Bazı müfessirler ısrarla İslam’da bazı şartlar oluşursa tekrar erkekler için çok evliliğe müsaade edilir gibi açıklamalarda bulunmalarının da Kur’an ve bilimsel karşılığı yoktur. Örnek olarak; Kadının üretkenliği olmama durumunda erkeğin başka bir kadınla evlenebileceği gibi bilimsel gerçekle bağdaşmayan açıklamalar kadın veya erkek insan üretkenliğine uygun düşmemektedir. Çünkü üretkenliğin olmama durumu sadece kadına bağlı olmayabilir. Bazen erkeklerde de aynı durum söz konusudur. Günümüzde gelişen IVF gibi tıbbi yöntemlerle bu sorunlar aşılmaya çalışılmaktadır. Klasik tüp bebek yöntemi olan IVF sırasında olgun yumurtalar (ovum) yumurtalıklardan (ovarium) alınır. Bir laboratuvarda sperm tarafından döllenir. Daha sonra döllenmiş yumurta veya yumurtalar rahme aktarılır. Bilim ilerledikçe ve bilim ahlakı da ihmal edilmediği müddetçe bu gibi problemlerin çözüleceği gün gibi aşikârdır.
Dünya nüfusunda erkek ve kadın oranı büyük bir denge içinde bulunmaktadır. Bu dengeyi erkeklerin cinsel arzularının taşkınlığı lehine bozmak kimsenin hakkı değildir. “Tarih boyunca savaşlarda milyonlarca erkek öldüğü doğrudur ve bu savaşlar cinsiyet dengesini etkileyebilir. Ancak, bu savaşlar sırasında ölen erkeklerin sayısı, herhangi bir cinsiyet dengesizliğine neden olacak kadar yüksek değildi. Bunun yanı sıra, savaş dönemleri genellikle doğum oranlarını da etkilediği için, savaş sonrasında kadınların daha fazla doğum yapmasıyla doğal bir dengelenme meydana gelmiştir”[1]. Diğer taraftan tarih boyunca Türk Milleti kadın/erkek birlikte savaşlara gitmiştir.
Günümüzde ise savaşların seyri değişmiş kadınlar da cephede bulunan erkeklerden daha fazla ölmeye başlamıştır. Asker olarak görev yapan kadınlar da bütün dünyada artmaktadır. “BM'nin 2021 yılında yayınladığı verilere göre dünya nüfusu 90 milyon artarak 7,8 milyara yükseldi. Dünya genelinde ise erkek nüfusu kadınları geçti. Bu rakamlara göre her 100 kadına düşen erkek sayısı dünya genelinde 101.7 olarak kayda geçmiştir[2]”. Demek oluyor ki erkekler için çok evliliğe meşruiyet kazandırmak isteyenlerin her savı çürütülebilecektir.
Beynin Eğitilmesi
Binlerce yıldır erkek egemen toplumların ortaya koyduğu anlayış çocuklarına verdikleri eğitim erkek ve kadının farklı cinsiyet kabullerinin toplumda yerleşmesi sonucunu doğurmuştur. “Soyağacı” romanında her ne kadar büyük anne Hanife'nin aldatması söz konusu ise de toplumda çoğu kez erkeklerin eşlerini aldattıklarının yaygın olduğu sosyolojik bir gerçektir. İnsanlar ister kadın ister erkek olsunlar, kendilerinin nöro-endokrin sistemlerini dengeli tutmalarıyla her türlü aşırılığı eğitilebilir. Bu eğitim sonucunda “beynin elektrokimyasal ırmakları[3]”nın sağlıklı olması sağlanacaktır. Aksi halde hangi dünya görüşü ve dinî inanca sahip olursa olsun beyin ve vücut nöro-endokrin sistemi ile “elektrokimyasal ırmakları”nda taşkınlıklar görülecektir. İnsan (canlı) vücudunun iç ortamındaki tüm süreçler açısından sağlanan; nero-endokrin, biyokimyasal vd. dengelerinin yani homeostasis’in sağlanması zor değildir. İnsanın davranış ve alışkanlıkları arasındaki uyum ile düşünce ve zihin dünyasının derinliğinin artırılmasıyla kişilik ve karakter (ahlak) gelişecek ve olgunlaşacaktır. Bu önemli husus göz ardı edilirse ahlak yani karakter sadece kitaplarda okunan hikâye ve masallardan ibaret kalacaktır. Bu takdirde cinsellik realitesi (gerçeği) medulla spinalis’in (omurilik) lumbo-sakral seviyesinde (bel bölgesinde) kalacaktır.
