İSMAİL TEKİN yazdı: "Niyet, Diyet Ve Kısmet…"

İşe gidiyorum diye evden çıktım. Ver elini Gemlik, Narlı.

Balık tutmak için malzemelerim her an emrime amade arabamın bagajındaydı.

Narlı; küçük, şirin bir sahil beldesi… Sessiz, sakin, yeşillikler içinde, kafa dinlemek için ideal bir yer. Narlı ‘daki dalgakıranda bulunan deniz fenerinin beldeye bakan iç tarafına doğru kayaların üzerine yerleştim.

O esnada bir delikanlı geldi; selam verip “rastgele” dedikten sonra benim iki üç metre yakınıma çöreklendi ve balık tutmak için hazırlıklarını yapmaya başladı.

Ben de balık takımıma hafif bir kurşun bağladım, takımın ucuna iğne bağlamadan, oltamı yakınıma düşecek şekilde denize attım. Oltamın kurşundan sonra gelen misinası, rüzgârda uçuşarak, denize düşen kurşunla birlikte denizin dibini boyladı.

Yan tarafıma yerleşen delikanlının çaktırmadan beni izlediğini fark ettim. Yeni terlemiş bıyıklarının altından sinsi sinsi gülüyordu. Büyük ihtimalle kafayı yediğimi falan düşünüyordu.

Sanırım, O ‘nun düşüncesine göre balık tutmak için iğne bağlamadan denize olta atmak anlamsızdı…

Ben de yaşını başını almış bir insan olarak geldiğim nokta itibarıyla bırak oltanın ucuna iğne bağlamayı, balık tutmanın bile anlamsız olduğuna kanaat getirmiş durumdaydım. Dünya boştu, yaşadık gördük. Doğduğum andan bu yana, zaman hiç farkına varmadan gelip, geçmişti…

Bu arada Narlı Deniz Feneri ‘nin dibinde balık tutma muhabbetine saatler de geçti. Delikanlı arada sırada ufak tefek oldukları için ele avuca gelmeyecek balıklar yakaladı. Balık kovasının içinde beş altı tane balık birikti. Pişirmeye kalksan bir tavayı doldurmazdı.

Tabi ki ben de hiç yakalayamamıştım. Zaten oltamın ucunda iğne yoktu ki ne balığı yakalayacağım. Bir de arada sırada oltamı çekip göstere göstere tekrar tekrar denize atmıştım. Oltamı çekip attığım her seferinde delikanlı göz ucuyla beni takip ediyor. Hem bıyık altından gülmeye devam ediyor hem de başını sağa sola sallayıp gökyüzüne bakıyordu. Büyük ihtimalle “Allah’ım, çeşit türlü insanlar yaratmışsın, yaratmışsın da sanki yarattıklarınla ilgilenmeyi unutmuşsun, şuna bakar mısın” diye içinden geçiriyordu.

O sırada küçük bir sandal dalgakıranın içine doğru yönelmişti. Öyle tahmin ediyordum ki; sandalla yapmış oldukları balık avı sonunda sandalcı, sandalını kendi yerine bağlamak için kıyıya doğru yanaşıyordu. Düşündüğüm gibi oldu ve sandal yerine yerleşti. İçinde balık tutmaktan gelen iki kişi vardı. Biri sandalı kıyıya bağlarken diğeri de balık avı malzemelerini topluyordu. Malzemeleri toplayan balıkçı, bir posta malzemeyi kıyıya bıraktı ve sonra dönüp iki eline birer kova alıp kovaları da kıyıya bıraktı. O esnada sandalı kıyıya bağlayan balıkçı, kovalardan birini eline almış bize doğru yaklaşıyordu. Neredeyse kömür karası bir ten rengi vardı. Uzun süredir buralarda kalan birine benziyordu. Yaklaştıkça yüzünü daha net görüyordum.

Yanıma geldi, selam verdi. “İsmail Abi hoş geldin, seni buralarda görmek ne güzel, nasılsın iyi misin” dedi. O esnada beynimin bütün kıvrımlarında balıkçıyı arıyordum, son kez hatırlamak için zorlandığımda köşeli jeton düştü ve balıkçıyı anımsadım.

