Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ile silah arkadaşlarının başlattığı kurtuluş mücadelesinin, halkımızın da kahramanlığı ve fedakarlığıyla başarıya ulaşmasının ardından 29 Ekim 1923 tarihinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti 97. yaşına girdi. Bu süre içerisinde Cumhuriyet neler yaşadı, nelere tanık oldu?
Kurucu lider Atatürk’ün hayatta olduğu 1938 yılına kadar olan dönemde aydınlatmacı reformlar ile yoğun yatırım ve kalkınma hamleleri gerçekleştirildi.
1938'den 1950’ye kadar olan döneme ikinci dünya savaşının gölgesi düştü.
Çok partili hayata geçilen 1950’den sonraki 70 yıllık dönemde Türkiye, ekonomik ve sosyal gelişmeler ile dünyayla kucaklaşma konusunda önemli adımlar atarken, 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleriyle demokrasisi kesintiye uğradı.
1961 Anayasası ile getirilen özgürlükler 12 Mart müdahalesiyle budandı, 1982 Anayasası’yla da yeni baştan düzenlenerek ‘ama’lı, ‘ancak’lı kurallara bağlandı.
Darbeci askerlerin farklı şekiller vermeye çalıştığı ‘Demokratik Cumhuriyet’e, kuruluşundan beri musallat olan cemaatler, tarikatlar ve emperyalist güçler, özellikle son 40 yılda saldırılarını artırdı.
Bu saldırılar cumhuriyetin ilk yıllarında doğrudan yapılırken, daha sonra Siyasi Partiler, sivil toplum kuruluşları, basın-yayın organları ve kamu kurumlarına sızarak devleti ele geçirme girişimine dönüştü.
NUMARALI CUMHURİYET
Türkiye Cumhuriyeti bir dönemde numaralanmak istendi. ‘İkinci Cumhuriyetçiler’i belli bir yaşın üstünde olanlar iyi hatırlar.
Sovyetler Birliği'nin çöküşü, bir yandan ‘Küreselleşme’ sürecini tetiklerken, diğer yandan ‘İkinci Cumhuriyetçi’ denilen, dinciliğe ve etnik ayrılıkçılığa destek veren, Amerika ve Avrupa hayranı, ‘solcu ve sözde liberal’ bir grup yarattı. ‘İkinci Cumhuriyet’ ifadesi Liberal sol görüşlü bir ideoloji çizgisinde ilk olarak 31 Ocak 1991'de Mehmet Altan tarafından ortaya atıldı. Bu siyasi görüşün destekçileri sivil siyaset üzerindeki ordu vesayetinin yok edilmesi, rejimin bürokratik yapısının ve devletçi ekonomi anlayışının değişmesi gerektiğini savunuyorlardı.
Küreselleşme süreci ile birlikte ortaya çıkan ve liberaller ile Marksist siyasi görüştekileri bir araya getiren bu akım, sağ iktidarların desteğiyle gittikçe güçlenen cemaat ve tarikat mensuplarıyla birleşerek medyaya egemen oldu.
Bu süreçte Türkiye’de, küreselleşmenin resmi dili olan Amerikan İngilizcesi'nden alınan sözcük, kavram, deyim ve deyişlerle "medyatik" bir özel dil de oluştu.
ÖZEL DİLİN (JARGONUN) SÖZLÜĞÜ
Prof. Dr. Emre Kongar’ın oluşturduğu minik sözlükte yer alan bu tanımlardan bazıları şöyle:
Fransız kalmak: Olup biteni, konuşulanları anlayamamak, çevreye yabancı kalmak.
Cinsel tercihlerini özgürce kullanmak: Homoseksüel olmak.
Gay (okunuşu gey): Homoseksüel.
Beyaz Türkler: Zenginler.
Seviyeli bir birliktelik yaşıyoruz: Her iki tarafın da kazançlı çıkacağı, medyatik bir reklam olayı tezgahladık.
