Bir insanı doğunca insanlarla iletişim olmayan bir adaya götürüp bırakalım. Şimdi bu insan tek başına o adada büyüsün. Hayvanlar, ağaçlar, bitkiler, orman var. Yirmi beş otuz yıl sonra gidelim senin benim gibi konuşamıyor buluruz çünkü konuşmayı duyarak öğreniyoruz. Doğal olarak konuşamıyor olacak ama o adadaki her türlü hayvan sesini çıkartabilir çünkü onları duydu. Onlar gibi yer içer, onlar gibi yaşar ama bir şey daha olur, muhakkak, yüzde yüz bir Allah inancı olur ve o inandığı Allah’ı yaşadığı yerde zikreder. Ağaçlarda, hayvanlarda, bitkilerde, kuşlarda, kendisinde zikreder. Neden? Böyle olması gerektiğini hiç kimse öğretmedi ona. Çünkü onun insan oluşundan gelen donanımında o var. Bu nedenle Allah’ı yarattığında zikreder, Allah’a yarattığında inanır ve Allah’a yarattığında secde eder buluruz onu!
Bir toplumda büyümüş bir insan için neden böyle değil?
Çünkü ona Allah adına, inanç adına, kulluk adına ne öğretildiyse öyle bilir. Kendi zannımıza göre olanı zorlayarak, insanın kendi gerçek doğasını baskıladık, yok ettik. Allah’ın gayıpta olduğunu, yarattığından öteki olduğunu, yedi kat gökyüzünde olduğunu öğretmediğimiz insan Allah’ı yaşamın içinde zikrediyor, öğretilen gayıpta zikrediyor, bu böyledir. İnsan varsa inanç vardır, inanç varsa o inancı yaşamak vardır ve dolayısıyla zikretmek vardır. İnsanda neden zikretmek var? Eşyanın bir esması vardır. Dağ diyoruz, taş, ağaç, kuş diyoruz, güneş, ay, yıldız diyoruz. Her şeyin bir esması var ve o esmayla onu zikrediyoruz, tanımlıyoruz. Bu neden var, biz neden illa her şeye bir isim koyarak onu tanımlamaya ihtiyaç duyuyoruz? Mesela bundan yüz elli yıl önce otomobil yoktu, mühendisler otomobil diye bir şey tasarladılar, ürettiler hemen bir isim koydular, otomobil dediler, araba dediler, bir isim koydular. O otomobili oluşturan dört bin beş yüz tane parça var her bir parçanın bir ismi var. İnsanın kendisine bakıyoruz genel olan bir insan ismi var bir de o insan denilen bütünlüğü oluşturan her unsurun bir ismi var. Parmak, ayak, bacak, el, kaş, kol, kalp… Her alanda karşımıza bir isim ve o ismi zikretmek çıkıyor.
Bu nereden geliyor? Cenab-ı Allah’ın kutsî hadisinde, Künt ü Kenz sırrı olarak zikredilen “Bilinmekliğimi murat ettim” olarak muhabbet edip anlamaya çalıştığımız o sır, Kendi Zat-ı ilmiyesinde Kendisine mahsus ve Kendisine ait olanları bu murat neticesinde, batınındaki cem halinden zahirindeki cem haline tecelli ederek varlık âleminde zahire getirmiş oldu. Yaratılmışlıktan söz ediyorsak Allah’ın o yaratılmışlık dediğimiz, Kendiliğinde mevcut olan o özelliğini zahire getirmiş oluşundan söz ediyoruz. İşte bu zahire getirmiş olduğu şey Allah’ın sıfatıdır, her eşya yani her yaratılmışlık Zatına tâbî, varlığı Zatından olan, Zatıyla devam eden ve yine Zatına dönecek olan bir sıfatıdır. Bu sıfatların varlık âleminde zahire gelişi neyle gerçekleşiyor? Bir isim ve bir suretle. Sıfatının, Zat-ı ilmiyesinden varlık âleminde vücutlanarak zahire gelmiş olmasında giyindiği isim, Allah’ın bir hallerinden bir halini zikredişidir. Allah Kendi Zat-ı ilmiyesinde onu nasıl zikrediyorsa, batınındaki cemden zahirindeki ceme dönüştürdüğü için, yine aynı haliyle zikretmiş oluyor. Dolayısıyla bizim kesret dediğimiz, yaratılmışlık dediğimiz, Allah’ın Kendisini zikridir. İşte, Allah zikrettiği ve bir esmayla varlık âleminde zahire geldiği için insan da onu bir isimle tanımlıyor, bir isimle zikrediyor. Bu insan olmasının doğasından geliyor yani bunu yaratılışı gereği yapıyor.
Buz eriyor, eriyince suya dönüyor. Buz eriyince bilinçli olarak mı suya dönüşüyor yani istese başka bir şeye dönüşebilir mi? Dönüşemez, buzun eriyince suya dönüşmesi aslının su oluşundan gelen mecburiyetindendir. Buz mecburdur suya dönüşmeye, insan da Allah’a inanmaya ve Allah’ı zikretmeye mecburdur çünkü aslının O oluşundan geliyor.
Allah’ın cümle yaratılmışlık olan Kendi sıfatlarında Kendisini zikrediyor oluşu, varlığın var oluşunu, varlığın mümkünlüğünü ortaya koyuşudur. Allah ağacı zikrettiği için ağaç vardır, Allah suyu zikrettiği için su vardır, Allah kuzuyu zikrettiği için kuzu vardır, Allah insanı zikrettiği için insan vardır. Allah’ın, tecellisi olanı zikredişi tecelliyi var ettiği, onu mümkün varlık kıldığı için tecellinin varlığı, kendim dediği şey, Allah’ın tecellisi ve Kendisini zikredişidir.
Allah insanı zikreder, insan o zikre “Ben” der.
Şimdi Allah’ın insanı zikredişi, insanın o zikre “Ben” deyişi! Bu da bir zikirdir. Ama bu zikrin tevhit oluşuyla şirk oluşu arasında fark vardır. Allah Kendisini zikrettiği için esmalar zahirdir ve o esmaları da zikreden yine Allah’tır. Esmayı zikretmenin tevhit oluşu ve şirk oluşu arasındaki fark nedir? Esmanın hakikatini görerek zikrederse tevhit olur. Allah Kendi yarattığı Kendi tecellisini yine Kendi Zatındaki esmasıyla zikrediyor. Zikrediyor ki var! Mesela ağaç, elmalığı zikredip ona elma dediği için elma var, armudu zikredip armut dediği için armut var. Ağaç zikretmeye devam ettiği için varlıkları devam ediyor, böyle düşünmemiz lazım. Allah da insanı insan olarak zikrettiği için insanın varlığı devam ediyor. Ahmet’i Ahmet olarak zikrediyor, Hasan’ı Hasan olarak zikrediyor ama Allah’ın onları zikredişi Kendisinden ayrıyı zikredişi olmuyor. O zikredilen varlığın mümkün kılınmasıyla bilinirliğe çıkışı oluyor.
Devam edecek
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....