TÜRK İŞ’in Mart 2024 verilerine göre Türkiye’deki açlık ve yoksulluk sınırı ürpertici.
Dört kişilik ailenin aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 16.793 TL, gıda ile birlikte diğer tüm temel harcamaları için haneye girmesi gereken toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) ise 54.700 TL.
Durumun bu olduğu ülkede emeklilere verilen kök maaş, 10.000 TL.
“Bir de bu çıktı şimdi?” diyorsunuz değil mi?
Kök maaş! Ne menem şey…
Oysa bu maaşın emeklilere “böyle kökleneceği” çıkmasın diye yapılan onca mücadeleye rağmen 1 Ekim 2008’de yürürlüğe giren 5510 sayılı kanun ile belli olmuştu.
Nasıl mı?
Hemen anlatayım.
Bu kanundan önce “en düşük emekli maaşı, asgari ücretin %110’undan daha az olamaz!” hükmü vardı.
Yani şu yerden yere vurulan “eski” diyerek aşağılanmaya çalışılan Türkiye’de… Kendilerini “muhafazakâr” olarak tanımlayanların “eski” kelimesine yüklemeye çalıştıkları anlam da hayli ironik…
Sözün kısası, “eski” kanun geçerli olsa bugünkü rayiçle en düşük emekli maaşı 35.700 TL olacaktı.
“Emekliyi bırak, halen çalışanların çoğu o aylığı alamıyor” dediğinizi duyar gibiyim.
Eh, siz de haklısınız!
Neyse, devam edelim.
Mevcut iktidar, eskiden “en düşük emekli maaşı, asgari ücretin %110’undan daha az olamaz!” olan hükmü “en düşük emekli maaşı, 1000 (yalnızca bin) TL’den daha az olamaz!” şeklinde değiştirdi.
Yetti mi? Elbette yetmedi.
Emekli maaş hesaplamalarında eskiden doğal olarak ödenen prim ne kadar uzun süreli ve yüksekse kişinin alacağı emekli maaşı da o kadar yüksek oluyordu.
Bu sistemle de oynanmaya başlanan 1999 ve 2002 duraklarından sonra 2008’de çıkan 5510 sayılı kanunla son darbe vuruldu ve şeytanın aklına zor gelecek “prim ödedikçe düşen emekli maaşı” sistemi getirildi.
Sadece yukarıda bahsettiğim iki değişiklikle “o maaşlar aslında 10.000 TL bile değil, biz lütfedip(!) 10.000’e tamamlıyoruz” dedikleri “kök maaşın” önü açılmış oldu.
Bütün bunları ben söylemiyorum, çalışma uzmanları söylüyor.
Kaldı ki ben de ilk işe giriş tarihi 16 Mart 1998 olmasına karşın 14 Mayıs 2013’te kamuya atanmış olması öne sürülerek 5510 sayılı kanuna göre emeklilik işlemleri yapılan, % 88 sürekli engelli raporuyla 19 yıl 4 aylık fiili hizmeti, toplam 6.987 ödenmiş prim günü olmasına rağmen sağlık bakanlığından emekliye ayrıldığı 2021 yılından bu yana kök maaştan öteye gidemeyen vatandaşlardan biriyim.
Bu arada %88 sürekli engelli raporuyla çalışmış bir vatandaşın 3600 prim gün ve 15 yıl sigortalık süresinde emekliliği hak ettiğinin, yukarıda söylediğim gibi emekli olurken 19 yıl 4 aylık fiili hizmetime karşılık gelen 6.987 ödenmiş prim günümün olduğunun altını çizeyim.
5510 sayılı kanunla gelen “engelli emekliliği” ille “malulen emekliliğin” birleştirilmesinin bambaşka bir garabet ve hata olmasının yanı sıra çalışan engelliler açısından hak kayıplarının da önünü açtığını, sürekli engelli raporu olanlardan dahi “emekli olurken de” rapor istendiğini belirtelim.
Ne yazık ki ben de yeniden rapor almak zorunda bırakıldım emekli olurken… O işin muhtemelen “ilk kurbanı” olarak yaşadıklarımı bir ben bilirim.
Düşünün!
Doğuştan engellisiniz, ömrünüzce engelli olarak yaşamış, tüm çalışma hayatınız süresince “engelli statüsünde” çalışmışsınız. Emekli olurken de engelliliğinizi ispat etmenizi istiyor hukuk bilmezlerin çıkardığı 5510 sayılı kanun.
Bu bir zulümdür!
Tıpkı engelli engelsiz ayırmadan hepimize layık görülen emekli maaşları gibi…
Eşitlik önemli, ama nerede eşitlendiğimiz daha da önemli.
Bugün, nispeten yüksek emekli maaşı olanlar mevcut mu bilmiyorum ama yakın bir gelecekte onların da akıbeti hoş olmayacak.
Bankaların verdiği üç yıllık en fazla 10-12bin TL -yılda 4bin ayda 330 TL’ye karşılık gelen- promosyonu bile kendi veriyor gibi gösterenleri yerel seçimde şöyle bir sarsan, dayatmaları sevmediğini ortaya koysa da kuyruğuna basılmadıkça ses çıkarmayan kedi yapısındaki toplum, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” dedi yıllarca.
Ama…
Son dönemde o yılanın bir gün hepimize illaki dokunacağını anladı az da olsa!
Yılandır sonuçta…
“Fıtratı” bellidir.
Değişim kaçınılmaz!
En başta 5510 sayılı kanun değişmeli, “çalışan ve emekliyi enflasyona ezdirmemek”, boş söz olmaktan çıkarılmalıdır.
Aksi halde…
Varlıkta değil yoklukta ve sefalette bir olmaktır bizi bekleyen…
Ekonominin “kökten” düzelmesi, gelir dağılımındaki adaletsizliğin giderilmesi, bu zengin ülkenin her bir vatandaşının hak ettiği hayat kalitesine erişmesi siyasetin başat konularından olmalıdır. Siyasetçiler ve partiler bunun farkına varsa hiç de fena olmaz. Zira mezarlıklar kendini vazgeçilmez zannedenlerle doludur.
Sosyal devlete, başta gelir dağılımı olmak üzere her sahada adalete ve herkes gibi herkesle beraber kaliteli yaşamaya susamış bu topraklarda cumhuriyet bilinciyle geleceği inşa etmenin bir “doğal refleks” olması şart.
İşte o zaman…
Bayramlar bayram olacaktır!
Haftanın Notu:
Fark eden etti; edemeyenlere sesleniş. (Bestelenmiş hali buradadır.)
Yalnızca komşun değil, sen de açsın yakında!
Karabasan olacak geceleri uykunda
İnanç vicdan gelecek başına üşüşecek
Ve ölüp gideceksin olamadan farkında!
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....