Ayata, Alabörü 'nün gözlerindeki derinliğe odaklanarak anlatmaya başladı:
“Bozboğa'nın, dedeni yaraladığı avda dedenle beraberdik. Obamızdan üç yiğit daha bizimle beraberdiler. Atlarımızı av sahasının dışında bıraktık.
Beş avcı, bulunduğumuz noktadan yıldız uçları konumunda ayrı yönlere doğru sessizce dağıldık. Yıldız ucu görevi bendeydi. Yıldız ucu görevini alan avcı, yaklaşık yüz adımda bir sola doğru yürüyerek adeta bir hilal çizer gibi avcılar arasındaki bölgeyi taramış olurdu. Deden solumda olduğu için sola doğru ilk tarama turumda dedene doğru yaklaşmış olacaktım. Nitekim de öyle oldu.
Ormanın derinliklerinde Sessizce yürürken önce Bozboğa'yı daha sonra da dedeni gördüm. Bozboğa dedenle aramızdaydı. Dedenin Bozboğa 'ya nişan aldığını yayını gerdiğini ve okunu bırakacağını fark ettiğimde, deden de beni fark etmişti. Bozboğa hedefteydi lakin Bozboğa 'nın yapabileceği en ufak bir harekette de hedefte ben vardım. Bu durum herhalde dedenin dikkatini dağıtmıştı ki; deden okunun yönünü yere doğru düşürmüştü.
Aynı anda Bozboğa beni ve de bir tuzağın içinde olduğunu fark etmişti. Çıldırmış gibi dedenin tarafına doğru koştu. Deden tekrar Bozboğa 'ya nişan almak için hamlesini yapmıştı ki; kendini kaybetmiş olan Bozboğa dedene vurdu geçti. Çok sert bir çarpışma oldu diyebilirim. Bozboğa korkudan ormanın derinliklerinde kaybolurken deden düştüğü yerden kol altını tutarak doğruluyordu. Bir an Bozboğa'yı unutup yerden doğrulan dedene destek oldum. Elinle tuttuğu koltuk altında kanama olduğunu görünce dedenin yeleğini ve mintanını yırtarak yarasına baktım. Kısa fakat derin bir yarası vardı. Deden, güçlü kuvvetli, çok dayanıklı bir yiğitti. Yarasını bastırarak yerde fark ettiği Bozboğa 'nın boynuzundan kopan küçük parçayı alarak yeleğinin cebine koydu..”
Alabörü, Ayata‘yı dinlerken içeride yanan kandilin alevi dışarıdan gelen hafif esintiyle dalgalanıyor, bu dalgalanma ile birlikte çadırın içindeki gölgeler adeta bir şaman dansına eşlik ediyorlardı. Ayata‘nın yüzünde de zaman zaman gölgeler oluşuyor, zaman zaman gölgelerin yerini gizemli bir aydınlık alıyordu. Bu aydınlık Ayata‘nın yüzünde dolunay parlaklığı yaratıyordu. Kim bilir belki de “Ayata” adını bu yüzden almıştı.
Ayata, oturduğu yerde küçük bir hareketle yerini sağlamladı ve anlatmaya devam etti.
“Bütün bunlar olurken; yaşanan telaş ve gerginlik içinde birkaç saniye de olsa Bozboğa ile göz göze gelmiştik. Bozboğa, ‘Seni istiyorum yiğit, seni kendime rakip seçtim. Ya sen beni öldüreceksin ya da ben seni” der gibi gözlerimin içine bakarak adeta ruhani bir mesaj vermişti.
Dedenle obaya döndük, yarası çabuk iyileşti. Bundan sonraki süreçte O ‘nun da benim de hayallerimi Bozboğa ile hesaplaşmak süslemeye başlamıştı. Zaman zaman bir araya geldiğimizde Bozboğa‘nın konusu açılır, onu nasıl avlayacağımızı birbirimize anlatırdık.
Bozboğa ile benim aramda bir sır oluşmuştu. Bu sırrı çok yakın dostum olmasına rağmen dedenle bile paylaşmadım. Çünkü Bozboğa ile aramızda ruhani bir mesajla ortaya çıkan rakiplik tılsımının bozulmasını istemiyordum.
