BURSA ARENA / Haber Merkezi
Pandemi sebebiyle ertelenen 39. İstanbul Film Festivali programında yer alan filmleri, çevrimiçi (online) izlemeyi sürdürüyoruz. İKSV’nin önde gelen uluslararası film festivallerinden derlediği zengin seçki, dijital ortamda sinemaseverlere keyifli günler geçirtiyor. Bu yazımızda ilk 15 filmlik seçkinin öne çıkan filmleri arasında yer alan ‘Berlin Alexenderplatz’ ve ‘Küçük Kız’dan söz edeceğiz.
Alfred Rublin’in 1929 tarihli ırmak romanı ‘Berlin Alexander Meydanı’nı, Fassbinder 15 saatlik bir televizyon dizisiyle sinemaya taşımıştı. Burhan Qurbani, Weimer Cumhuriyetinde geçen olayları günümüz Berlin’ine aktarıyor ve bir Gine-Bissau göçmen gencin üzerinden bu şehrin suç dünyasını izliyor. Belgesel yönetmeni Sebastien Lifshitz ‘Küçük Kız’da, üç yaşından beri kendini kız çocuğu gibi hisseden Sasha’nın yedi yaşındaki halini perdeye yansıtıyor.
Berlin Alexanderplatz
Göçmenliğin Burhan Qurbani’nin hayatında önemli yeri var. Çünkü kendisi Afganistan’ın Rus işgalinden kaçıp Almanya’ya göç etmiş bir ailenin oğlu. Almanya doğumlu, 40 yaşındaki Qurbani’nin bu dördüncü uzun metrajlı filminde, Fassbinder gibi bir ustanın 15 saatte anlattığı bir konuyu üç saat gibi kısıtlı bir süreye sığdırma çabası bir meydan okuma olarak karşılandı.
Qurbani’nin İstanbul Film Festivalinde gösterilen filmi, 2014 tarihli ‘Genciz, Güçlüyüz/ We Are Young, We Are Stong’da gözlemlediği ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının düzeyini ‘Berlin Alexander Platz’da iyice arttırdığı görülüyor.
Burhan Qurbani’nin Martin Behnlie ile müştereken yazdığı inandırıcı senaryo Almanya’ya kaçak giren mülteci kahramanının portresini müthiş ayrıntılar eşliğinde çiziyor. Film işsizlik, yokluk, parasızlık, göçmenlik gibi güçlü temaları, Berlin suç dünyası dekorunun içinde ustalıkla işliyor.
Alfred Rublin’in klasikleşmiş romanının Berlin doğumlu anti-kahramanını Qurbani, Akdeniz’i botla aşan, yolda sevgilisini kaybeden Gine-Bissau göçmeni, iri yapılı Francis’e dönüştürmüş. Kendine yeni ve temiz bir hayat kurmak, yeni bir başlangıç yapmak için azimli Francis, kaçak olarak çalıştığı işte, karıştığı bir olayda ırkçı işvereni tarafından haksızlığa uğrar ve kovulur.
Berlin’in uyuşturucu trafiğini kaçak göçmenler üzerinden yönetmeyi bilen Reinhold, işsiz ve çaresiz Francis’in üzerine kâbus gibi çöker. Suçtan ve şiddetten uzak yaşamaya azmetmiş göçmen genç, başta tüm karanlık teklifleri reddeder, ama Reinhold’un şeytanca zekâsına yenik düşer. Aşçı olarak işe alınan Francis pişirdiği yemekleri parktaki torbacılara dağıtır. Gece kulüplerinde, Reinhard’ın koynuna soktuğu fahişelerle hayatı renklenen Francis tuzağa düşürülerek çetenin bir soygun olayına karışır. Karşı çıkınca Reinhold tarafından soygun arabası kapısından asfalta atılır. Bir kolu kesilen Francis, sevecen bir fahişe olan Miege’nin evine yerleştirilir. Zamanla ikili arasında derin bir aşk filizlenir. Kötülük timsali, psikopat, ölüm meleği Reinhold ikilinin derin aşkını kıskanır, aralarını açmak için elinden geleni yapar.
Suça bulaşmadan ayakta kalamayacağını kısa zamanda öğrenen Francis, adını Franz’a çevirerek psikopat uyuşturucu tacirlerinden, altın kalpli fahişelerden bir dizi insanla yakınlık kurarak hayata tutunmaya çalışır. Tek kollu olmasına rağmen, karizması ve becerisiyle bir uyuşturucu baronunun himayesinde üst görevlere terfi eder. Francis, yaşadığı acı tecrübelerden sonra, fedailikle başlayan yeni hayatında, çete reisi Franz’a dönüşür. İşvereni, sonraları ortağı olan Reinhold’un şeytani planları hamile sevgilisi Meize ile arasını açar. Beş bölümlük filmin epilogu (son söz) bir yarı mutlu sonla noktalanır.
