tekke, Buna Nehri kayası altında da Mostar müftüsü tekkesidir ki Halvetî hankâhıdır. Bir hamamı, yeni hanı ve cami karşısında 10 adet dükkânı var.” Berrak suyun çıktığı yerde, anılan mağaranın önünde 2 harman büyüklüğü kadar bir havuzu var ki derinliğinin ne kadar olduğunu bir yüzücü dalgıçlar öğrenememişlerdir ve nice kere yüz kulaç ipler ile şakula bırakmışlardır, asla sonuna ulaşamamıştır. Dibine ulaşayım diyenlerin çoğu boğulmuşlardır.

Bu adı geçen büyük havuzun kenarındaki kayalara bitişik Mostar Müftüsü (—) Efendi bir Halvetî tekkesi inşa etmiştir. Bir köşkü Buna Nehri'ne bakıp tüm âşıklar, maarif erbabı ve gönül ehli bu köşkte ve bu tekkenin kameriyelerinde oturup guv guy has sohbetler ve ilim sohbetleri ederler. Nice zarif dostlar havuz içinde olan türlü türlü balıkları ve Rabbimin nimetlerini seyrederler ki her balık onar, on beşer ve yirmişer okka gelir, sanki yaldızlı Tanrı sanatı balıklar var ki insan baktıkça hayran olur.

Ama asla avlamazlar. Her kim bu mahalde balık avlarsa veya balık otu dökerse o adam elbette iflâh olmayıp gittikçe kötü olup sonunda belki yok olur, ama bu havuzdan aşağı geçip şehir ucundaki köprübaşına varan balığı avlarlarsa onda zarar yoktur. Ama bu Buna Nehri öyle buz parçası berrak, ak pâk bir duru sudur ki Temmuz ayında bile suyunun soğukluğundan rahatlıkla içilmez. Bir adam bir kuzu yiyip bu berrak sudan içse anında yine o kişi acıkır, sindirimi gayet hızlandıran Kevser suyudur.

Bu büyük havuz içinde tüm Mostar şehrinin, diğer köy ve kasabaların mahbûbları kâküllerini dağıtıp âşıklarıyla bu temiz havuz içinde yüzüp birbirleriyle deniz malikleri gibi kucak kucağa olup aracısız birbirlerin kucaklayarak bahr-i maarif gibi nice tür perendeler ve nice çeşit oyunlar edip gönül okşarlar.

Ama bu havuzun üzerinde olan Demâvend Dağı gibi kale kayası üzerinde olan miski kartalların hesabını Yaratıcı bilir. Bazı insanlar bu kartallara kurban adayıp bu havuz kenarında kurbanı kesip dışarı bırakıp kartallara verirler, bazı insanların kurbanını yemezler, arzu ve isteklerinin olmamasına delildir. Ve bazı insanların kurbanlarını göz açıp kapayıncaya kadar süpürürler, elbette o insanın hayır isteklerinin olmasına işarettir, diye tecrübe etmişlerdir. Bu kartallar hiçbir zamanda bu mahalde asla insandan kaçmazlar, nice insanın koyun ciğerini yerler ve nicesinin yemezler. Havuz içinde yüzen adamlardan balıklar asla kaçmazlar. (4) (s.612-.613)

Evliya Çelebi’nin anlattığı bu güzel yerde yattığı söylenen Sarı Saltuk, Selçuklular döneminde Balkanlara giden gönül erlerinden Alperenlerin en tanınmış olanıdır. Menâkıbnâmelerde, Türkistan’dan bizzat Hoca Ahmet Yesevî veya O’nun halifesi Hacı Bektaş-ı Veli tarafından Balkanlara gönderildiği rivayet edilir.

Fatih Sultan Mehmed’in Bosna’da ilk otağ kurduğu yer Blagay’da Halveti tekkesinde Sarı Saltık ve öğrencisi Açık Baş Veli yatmaktadır. Açıkbaş da, sarık sarmayan, takke takmayan tam kalender tipli bir dervişmiş.