Tarihimizle barışalım: Cumhuriyeti ve Atatürk Devrimlerini mahkum edelim.
Devletle milleti barıştıralım: Laiklikten vazgeçelim.
Cumhuriyeti demokratikleştirelim: Dinciliğe, ayrılıkçı etnikçiliğe, dış güçlerin denetimine izin verelim.
Yeni şeyler söyleyin: AKP iktidarına destek verin.
Statükocu olmayın: Cumhuriyetin temel değerlerinden ve Atatürk Devrimleri'nden vaz geçin.
Siz jakobensiniz: Siz anti-demokratik bir devrimcisiniz, çünkü Atatürk devrimlerini savunuyorsunuz.
Sizin söyleminiz resmi söylemdir: Siz devletin resmi görüşünü savunuyorsunuz.
Biz de Mustafa Kemal'den yanayız: Biz de Kurtuluş Savaşı'nı destekliyoruz ama Atatürk Devrimlerine karşıyız.
LİBOŞLAR VE AKTROLLER
Rahmetli Uğur MUMCU’nun, Turgut Özal’ın partisi ANAP iktidarı döneminde ‘Liboş’ dediği bu kesime, yaygın olarak ‘Liboş’, ‘Entel liboş’ ve ‘Dönek’ denildi.
İkinci Cumhuriyetçi solcular ile liberaller Yeni Demokrasi Hareketi adıyla (YDH) partileşme denemesinde bulundu, ancak ilk seçimde başarı gösteremeyince dağıldı.
Bu hareket ‘Yetmez ama evet’ sloganıyla uzun süre AKP iktidarına da destek verdi.
Doç. Dr. Faruk GÜÇLÜ, İkinci Cumhuriyetçilerin Atatürk ve Cumhuriyet’i eleştirmek adına siyasal islamın, özellikle ABD destekli FETÖ’nün ciddi mevziler elde etmesinin önünü açtığını savunarak, “Sonuç olarak bugün ülkemizin içinde bulunduğu vahim duruma fikren ciddi katkı sağlayan bir ideolojik akım olarak anılacaktır İkinci Cumhuriyetçiler’ diyor.
ÜÇÜNCÜ CUMHURİYET Mİ, ÜÇÜNCÜ DÖNEM Mİ?
Günümüzde ise bu kez Üçüncü Cumhuriyet tartışması var.
CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici’nin, sosyal medyadaki bazı paylaşımları ‘Üçüncü Cumhuriyet” açıklaması diye yorumlanarak büyük tepki görmüştü. Kesici’nin, partili Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan’ı, bir Milletvekili olarak, önce mesajla, ardından da Saray’a gidip bizzat kutlaması da eleştirilmişti.
İlhan Kesici ise, tepkiler üzerine sosyal medyada yaptığı açıklamada ‘Üçüncü Cumhuriyet’ten söz etmediğini, Türkiye Cumhuriyeti’ni 3 dönem olarak değerlendirdiğini savunuyordu.
Kesici, bu üç dönemi kendince şöyle sıralıyordu:
-1. Dönem, 1923 – 1950. Tek partili parlamenter sitem dönemi.
-2. Dönem, 1950 – 2018. Çok partili parlamenter sistem dönemi.
-3. Dönem, partili Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi dönemi.
CUMHURİYET TEK: NUMARALAMAYA NE GEREK
Biz diyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti tektir, rakam sıralamasına tabi tutulacak, üzerinde oynanacak, etrafından dolanacak, anayasaya aykırı yöntemlerle eğilip bükülecek, budanacak, coşkuyla kutlanması yasaklarla, dolaplarla önlenecek bir rejim değildir.
‘Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir. Ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklal Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.’
Bu niteliklere yer veren Anayasa’nın ilk üç maddesi değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez.
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
---
BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN
remzidilan_48@hotmail.com
Mükemmel bir yazı. Teşhisinizi ve koyduğunuz tedavi yönteminiz için kutluyorum