Todd Phillips’in (Joaquin Phoenix’li) ‘Joker’iyle akrabalıklar taşıyan film bizleri, uyuşturucu satıcılarıyla, fahişeleriyle Berlin’in suç dünyasının karanlık labirentlerinde bir yolculuğa götürür. Filmin yumuşak karnı, öyküsünde tek bir normal kadının olmaması. Filmdeki kadınların tümü fahişe. Ancak film, en zor şartlar altında bile iyi yürekli insanların var olduğunu iki fahişe üzerinden anlatıyor. Biri Franz’a baba olma mutluluğunu yaşatan Meize, diğeri kolu kesildikten sonra kendisini Mieze’nin evine yerleştiren, eski sevgilisi Eva.
Oyuncu kadrosunda, hayatta yolunun kesiştiği herkese felaket getiren, seks bağımlısı, nevrotik Reinhold kompozisyonunda olağanüstü performansıyla Albrecht Schuck öne çıkıyor. Kurtarılmayı bekleyen, yaralı patronunun üstüne benzin dökerek yakan ve onun yerine geçen Reinhold rolünde, gözüktüğü her sahnede diğer oyunculardan rol çalan Schuch unutulmaz bir psikopat cani karakteri çiziyor. Televizyon dizileriyle tanınan, Demokratik Almanya doğumlu, 35 yaşındaki aktörü, geçen yıl Almanya’nın Oscar temsilcisi ‘Oyun Bozan’ında izlemiştik.
Küçük Kız
1968 Paris doğumlu, belgeselleriyle tanınan Sebastien Lifshitz 12. uzun metrajlı filmi ‘Küçük Kız/ Petite Fille’de üç yaşından beri kendisini kız olarak gören yedi yaşındaki Sacha’nın öyküsünü anlatıyor. Sacha’nın başta annesi Karine olmak üzere, ailesinin güvenini kazanan Lifshitz, konuya sevgiyle yaklaşıp insanın içini ısıtan bir belgesele imzasını atmış.
Bu sevimli, insancıl, duygu yüklü film, iki yıl önce Cannes’da Altın Kamera Ödüllü ‘Kız/ Girl’ filmiyle akrabalıklar taşıyor. Film, erkek olmayı reddeden, hormon tedavisinden sonra kendisini kız olarak görebileceği bir ameliyata hazırlanan Lara’nın gerçek hayattan alınan öyküsünü anlatıyordu. Filmin senaryosunu yazıp yöneten Belçikalı Lucas Dhont, FİPRESCİ En İyi Film Ödülü’nü kazanmıştı. Lara’yı canlandıran Victor Polster ilk oyunculuk tecrübesinde En İyi Erkek Oyuncu seçilmişti.
‘Kız’ ile ‘Küçük Kız’ın erkek kahramanlarının ikisi de cinsiyet kimliği konusunda bunalım yaşıyorlar. Her ikisi de baleye büyük ilgi duyuyorlar. İkisinin de çevresi, cinsel huzursuzluk yaşayan iki erkeğin durumunu anlayışla karşılamayan insanlarla dolu. Sacha’nın okulunun muhafazakâr yöneticileri kendisine cinsiyetini dayatma adına sürekli sorunlar yaşatıyorlar. Lara’nın balerin arkadaşları, duşta cinsel organını gizleyerek yıkanırken kendisini sıkıştırıp çırılçıplak görmek istiyorlar. Bu da Lara’yı intiharın eşiğine götürüyor.
‘Küçük Kız’, bir çocuğun kendisinin dilediği gibi olma arzusunu, toplumun tepkilerini ve ailesinin tüm fobik saldırılara karşı dirayetli duruşunu, tarafsız bir dille anlatıyor. Filmin açılış sekansında Sacha’nın annesinin bir pedagoga oğlunun kendisini küçük yaştan beri kız olarak hissettiğini, kız kıyafetleri giymek istediğini, kız arkadaşlarının bale çalışmalarına katılmaktan mutluluk duyduğunu anlatır. Normal olan iki erkek kardeşi, ablası, annesi ve babasının, Sacha’nın durumunu kabullenip, kendisine yardımcı olmak için çırpındıklarını görürüz.
Okula kız kıyafetleriyle gitmek isteyen Sacha’dan okul idaresi resmi bir tıbbi belge getirmesini şart koşar. Karine, Sacha ile beraber Paris’e gidip Üniversite Hastanesine başvurur. Çocuğun durumunu anlayışla karşılayan pedagog Bargiachi’nin resmi raporunu okul idaresi sümen altı yapar. Uzun süre direnip aileye sorun yaşatan müdüriyet, Dr.Bargiachi’nin müdahalesinden sonra Sacha’nın okula kız kıyafeti içinde gelmesine onay verir. Bağnaz bir bale öğretmeni ise, kursa yazılmaya gelen Sacha’yı arkadaşlarının gözü önünde aşağılayıp kovar.
Kaynak: Şalom / Sanat