Kadında beyinin fonksiyonu daha baskın olduğuna göre erkeklerin de dikkatlerden kaçmaması ve unutmaması gereken; kadın olsun erkek olsun, insan en gelişmiş prefrontal kortex alanına (ön beyin) sahiptir. Bu nedenle ön beyin bölgesi insanın kişiliğini ve toplum içinde nasıl davranacağınızı kontrol eden sinir devrelerini içerir. İlave olarak kortexte farklı yerlerde bulunan asosiyasyon alanları (Asosiyasyon-İlişkilendirme-Bağlantısallık Alanları) diğer primatlara (iri beyinli memeliler) göre insanlarda oldukça fazla gelişmiştir. Bu alanlar birden fazla duyunun koordine edildiği ve motor hareketlerin planlandığı yerlerdir. Düşünme, planlama, sonuç çıkarma, önlem alma, çevreden haberdar olma, öğrenme, hafıza, lisan ve emosyonel davranışlar gibi üst düzey fonksiyonları düzenlerler. Farklı alanlardan gelen algısal fonksiyonları “bilinç” adı altında bütünleştiren ve bireyin bu süreçlerin sonuçlarının algılamasını sağlayan korteksteki yani beyin kabuğundaki birleştirici bu sahaları (Loblara göre; posterior parietal, prefrontal assosiyasyon ve temporal assosiyasyon bölgeler)[4] dikkate almak gerekir.
Bir TV Programı ve Çok (!) Evlilik
Gündem Ötesi programında Pelin Çift Soruyor: Akademisyenlerin konuşmaları karşısında hayretle “İslam Hukuku istediğin kadar cariye alabilirsin mi diyor?" Ve akademisyenlerin cevapları karşısında şok oluyor!”
https://www.youtube.com/watch?v=lIg0WY-kTcQ
Bu programda iki akademisyenin İslam dini, insan vicdanı ve aklına aykırı açıklamaları Pelin ÇİFT’i hayrete düşürmektedir. Bugünün 1400 yıl gerisinde kalmış bir fıkıh anlayışı ile izah etmeye kalkıştıkları anakronik (kişi, nesne veya olayların kendi gerçek zaman ve mekânlarından kopartılıp farklı bir çerçeveye oturtulması olarak değerlendirilmesi-TDK Sözlüğü-) bir yaklaşım sergilemişlerdir. Bu bakış aynı zamanda İslam’daki içtihat kapısının asırlar boyu kapatılmasının sonucudur. Gündem Ötesindeki akademisyenlerin yorumları da benzerlerinden hatta âlim denilen insanlardan farklı değildir. Sadece malumat fazlalığı ilim ve onu söyleyenler âlim kabul edilirse İslâm dünyasındaki bu çelişkiler artarak devam edecektir. Bu ise gençliği İslam dininden önce soğutacak sonra maalesef uzaklaştıracaktır. Sekiz ciltlik Kur’an tefsiri de bulunan Türkiye Cumhuriyeti 5. Diyanet İşleri Başkanı (atanma tarihi: 30 Haziran 1960-bir yıl sonra kendi isteği ile ayrılmıştır) Ömer Nasuhi Bilmen’in (1883-1971) Büyük İslam İlmihali’ndeki şu satırlar insan haysiyetinin 20. yy da bile anlaşılamadığının örneğidir.
Ömer Nasuhi Bilmen bu eserinde: Namazın farzlarını açıklarken, Setr-i avret (ayıp yerleri örtmek) bahsinde cariyeler için şu sözleri kullanmaktadır. “Cariyeler (köle olan kadınlar) için avret yeri, erkekler gibi göbekleri altından dizleri altına kadar olan kısımla karın ve sırtlarıdır. Hür kadınların şeref ve durumları bakımından örtmek zorunda bulundukları organları daha çoktur. Köleler ise hürriyet şerefinden yoksun ve efendilerinin hizmeti ile meşgul oldukları için bunlara daha fazla genişlik gösterilmiştir”[5]. Ömer Nasuhi Bilmen’e 20.yy da cariyeliği nasıl var gibi kabul eder ve hüküm verirsiniz demek gerekirdi. Bu açıklama ile cariye kadınların tarihi süreçte memeleri açık olarak avret yerlerini kapatmış sayılmaları hem fıkıhçıların hem de kadın onurunu düşünmeyenlerin “İslam Işığında Müslümanlık” anlayışlarını sorgulamaları gerekmektedir. Ali Bardakoğlu’nun “İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme”[6] eseri birçok konuda çağa ışık tutmakta ve Müslümanları düşünmeye davet etmektedir. Ali Bardakoğlu’nun onlarca soru ve tartışma açtıklarından biri de şudur:
“1. Resmi yola başvurmaksızın yapılan ve “imam nikahı” denilen işlem günümüzde ne kadar dini? “Dini evlenme” tabiri bizim geleneğimizde yokken, hatta evlenmenin resmi-dini şeklinde bir ayırımına kaynaklarda hiç rastlanmazken, “imam nikahının” “dini nikah” olduğuna kim karar verdi? Böyle bir nikahın mağduru kim? “Dini” kaydıyla akdedilen nikahta kadın veya bir başkası mağdur olunca, “din” zarar görmüş olmuyor mu? Dinin/dini duygunun zarar gördüğüne kani olmak için erkeklerin mi mağdur olması gerekiyor?
