Ben burada destanın sadece bir bölümünü anlatacağım. Bildiği­niz gibi sürgünden sonra bizim turistik amaçlarla da olsa anavatan Kırım’a gitmemiz yasaklanmıştı. Hatta ikamet mahallinden 5 km. uzağa gideceksek izin almamız gerekiyordu. Yetkililerden izin almak kaydıyla Rusya’nın her tarafına gidebilirdik. Fakat Kırım’a asla. Bizi en çok kahreden de buydu. Vatanımızı ziyaret etmeyi dahi çok görmüşlerdi. Sürgün yıllarında Kırım’dan elimizde kalan resimlerle avunduk. Kırım’a ait tek tük eşyamızı mukaddes bir emanet gibi sakla­dık. Bir fırsatını bulup ta Kırım’a gidip gelen kardeşimizi hacca gi­dip gelmiş gibi hürmetledik. Kırım’ı hiç ama hiç unutmadık. Hâsılı Kırım’la yatıp, Kırım’la kalktık. Kalbimizdeki Kırım sevgisi bütün şiddetiyle artarak devam etti ve aradan tam 40 yıl geçti. 1984 yılı da bizi sevince boğan bir düğün davetiyesi aldık. Daha önce Kı­rım Türklerine, anavatanlarına dönme imkânı tanıyan, ancak çok az kişinin yararlandığı kanundan istifade ederek Kırım’a yerleşen bir akrabamız, bizi düğüne davet ediyordu. Eğer bu fırsatı değerlendirebilirsek Kırım’ı görebilecektik. Allah’ım bu ne büyük fırsattı. 24 yaşında ayrıldığım Kırım’ı 40 yıllık ayrılıktan sonra 64 yaşında tek­rar görebilecektim.

Gelen davetiye ile gerekli mercilere başvurarak Kırım’a gidiş vi­zesini aldık. Eşim, ben ve torunumla birlikte yıllardır hasretini çekti­ğimiz Kırım’a kavuştuk. İlk iş olarak Albat’taki evimizi görmeye git­tik. Çok merak ediyorduk. Acaba evimiz yerinde duruyor muydu? Yoksa yıkılıp yeni ev mi yapılmışta? Ana cadde üzerinde otobüsten inip, evimize giden sokağa girdik. Özen ırmağı üzerindeki köprü­den geçip, evimize yaklaştık. Bir de baktık ki evimiz olduğu gibi du­ruyor. Ne evde ne de bahçede en ufak bir tadilat yapılmamıştı. Ta­biri caizse bir çivi bile çakılmamıştı.

Büyük bir heyecanla nefes nefese bahçe kapısının önüne geldik. Gözlerimiz dolu dolu oldu. Büyük bir teessürle ve içimiz kan ağla­yarak baba ocağını seyrediyorduk. O sırada, bizim bu halimizi gö­ren bir Rus evden çıkarak, ne istediğimizi sordu. Biz de, 1944 yılında bu evden sürgün edildiğimizi, şimdi ise davetli olarak Kırım’a geldi­ğimizi, eğer mümkün olursa evi şöyle bir görmek istediğimizi ifade ettik. Rus anlayışlı insanmış. Bize: ‘Hay hay, buyrun görebilirsiniz’ dedi. Büyük bir sevinçle bahçe kapısını açıp içeri daldık. Eşim ve to­runum evi görmeye giderken, ben evin önünden akıp giden Özen su­yuna doğru koştum. Bahçedeki meyve ağaçlarının arasından geçerek Özen’e ulaştım. Önce abdest almak ve o şekilde evime girmek istedim. Özen’in, Aypetri dağından akıp gelen buz gibi temiz ve berrak suyu ile abdestimi aldım. Evime giderek yaşlı gözlerle ve içimden, evimin-yurdumun iadesi için Allah’a dua etmeye başladım. Eşimle Rus ko­nuşurlarken ben de bir taraftan dualarımı tekrarladım.