Tarihî çalışmalarda Sarı Saltuk’un Balkanlara gelişi şu şekilde özetlenmektedir:

“Anadolu 1250'den sonra Moğol istilâsına maruz kalmış ve Anadolu Selçuklu hükümdarı II. İzzettin Keykâvus, Moğol idaresine karşı çıkarak yenilmiştir. Bunun üzerine 1259'da dayısı olan Bizans İmparatoru VIII. Mikhail Paleologos'dan kendisine taraftarlarıyla birlikte Balkanlar'da arazi verilmesini rica etmiştir. Kaynaklarda Hıristiyan olarak gösterilen İzzettin Keykâvus'un bu isteğine VIII. Mikhail olumlu cevap vermiş ve hükümdar taraftarlarıyla beraber Varna'ya gitmiştir. Ancak İzzettin, bundan sonra taraftarları için VIII. Mikhail'den bugünkü Romanya topraklarındaki en müsait ve müstahkem yerlerin kendilerine verilmesini istemiştir. İmparator bu isteğe önceleri pek iyi bakmamış, ancak daha sonra özellikle İstanbul'un 1261 yılında muhasara edilmesi üzerine İzzettin'in bu isteğine karşı çıkmamıştır. Hatta "Karvun yurdu"ndaki çeşitli kavimleri bir idare altında toplamanın kendi devleti için büyük fayda sağlayacağını düşünerek İzzettin'in idâresinde böyle bir devletin kurulmasına karar vermiş ve böylece de onun isteğini yerine getirmiştir. Bu devletin en önemli görevi başka kavimlerin Bizans'a saldırmalarına mani olmak ve Mikhail'in arasının bozuk olduğu Tırnova'daki Bulgar Çarı Konstantin Tih'in isteklerine karşı bir engel teşkil etmekti.

II. İzzettin Keykâvus işleri yoluna koyduktan sonra devletin yönetimini Sarı Saltuk'a bırakarak İstanbul'a dönmüştür. II. Keykâvus, Bizans topraklarında yaşayan ve onun tarafını tutan Sarı Saltuk idâresindeki 12.000 kadar Türkmen (Oğuz, Uz)) grubunun desteğine güvenerek Bizans İmparatorunu tahttan indirmek istemiştir. Ancak bu istek başarısızlıkla sonuçlanmış ve yakalanarak hapse atılmıştır. Adamları da Karadeniz'in kuzeybatısına yerleştirilmişlerdir. Keykâvus'un Sarı Saltuk'a bıraktığı bu Oğuz-Türkmenlere dayalı devletin resmi dini Hıristiyanlık idi ve İstanbul patrikhanesine bağlı bulunuyordu. Dobruca bölgesine yerleşen bu Türkmenler ve Keykâvus'un adamlarından bir kısmı Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu kabul edişin Bizans baskısı ile olduğu da bir gerçektir.

Sarı Saltuk'un (1265-1346) ölümünden sonra bu devlette yaşayan kavimler arasında başa geçmek için bir iç mücadele yaşanmış ve sonunda Kuman menşeiliBalik başa geçmiştir. (6) (s.202)

Türk tarihinde efsaneler çerçevesinde Sarı Saltuk’a atfedilen çok zengin bir doküman bulunmaktadır. Efsanevi kişiliği ile Yunus Emre gibi bir çok Türk Yurdunda mezarı bulunmaktadır:

Yaşar Ocak, Sarı Saltuk Efsanelerinden birinde; “Sarı Saltuk'ın vefatından önce yedi tabut hazırlanmasını istediği; çünkü vefat edince yedi kralın her birinin, tabutunu kendi memleketine götürmek için savaşmak isteyeceklerini haber verdiği; gerçekten de vefat edince kralların gelip birer tabut alıp kendi memleketlerine götürerek ayrı ayrı yedi yerde defnettikleri” belirtmektedir (7) (s.111) Tabutları gönderdikleri ülkelerden biri de Bosna- Hersek’in Mostar yakınlarındaki Blagay kasabası imiş.

Ahmet Yaşar Ocak’ın belirttiği gibi, “bu "yedi türbe veya mezar" motifinin nereden kaynaklandığı önemlidir. Tabii buna "yedi başlı ejder", ejderi öldüren "yedi ok" ve "yedi tabutu" da eklemek mümkündür. Aslında bugün Sarı Saltuk türbe ve mezarlarının sayısı daha fazla olmakla beraber menkıbe neden "yedi" sayısında ısrar etmektedir? Bunu eski Türkler'-deki yedi rakamının kutsallığına veya ibranî ve Fenike etkilerine dayandırılıp dayandırılamayacağını Kaleshi. gibi (Albanische leğenden um Sarı Saltık, s. 817.nakleden Ahmet Yaşar Ocak) soran araştırmacılar vardır.” (7) (s. 111)

