Yaz geldi ve güneşten çok da istifade edemedik henüz. Virüsten dolayı sahil kıyılarına gidip, kamplar, otel, motel tatiline çok kişi gibi ben de sıcak bakmıyorum, en azından bu yaz sanırım tatilsiz geçecek.. Bence böyle geçmeli de..
Ankara yakınlardaki ilçeleri ve köyleri gezmeyi düşünüyorum ki en fazla 100-150 km. uzakta görülmeye değer yeşillikler içinde, oksijeni bol, insan ve araç trafiğinin az olduğu sessiz sakin dinlendirici yerler düşlüyorum..
Kısıtlamanın olmadığı günlere denk gelen birkaç gün öncesi 80, 100 km. uzaklıktaki güzel bir köydeyim.
Sabah güneş henüz doğarken, sakin sessiz yollarda müzik eşliğinde ara ara etrafı seyrederek, o güzelim havayı teneffüs ederek geldim bu güzelliğe.
Yol boyu içimde bir huzur, bir huzur ki anlatılacak gibi değil..
“Doğa gibisi var mı” dedim kendime, en güzel doping, hatta terapi adeta.
Güne erken başladıklarından olsa gerek daha köyün girişinde birçok insanla karşılaştım.
Daha önce de defalarca gittiğim için çok kişiyi tanıyorum orada ve onlar da beni..
Her yaşlının çocuğu, her amcanın yeğeni, her ihtiyarın torunu oluveriyorsunuz hemen.
O kadar sıcak, samimi insanlar ki herkes sizi evinde misafir etmek istiyor.
Şehrin arbedesi içinde (bu sıcak köy halkının samimiyetine benzemeyen) solgun, asık suratlı insanların, resmileşmiş komşuluk ilişkilerinin, hatta ve hatta aynı apartmanda olduğu halde kimsenin kimseyi tanımadığı yerlerden, böylesine samimi sıcak insanların olduğu yerlerin var olduğunu bilmek huzur veriyor.
Örneğin, daha köyün ilk girişinde geniş bir köy meydanı karşılıyor ..
Ve o meydanın bir köşesinde yine kahvehane..
Ve illa ki o kahvehanede yine yaşlı amcalar.
Ve hemen de aracınızın önünü kesercesine sorguya çeker gibi sevimli sorular..
- Hoşgeldin yeğenim, kimsin, kimlerdensin, kime geldin..
Çaktırmadan ve gülmeden düşünüyorum; bu amcalar buraların bilirkişisi herhalde, ya da köyün güvenlik görevlisi..
Oysa ki daha önce geldiğimde de aynı sorguya çekilmiştim, yaşlılar çabuk unutuyor.. Bu seremoni de bitti diye ilerliyorsunuz bu defa da köydeki yaşlı teyzeler aynı soru yağmuruna tutuyorlar.. Hımm.. bunlar da kadın güvenlik görevlileri dercesine gülümsüyorum kendi kendime..
"Oooh!.." diyorum, "bu aşamadan da geçtik sırada ne var" derken, aracın önüne çobanlarının otlatmaya götürdüğü bir koyun sürüsü çıkıyor.
Saygı duruşunda gibi bekliyorum yoldan çekilmelerini; aslında çok güzel bir sahne; koyunlar, çan sesleriyle bir ritim eşliğinde resmi geçitmişcesine şık bir ahenkle süzülüp geçiyorlar..
Köyün öbür ucundaki evimize ulaşıncaya kadar muhteşem görüntülerle karşılaştım.
"Ooohh.. koyunlar gitti bu da bitti" derken, yine çobanlarının otlatmaya götürdüğü bir inek sürüsü ve ben onları yine selamlarcasına duruyorum..
Seviyorum köydeki bu sabah trafiğini, ardında toz dağıtarak giden hayvan sürülerini, boynundaki çanların ritmik seslerini, geçip giderken hatırını sorduğum o masum yüzlü çobanları..
Bu aşamadan sonra eve de ulaşmış oluyorum..