O sırada bitişik odadan sarhoş bir adam çıkageldi. Leş gibi içki kokuyordu. Ev sahibi: ‘Benim damadımdır.’ diye tanıttı. Bizim de kim olduğumuzu söyledi. Bunun üzerine sarhoş damat, kayınpederine: ‘Bu vatan hainlerini niye eve alıyorsun? Derhal bunları defet. Yoksa ben tekme-tokat kapı dışarı atarım.’ diyerek bağırmaya başladı. Bir tatsızlığa sebebiyet vermemek için hemen evden ayrıldık. Bahçe ka­pısına gelince, kapının bitişiğindeki kuyu gözümüze takıldı. Kuyuyu görünce, o anda Tacikistan’da hasta yatağında yatmakta olan ve 85 yaşında bulunan annemin ricası aklımıza geldi. Annem, Kırım’a gi­deceğimizi öğrenince: ‘Aman kızım, Kırım’a gittiğinizde evimizin önündeki kuyunun suyundan bana bir şişe su getirmeyi unutma!’ demişti. Belki de bu hasta annemin son arzusuydu. Yerine getiremez-sem ömür boyu vicdan azabı çekerdim. Bir an kuyunun yarımda do­nup kaldık. Çünkü su koyacak şişemiz veya başka bir kabımız yoktu. Etrafta tanıdık biri de yoktu. Ne yapsak acaba? diye düşünüp du­rurken, evimizin sahibi Rus tekrar çıktı. ‘Ne oldu? bir problem mi var?’ diye sordu. Biz de kendisine annemin isteğini anlattık. Derhal eve giderek boş bir şişe getirdi. Kuyudan su çekerek şişeyi doldur­duk. Annemin isteğini yerine getirmekten mutlu olduk.

Kırım’da günler göz açıp kapayıncaya kadar çabuk geçti. Ayrılık günü geldi ve Tacikistan’a döndük. Anacığıma Kırım suyunu takdim ettik. Bir çocuk sevinci içinde, şişedeki suyun yansını içti ve şişenin ağ­zını itina ile kapatarak şöyle dedi: ‘Bu şişeyi ve içinde kalan suyu iyi saklayın. Ben ölürken bu Kırım suyunu ağzıma damlatmanızı size vasiyet ediyorum.’ Kısa bir süre sonra annem, Kırım hasretiyle aramızdan ay­rılıp, Allah’ın rahmetine kavuştu ve vasiyeti yerine getirildi.

Nihayet 1989 yılma geldik. Bildiğiniz gibi Rusya’da değişiklikler oldu. Kırım’a dönüş başladı. Biz de diğer soydaşlarımız gibi anava­tana dönme hazırlıklarına başladık. Büyük oğlumu Kırım’a gönde­rerek evimizi satın almasını istedik. Kırım’a hem de kendi evimize dönmek istiyorduk. Evimizde oturan Rus’la görüşüldü, konuşuldu. Rus evi satmak istemedi. Büyük oğlum ne pahasına olursa olsun evi alacağımızı, eğer satmazlarsa evle birlikte kendisini yakacağım söy­leyince Rus razı oldu ve evimizi bize sattı. 46 yıllık ayrılıktan sonra tekrar evimize gelip yerleştik. Allah Teâla dualarımızı kabul etti. Şu anda çok mutluyuz. Artık anavatanda yaşayacak ve öldüğümüzde Kırım’ın sıcak toprağına gömüleceğiz. Allah, kimseyi vatansız bırak­masın evladım dedi ve Pakize hanım sözünü tamamladı.”(2)

Kırımlılar, insan kasabı Stalin tarafından, Ahıska Türkleri gibi, ‘Batı ile işbirliği içindeki Türkiye’ye karşı Sovyet sınırla­rını güven altına almak’ için sürüldüler. Kendilerine ‘Nohçu’ diyen, ‘Çeçen’ olarak bilinen, dünyanın en yürekli ve yiğit kavminin Şeyh Şâmil’in torunlarının sürülmesinin de Ruslar açısından stratejik sebepleri vardır, haklarındaki suçlamalar, bahaneler uydurmadır. Kırım, Ekim 1921 de Kırım Muhtar Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti olarak Sovyet Rusya’nın bir parçası yapılmıştı. Bu Muhtar Cumhuriyet, 1954 yılı Şubat ayında Rusya Federasyonu’nun bir oblast ‘ı hâline getirildi ve Kırım, Rus-Ukrayna Birliğinin 300. yıldönümü dolayı­sıyla, Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyetine hediye edildi.'” Bu ‘hediye’yi lütfeden de o tarihte Sovyetlerin başında bulunan Uk­rayna asıllı Khruşçov (Kruşçev) idi.(2)