Ahmet Yaşar Ocak’a göre 7 rakamının “kökenini daha XII. yüzyıl gibi, Osmanlı fetihlerinden üç asır evvel, Balkanlar için Müslümanlığın tarihi bakımından oldukça erken sayılacak bir devirde, buralarda mevcut İsmailî kolonileri sebebiyle İsmailîk'teki yedili inanç sistemine bağlamak doğru olabilir. Bilindiği gibi, İsmailîliğe adını veren İmam İsmail, altıncı İmam Câfer-i Sâdık'ın oğullarından biridir ve bu mezhebin itikadınca yedinci imamdır. Bu sebeple İsmailîliğe Yedi İmam Mezhebide denmektedir. Hiç şüphesiz bu menkıbe, Sarı Saltık kültünün yayıldığı, daha doğrusu, Sarı Saltık'ın bu yerlerde eskiden yaşamış veya öyle kabul edilen Hıristiyan azizleriyle özdeşleştirilmesi suretiyle oluşan kült yerlerini göstermesi bakımından ilginçtir.” (s. 112). (8)

Saltıknâme Menâkıbnâmesi’nde, Kur’an-ı Kerim, Kitab-ı Mukaddes, Menakıb-ı Hac-ı Bektaş-ı Veli, Velayetname-i Sultan Şucâuddin’de “asayı ejderha haline getirmek” motifi görülmektedir:

"SarıSaltık Rumeli'nde Kalanoş şehrine gelir. Halkı Müslüman olmaya, yahut haraç vermeye zorlar; halk reddeder)... Elinde bir nîze (mızrak) si vardı demirden. Yine bıraktı. Duayı İsm-i Azam okudu, üfürdü. Ol nîze yedi başlı ejderha olup ol hisar üzre başın kaldırub dahî hücum eyledi..." (Ebu'l-Hayır-ı Rûmî, Topkapı Sarayı Müzesi (Hazine) Kütüphanesi, nr. 1612, v. 254a) (8) (Ek:XV).

Sarı Saltuk’un kabrinin yahut makamının bulunduğu Halveti Tekkesi, Osmanlı Türklerinin Fatih Sultan Mehmed zamanında bu bölgeyi yani, Hersek'i 1466'lerde fethetmelerinden sonra 1520'lerde yapılmış. Akıncılar ve yeniçeriler arasında Bektaşilik yaygındı. Boşnakların ataları Bogomillerin ibadet şekilleri, Müslümanlarınkine çok benziyormuş. Bu nedenle İslâm dinini benimsemeleri zor olmamış. Tekke zamanla Bektaşilerden Halvetilere hatta Nakşibendîlere geçtiği rivayet edilmektedir. Bu Tekke'nin ön tarafında bir kılıçla, bir topuz bulunmaktadır. Biri dinin, diğeri silâhın sembolü imiş.

Sarı Saltuk, Dobruca'ya gelince, halkı canından bezdiren bir ejderhayı öldürmüş. O bölgenin kralı, bu olaydan çok mutluluk duymuş. Halkıyla birlikte onun dinine geçerek, Müslüman olmuş. Sarı Saltuk oradan Polonya'ya geçmiş, Balkanlar'da şanı-şöhreti almış yürümüş.

“Tekke", Buna nehrinin kaynağının bulunduğu, gürül gürül suyun geldiği, heybetli bir dağın altındaki kavis şeklindeki oyuğun yanı başında. Cumbalı, taşlıklı, içi ısıtan çift katlı Anadolu evi görünümünde. Cumba, nehrin kaynağına bakan tarafta. Altında da, su üzerinde direklere oturtturulmuş bir balkonu var. Bahçeden, taş merdivenlerle suya iniliyor.

Gelelim Blagay hikâyelerine:

Buna’nın kaynağında korkunç bir ejderha yaşamaktaymış. Halk, her yıl bu ejderhaya bir genç kızı kurban vermek zorundaymış. Bu kez kura, kral Hersek Stepan'ın kızı Milica'ya çıkmış. Kayaların tepesinde gördüğünüz kale kalıntısı, şehir surlarıymış. Kentten, kaynağın bulunduğu kayanın ortasına kadar bir yer altı geçidi varmış. Kurbanları götürüp oraya bırakırlarmış. Herkes üzüntülüymüş. Prensesi törenle bırakıp dönmüşler. Kız, akibetini beklemeye başlamış.

