Çocukluk, gençlik, okullar ve eğitim süreci, peşinden de iş hayatı falan derken ömrümüz akıp gidiyor ve yılların farkına bile varamıyoruz.
Fakat önemli olan önce sağlık, sağlık olmayınca neyin anlamı var ki.
Sağlıklı ve sağ salim hayatta olmak.
Hayatta olmak deyince tabii bugün hayatta kalamayan ve önem verdiğim güzel insanları da hatırlamamak elde değil.
Lise yıllarımda herkes gibi birçok sınıf, okul arkadaşlarım vardı.
1970’lerin son dönemlerinde terörün, siyasi çatışmaların yoğun olduğu o hareketli yıllar.
O ergen dönemlerimizde çok da neyin ne olduğunu pek kavrayamadan, sempatizanca olsa da sağ-sol diye taraflara bölündüğümüz yıllar.
Ailelerimiz sürekli telkin ederdi, “sakın sağa sola karışmayın okulunuza gidin, derslerinize iyi çalışın” diye..
İsmi o yıllarda Yapı Meslek Lisesi olan ve 2005 yılında Mimar Sinan Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi olarak değiştirilen okulda öğrenciydim. Bölümümüz de Teknik Ressamlık.
Geleceğe ümitle bakan pırıl pırıl başarılı öğrencilerdik..
Okuldan mezun olduk sonra yüksekokul ve ardından iş hayatına atıldık.
Fakat bazıları işte o güzel hayallerine kavuşamadı maalesef.
En üzüldüğüm de budur.
Sınıf arkadaşım “Erdal Eren” den bahsediyorum.
Belirli günlerde anılan ve daha sonra hatırlamaya ara verilen “Erdal Eren”..
12 Eylül darbesinden sonra, hakkındaki suçlamaların hiç birisini kabul etmeyen ve ıslah edilmesi dahi akla getirilmeden 17 yaşında idam edilen; Dönemin paşası Kenan Evren tarafından “Asmayalım da Besleyelim mi..” diye yargıya yön gösterdiği o gencecik çocuk..
…
İnfazı öncesinde ailesine yazdığı son mektubunu okudum biraz önce.
Şu cümleleri hafızamda hep kalacak;
“Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizin de bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler..”
Bugün darbenin yapıldığı 12 Eylül veya Erdal’ın idam edildiği 13 Aralık falan da değil. O günlerde zaten birçok insan anıyorlar, hatta sürekli istismar edenleri dahi gözlüyorum. Yıllık gündem menülerine yerleşti mi oh ne ala, bir gün sonra unutuyorlar tabi. Benim çoğu zaman aklıma geliyor, bugün de geldi. Sadece ben mi o devre arkadaşlarımızın da hep akıllarında; içimiz sürekli sızlıyor.. O bizim sınıf arkadaşımızdı ve henüz 17 yaşındaydı.. Bugün duygularımı sizlerle de paylaşmak istedim.
Bu yazdıklarım bilinsin ki,
O, her şeyden önce sınıfımızın en sakin, biraz içe dönük, uzun boylu, solgun benizli, dalgalı saçlı, sakin, çok da düzgün bir öğrencisiydi.
Kışın kürklü yakalı kahverengi parkasını giyer o soğuk havada beyaz yüzü kırmızı olurdu, tıpkı mahcup olduğu esprili bir olay olduğundaki gibi.
Sakin fakat gülmek için bahane arayan, en küçük espride dahi kahkahalar atan o çocuk.
Herkesin çok sevdiği terbiyeli, mahcup duruşlu, bize göre uzun boylu canımız, arkadaşımız.
Bizlerle hiç siyaset de konuşmazdı, ayrıca çok konuşkan da değildi. Hiç birimiz de daha reşit yaşlarda bile değildik zaten.
Diyorum ya, daha lise 2. sınıf öğrencisiydik, iyi niyetli, saf temiz..
Ve o ses ebediyen susturuldu.
“Peşinden koştuğu davası falan önemli de değil, bunlar bir yana; O, henüz 17 yaşında bir çocuk idi”..
Daha ne söyleyeyim..
Sizlere de ne söyleyelim ki Evren Paşa ve ardındakiler..
Ne söyleyelim?..
Allah bildiği gibi yapsın sizleri de..
..
Sevgili Erdal ve diğer sağdan-soldan 12 Eylül Şehitleri.
Sevgili Vatan Evlatları,
Sizler daima gönlümüzde olacaksınız.
..
Herkesin fikirlerini özgürce dile getirebildiği, kavgasız, dövüşsüz, ölümsüz tartışabildiği demokratik ve huzurlu günlere.
Sağlıkla, saygıyla, sevgiyle kalın.