2. Boşanmanın dini-hukuki boyutu: Devletten maaşın kesilmemesi veya maaş bağlanması için resmen boşanıp veya evlenmeyip fiilen/dinen evlenme ne kadar dini ve ahlaki?
3. Nişan nikahı veya resmi boşanma sonrası, kendince “dinî nikahı devam ettirme” ısrarı ne anlama geliyor?
4. Üç talak (boşanma) ve hülle[7] nasıl anlaşıldı, nasıl anlamalıyız? Suç ne, cezayı kim ödüyor?
Bu soruların her biri günlük hayatta sıkça karşılaşılan, sadece İslam ahlakını değil bizzat İslam'ı da töhmet altında bırakan, İslam algısını derinden etkileyen ve bizim bugün açık yüreklilikle konuşmamız gereken ciddi sorunlara işaret etmektedir. Bu ve benzeri konuların her biri önemli ve üzerinde sadece klasik kitaplara bakarak değil toplumda olup bitenlere ve bu uğurda yaşanan mağduriyerlere bakarak yüzlerce tez ve araştırma yapılması gerekiyor”[8].
Sonuç
İnsanlara bakınca konuyu hemen cinselliğe getirenler; lumbo-sakral bölge ile en fazla beyin sapı ve limbik sistem (duygusal beyin) düzeyine gelecektir. Bu anlayış insanı asla kişilik ve tek başına bir değer olarak göremeyecektir. Onun için insanı bir metadan (alınır-satılır mal, mülk-tarihsel tortuları ile cariyelik) öte değerlendirmeyen bu algı özellikle erkeklerde kendilerinin anneleri, kız kardeşleri, kız çocukları olsa da kadına dişilik olarak bakacaklardır. Bu ise erkek çocuklarının küçük yaştan itibaren genetik yapılarını epigenetik olarak olumsuz etkileyecektir. Erişkin düzeye geldiklerinde kadın-kadın/erkek-erkek davranış kalıpları olarak birbirlerini “Ayna Nöronlar”ı ile taklit edecektir. Kadınlar ve erkekler kendilerine biçilen toplumsal rolü asırlarca sorgulamadan yerine getirecektir. Ayna nöronlar insan beyninde bulunan ve karşıdaki insan davranışların taklit edilmesinde ve o davranışların kalıcı hale gelmesinde önemli bir fonksiyon görmektedir. Bu hem olumlu hem de olumsuz davranışlar için geçerlidir.
İyi bir gözlemci ve analizci “Türk Aydın”ı olan “Öznur Yılmaz”ın “Soyağacı” romanının çarpıcı ve sarsıcı “tek seferin çok sefer olduğu” tezi hayatta bir hakikat olarak insanların karşısına çıkacağı ve neslin bozulacağının çok açık bir ifadesidir. Diğer taraftan eşlerini ister kaçamak ister muhafazakârlığın sözde meşrulaştırma yöntemlerinin ne kadar tehlikeli ve dayanıksız olduğunun genetik, epigenetik, anatomik, fizyolojik kısaca bilimsel olarak gözler önüne serildiğinde toplumdaki kabulün hiç de “İnsan ve Toplum Bilgisi Bilimi’ne” uygun olmadığının görülmesidir.
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....
___________________________________
[1] https://evrimagaci.org/soru/dunyada-erkek-kadin-nufusu-esit-mi- Erişim Tarihi: 4.03.2024.
[2] https://www.google.com/search?q=D%C3%BCnya+erkek+kad%C4%B1n+n%C3%BCfus+ oran%C4%B1 Erişim Tarihi: 4.03.2024.
[3] Türker Kılıç, Yeni Bilim: Bağlantısallık Yeni Kültür: Yaşamdaşlık, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2020, s. 25.
[4] Neil R. Carlson, Fizyolojik Psikoloji Davranışın Nörolojik Temelleri, Bölüm Çevirmeni: Gülnaz Tatlıcı, Çeviri Editörü: Muzaffer Şahin, Nobel Yayınları, 2011, s. 264,266
[5] Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali, Sadeleştiren: Ali Fikri Yavuz, Sadeleştirilmiş Tam Metin, Merve Yayınları, İstanbul, 2014, s. 124.
[6] Ali Bardakoğlu, İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, KURAMER Yayınları, İstanbul, 2016.
[7] Eskiden geçerli olan dinsel nikâh kurallarına göre, kocasının üç kez boşadığı bir kadının, eski kocasıyla bir kez daha evlenebilmesi için, yabancı bir erkeğe bir günlüğüne nikâh edilmesi ve bir gün sonra boşanması. Geniş Bilgi: TDV İslâm Ansiklopedisi 1998, İstanbul, 18. cilt, s. 475-477.
[8] Ali Bardakoğlu, a. g. e.,s. 328-329.