Tam o sırada Anadolu'dan Sarı Saltuk adlı bir derviş Blagay'a gelmiş. Herkesi böyle üzüntülü görünce, nedenini sormuş. Onlar da durum böyle böyle deyip olanı biteni anlatmışlar. Derviş: "hemen beni kızı bıraktığınız yere götürün" demiş. Bir ümit deyip, dervişin dediğini yapmışlar.

Sarı Saltuk bakmış, kız boynu bükük kayanın üzerinde oturmakta, akibetini beklemekteymiş. Derken, ejderha da çıkagelmiş. Bir kapışmışlar, pir kapışmışlar. Ejderha, kılıç darbeleri indikçe, acıdan kuyruğunu sallamaktaymış. Her vuruşta da bir kaya parçası devriliyormuş. Orada şimdi görülen koca oyuk o dövüşten kalmadır. Ejderha, Sarı Saltuk'un kılıcına yenik düşmüş. Hem prenses Milica, hem halk bu canavardan kurtulmuşlar. Kral Stepan, kızını bu dervişe vermiş.

Başka bir hikâyesi de şöyle: Bir sabah, pazara, beyaz atlı, beyaz sakallı, yeşil cübbeli bir ermiş kişi gelmiş. Bir göreyim, neyin nesi diye geçitten kaynağa inmiş. Halk akşama kadar bu yaşlı adamı beklemiş. Velizade beyin evinde misafir kalacakmış. Bakmışlar, ne gelen var, ne giden. Kaynakta ise su seviyesi yükselmiş. Bir daha yoluna izine rastlanmamış. Evliya olduğuna inanmışlar, adına, tekke ve türbe yapmışlar.

Buralarda mağaralara da rastlanır. Onlar, Bogomillerin ibadet yaptıklan yerlerdir.

Tekke, 1851 yılında yeniden restore edilmiş. 1925 yılında ise Mostar müftüsü Ahmet Efendi bir kez daha elden geçirtmiş. Altta, sohbetlerin yapıldığı "meydan odası", üstte, türbe ile semahane bulunmaktadır.” (3) (s.107-109)

Sarı Saltuk’un, Anadolu ve Balkan coğrafyasında adeta aynı vucuttaki benzer dokularda tutunan radyoizotoplar gibi birçok yerde mezarı vardır: Romanya'nın kuzeyinde Dobruca bölgesindeki Babadağı kasabasında, Makedonya’da Ohri’de, Balkan harbi esnasında Bulgarlarca tahrip edilen Babaeski’de, Arnavutluk’ta Akçahisar’da (Kruja’da), Drakovica’da, Kosova-Metochia’da, İpek’te, Diyarbakır’da Urfa kapısından girildiğinde, Tunceli’de Hozat ilçesine yakın, Niğde’nin Bor kazasında, İznik’te Lefke kapısı dışında, İstanbul’da Rumeli feneri binası içinde bulunmaktadır. (7)   (s.112-120)

İşte “Coğrafya’yı Vatan yapan” alperenler nice yeri mezar yaparak o topraklara torunlarının sahip çıkmasını istemişlerdir. Türkistan’dan Anadolu’ya ve Balkanlara serpilen evliya mezarları birer ölümsüz vasiyet olarak geleceğe muştu bırakmışlardır. Artık Sözü, şiirin Sultanı Yahya Kemal’e bırakalım:

"Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan,

  Bir bir Diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan."

Devam edecek

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

_________________________________________

3) Altan Araslı. Mostar Köprüsü. Akçağ. 1. Baskı. Ankara 2004.

4) Seyit Ali Kahraman. Evliya Çelebi Seyahatnamesi. 6.Kitap-2.Cilt. YKY.2010

6) Muallâ Uydu Yücel. Balkanlarda Peçenekler, Uzlar ve Kumanlar .(Balkanlar El Kitabı cilt. .)

7) Ahmet Yaşar Ocak. Sarı Saltık. TTK. Ankara.2002.

8) Ahmet Yaşar Ocak. Menâkıbnâmeler. TTK. Ankara.1997.

Anahtar Kelimeler:
Prof. Dr. HİLMİ ÖZDEN
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.