Kırım Türkleri’nin sürgünüyle ilgili sessizlik za­lim Stalin’in ölümüne kadar sürmüştür. Stalin’den sonra başa geçen Kruşçev’in, Stalin dönemini karala­ma kampanyası başlamıştır. Kruşçev, Komünist Partisi’nin 1956’daki 20. Kongresi’nin gizli oturumunda yaptığı konuşmasında sürgün hadiselerine de temas etmiştir. Bu tarihten itibaren sürgüne gönderilen bazı Kafkas Türklerinin bir kısım hakları iade edilirken, Kırım’ın stratejik önemi bakımından Türklerin geri dö­nüşüne müsaade edilmemiştir. Kırım Türkleri’nin de “Özel Yerleştirme Rejimi” kaldırılmış, Kırım hariç Sov­yetler Birligi’nin herhangi bir yerinde oturma izni veril­miştir. Ayrıca bu tarihte Kırım Türklerinin Taşkent’te “Lenin Bayrağı” isimli gazetelerini yayınlamaya müsa­ade edilmiştir. “Kaytarma Ansambi” isimli folklor ekibi de kurulmuştur. Ama Kırım Türkleri bu tarihlerde başlattıkları mücadele ile insanca yaşama haklarını is­temeye” başladılar. Yine bu tarihlerde tutuklamalara, hapis cezalarına rağmen Kırım Türkleri’nin binlerce imzalı dilekçeleri Moskova’ya ulaştırılıyordu. 1962 yılında “Kırım Tatarları Gençlik Birliği”, 1965’ten itibaren de Kırım Türklerinin bulunduğu bütün yerleşme merkezlerinde “Kırım Halkının Milli Meselelerini Hal­letme Yolunda Parti ve Hükümete Yardımcı Faaliyet Gruplan” kurulmaya başlamıştır. Daha sonra Kırım davası ile ismi özdeşleşecek olan Mustafa Cemiloğlu’nun adı ilk defa “Kırım Tatarları Gençlik Birliği”nin oluşması sırasında duyulmuştur. Cemiloğlu, bu teşki­latta yer aldığı için, okulundan atılmış, dövülmüş ve tevkif edilmiştir. 1966-67 yıllarında Kırım Türkleri Sovyet rejimine karşı büyük bir mücadeleye girişmiş­lerdir. Bu tarihlerde baskı ve şiddet hareketlerine ma­ruz kalan Kırımlı Türklerin sayısında büyük bir artış görülmektedir. Sonunda 5 Eylül 1967 tarihinde Yük­sek Sovyet Prezidyumu Başkam N. Podgomi ve Genel Sekreter Georgadze imzasını taşıyan, Kırım Türkleri’nin sosyal, siyasi, medeni ve kültürel haklarının ia­de edildiğini bildiren bir kararname yayınlanmıştır. Bu kararname, Kırım Türklerinin vatana dönüş mücade­lesini daha da kamçılayacaktır ama bunun da göster­melik olduğunun öğrenilmesi uzun sürmemiştir. Bu kararnameye inanarak Kırım’a dönen Türkler yine po­lis zoruyla Yeşilada’dan çıkartılmış, bir kısmı tutuk­lanmıştır.(1)1960-1980 arası yıllarda Kırım’a geri dönen aileler tekrar sürgün ediliyordu, bazıları ise hapis cezasına çarpılıyordu.

Kırım Türklerinin itibarının iadesi 14 Kasım 1989 yılında bir kararname ile gerçekleşti. Bu kararname SSCB Mec­lisi tarafından onaylanmıştır.

Kaynaklar:

1- Çapraz Kemal, Sürgünde yetişen Vatan: Kırım. Turan yayıncılık. İstanbul 1995.

2- Maksudoğlu Mehmet, Kırım Türkleri. Ensar yayınları. İstanbul.2009.

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.