Mesire yeri ve dinlence evi olarak kullandığımız bu sıcak mekan da sıkılmış ve beni bekliyormuş gibi.. Bagajdaki çantalarımı eve taşıyıp derin bir nefes alıyorum..
Evin balkonuna çıkıp bütün ağaçları, yeşillikleri, etrafta gezinen tavukları, arı, böcek hepsini selamlıyorum...onlara sesleniyorum; "Merhabaa!.."
Onlar da beni selamlıyor.
Hiç zaman kaybetmeden hazırlanıp, etrafı gezmek için çıkıyorum evden, doğruca en yakın dere kenarına.. Su boyunca yürüyorum ve o muhteşem kuş sesleri de eşlik ediyorlar. Ben anlıyorum ki onlar da “Merhaba, hoş geldin” falan diye sesleniyorlar.
Pınarın buz gibi suyuyla ellerimi yıkıyorum, iki avucumu suyla doldurup çocuklar gibi havaya serpip yağmur yapıyorum.. Ve kendi kendime “bugün çocuklar gibi özgür olmalıyım” diyorum.
Aklımda olanları, üzüldüğüm her şeyi, neşemi, sevincimi dere kenarındaki söğüt ağaçlarıyla paylaşıyorum. Rüzgardan sallanan yapraklarıyla beni onaylıyorlar ve gülüyoruz birbirimize..
Doğa ve doğal hayat en güzel, en samimi ve en güvenilir ortak..
Dere kenarından uzaklaşırken fotoğraflar da çektim, yeşillin bu eşsiz güzelliğini resmettim.
Aman Yarabbi ne kadar da güzel ve dinlendiriciler..
Sürekli kardeşlerimle ve diğer aile bireylerimle geldiğimiz bu yer, bazen de tek başına gelindiğinde de ayrı bir güzel oluyor.
Şimdi kalabalıkta olduğu gibi keyifli gelmese de mangal sefasına başlıyorum; sevdiğim parçaları dinleyerek müzik eşliğinde balkon masasına soframı hazırlarken, evin önünden geçen köylülerin “hoş geldin” faslıyla devam eden bu keyifli süreç, hava kararıncaya dek devam ediyor.
Uzun süren yemek faslından itibaren, azıcık serinleyen fakat üşütmeyen havayla geceye de “merhaba” diyorum.
Fondaki müzik cırcır böceklerinin sesleriyle bütünleşiyor, uzaktan gelen derenin su sesi de tamamlıyor bu muhteşem atmosferi ..
Muhteşem.. Zira şehrin o bıkkınlık getiren gürültüsünden çok farklı ..
..
Bu geldiğimde buraya bir isim de taktım kendimce.. “Huzur Köşesi”..
Evet, “merhaba huzur köşem..”
Ertesi sabah olduğunda yola ne kadar geç çıkarsam burada daha çok zaman geçirmiş olurum diye balkonda kahvaltı ve peşinden de bol köpüklü keyif kahvem..
Ve sıra ayrılış saatime geliyor, “Haydi Abbas vakit tamam” deyip dönüş yoluna koyuluyorum..
O yemyeşil doğayı seyrederek ulaştığım Kurtboğazı Barajı’nın manzarasıyla anayola ilerliyorum.. Ver elini Ankara..
Geriye dönüp düşündüğümde bu 5 Haziran'da anılan “Dünya Çevre Günü” falan, sanırım o beton yığınlarıyla dolu şehirler için düzenleniyor. Zira bizim kırsalımız, köylerimiz yılın 365 günü doğanın düğün şenliğinde, yemyeşil ve tertemiz hep.. Bir gün de neymiş ki?
..
Hoşça Kal "Huzur Köşem"
En kısa zamanda tekrar gelmek üzere..
..
Huzur bulduğumuz her insan, her köşe, her olay bizleri bulsun dilerim.
Sağlıkla, saygıyla, sevgiyle kalın.
Tebrik ederim Şayan hanım, muhteşem bir yazı. Okurken kendimi o yeşilliklerde kuş seslerini duydum adeta.. O kadar güzel anlatmışsınız ki..