Bir tanıdık vasıtasıyla büroma babasıyla beraber gelmiş, “Nadir” adında bir delikanlıydı balıkçı… Babasının emeklilik dilekçesini yazmıştım, para teklif etmişlerdi, kabul etmemiştim. Emeklilikle ilgili işlemleri yaparken kimseden para almazdım. En sevdiğim işlerden biriydi; bir kişiyi stresli iş hayatının içinden söküp almak, kurtarmak... Eskiden emekli aylığı ile geçim oluyordu. Şimdi bunu söylemek mümkün değil. Her neyse ana dönelim.

“Oooo Nadir, merhaba… İyiyim sağ olasın, sen nasılsın, baban nasıl?” diye cevap vermiş oldum. Nadir, “iyiyim İsmail Abi” dedi, durakladı. Bir şey söyleyecekti lakin söyleyeceği şey boğazına takıldı sanki… Kendini zorladı, “Babamı kaybettik, İsmail Abi” dedi. “Ah, başın sağ olsun Nadir, tanıdığım kadarıyla baban çok iyi bir insandı, rahmeti bol osun, yattığı yerde dinlensin inşallah” dedim.

Nadir, “Dostlar sağ olsun” dedikten sonra elindeki kovayı olduğu gibi bana uzattı ve “İsmail Abi, biz yiyebileceğimizden fazla balık tuttuk, kabul edersen bunları sana vermek isterim” dedi. Balık ikram edilir de kabul edilmez mi? Nezaketen “Bir şartla parasını ödersem kabul ederim” dedim ama Nadir de bana “Balıkların parası yıllar önce senin tarafından bizden hizmet bedeli almadığın için ödenmişti, İsmail Abim. O yüzden tekrar bedel almaya gerek yok” dedi. “Teşekkür ederim Nadir, sağ olasın, hakkını helal et” dedim. “Helal hoş olsun, İsmail Abim, sen de bize hakkını helal et” dedi Nadir. “Ne demek Nadir, helal hoş olsun” dedim. Arkadaşı beklediği için, Nadir benden izin alarak yanımdan ayrıldı.

Bana komşu olan balık tutmaya çalışan delikanlı yaşananlara tanık olmuştu. Aslında şaşkın bir haldeydi. Balık takımlarımı ve eşyalarımı topladım, iki elime aldım. Delikanlıya yaklaştım. “Delikanlı” dedim, “Sana rastgele…”

Ve sonra devam ettim.

“Eeee delikanlı! Balık tutmak istiyorsan ilk önce niyet edeceksin. Sözle etmiş olmasak da kalkıp buraya gelmemiz de bir niyettir. Oltanın ucuna iğne bağlarsan, bağlamak için verdiğin emek niyetinin devamıdır ve kararlılığını gösterir. Lakin oltanın ucuna iğne bağlamadan balık tutmak istiyorsan çok önceleri bu işin diyetini ödemiş olman gerekir. Diyet abartılmış bedeldir. Bak, iğne kullanmadan balık tutmak için, ben vakti zamanında yaptığım bir hizmetin bedelini almayarak bir diyet ödemişim. Eeee… Bunun sonunda da kısmetim ayağıma geldi, sen de tanık oldun. Bu merhalelerden geçmek insana tecrübe kazandırır. Tecrübe insana ustalık kazandırır. Bazen biriktirdiğin tecrübelerle öyle ustalaşırsın ki; elini bile değmeden bir kova balık yakalayabilirsin. Bak işte senin de tanık olduğun gibi ben, bu balık yakalama sporunu yapıyorum. Öyle sanıyorum ki; sen de çalışıp çabalar ve belli bir mücadeleyi verirsen, ileride bu sporu yapabilirsin. Haydi, bakalım, tekrar sana rast gelsin… Ha bu arada dilerim ki; hayatında, sana yön verebilecek ustalara da rast gelsin... 

Delikanlı söylediklerimi yarın anlayacakmış gibi başını emme basma tulumba gibi salladı.

O an için önce sadece delikanlının hatıralarına girip çıkmadım; aynı zamanda dalgakırandan ve daha sonra da Narlı ‘dan çıkıp ayrıldım.

Eve vardım. Oltamın ucuna iğne bağlamadan yakaladığım balıkları pişirip, ev halkı ile beraber afiyetle yedik.

Niyet, diyet ve kısmetin muhabbetini sofrada da yaptık. Muhabbetin de balıkların da tadı damağımızda kaldı.

Muhabbet bitti, sofra kalktı, sonra da herkes kendi dünyasına daldı.

.....

Yazarın tüm yazıları için tıklayınız

.....

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.