Ayın yeni ay evresinde olduğu bir gece, gündüz hazırlamış olduğum avda kullanacağım yayımı, sadağımı, süngümü yanıma aldım. Atıma atladım ve ormanın yolunu tuttum.
Gece avı zordur, risklidir, bilhassa yeni ay evresinde daha da zor ve risklidir.
Beni ormanın derinliklerine çağıran sesin Bozboğa ‘nın ruhani sesi olduğunu hissediyordum. Korkusuzdum lakin çok dikkatliydim ve çok sessiz hareket ediyordum. Ne kadar sessiz olursum olayım, ormanın geceleri ortaya çıkan canlıları beni fark ediyorlardı, tabi ki bende onları fark ediyordum. Onlar, sanki benim avım olmadıklarını, benim de onlara av olmayacağımı biliyorlardı. Karşılıklı bir sulh anlaşması dâhilinde olabildiğimiz kadar sessiz olmaya çalışıyorduk.
Farkında olmadan ormanda oldukça fazla yürümüş, geçen vaktin farkına varmamıştım. Ormanın yanında bulunan gölün kenarına vardığımda ışık çıkartan bir iki ateş böceğinin ışıkları gölün üzerinde adeta dans ediyordu.
Yorgunluğumu alması için yüzüme su çalmak istedim. Göle doğru eğildim, avuçlarıma su alıp birkaç kez yüzüme çaldım. Bir kez daha yüzüme su vurduğumda arkamda bir varlığın olduğunu hissettim. Gök Tanrı‘nın içime doğurduğu his ile irkildim. Bozboğa gelmişti, bundan emindim.
Yayım ve ok torbam atımın üzerindeydi. Kendimi savunabilmem için sadece belimde süngüm vardı. Bozboğa ‘nın beni yere yıkıp üstümde tepinmesi, boynuzlarıyla bedenimi delik deşik etmesi ve bütün kemiklerimi kırmasının tam zamanıydı.
Büyük ihtimalle Bozboğa‘da bu düşüncenin rahatlığı vardı; beni rakip seçmiş olmasıyla birlikte bu kadar kolay beni öldürebileceğini o bile tahmin etmemişti, sanırım…
Süngümü kavramamla birlikte aniden arkama dönerek Bozboğa‘nın sağlam boynuzundan tutup başını bükerek boğazını tek bir harekette süngümle kestim. Bozboğa dâhil ormandaki ağaçlar, böcekler, kuşlar, kurtlar dahi ne olup bittiğini anlamadan Bozboğa, yorgun bir bedenin sırtından umarsızca yere bırakılan bir buğday çuvalı gibi yere düştü. Yere düşmeden can vermişti. Göz göze geldiğimizde gözlerindeki son ışık halesi de söndü.
Bu kadar kolay olabileceğini kimse beklemiyordu ama Bozboğa ile ilk göz göze geldiğimizde bana ilettiği ruhani mesajda gizli olan hadise; aslında beni rakip olarak değil, celladı olarak seçmiş olmasıydı.
Gök Tanrı Bozboğa‘yı dedenle dostluğumuza kurban edeceğini, bunun da benim elimle olacağını bir gece rüyamda bana bildirmişti..”
Ayata, “İşte böyle yiğidim; gördüğün ve tahmin ettiğin gibi yerde serili olan post da, kütüğün üzerinde bulunan boynuzlar da Bozboğa‘nındır” diyerek sohbetini sonlandırdı.
Alabörü‘nün gözlerinin içine bakarak “Oğul, ben sana Bozboğa‘nın hikâyesini anlattım. Şimdi sıra sende, de bakalım sen gecenin ortasında ormanda ne arıyorsun? Derdin nedir, biz senin derdine derman olabilir miyiz? Biraz da sen anlat bakalım” dedi ve sözü Alabörü‘ye bıraktı.
Sevgili okurlarım!
Biz, şimdi sizlerle bir hafta bekleyelim.
Bakalım Alabörü ne arar ki; aradığını bulabilir mi, Ayata Alabörü‘ye kılavuz olabilir mi?
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....