Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu’nun 1980 yılında Kültür Bakanlığınca yayınlanmış “Eski Türk Dini” adlı eserinden bazı alıntıları sunuyorum:
Eski Türklerde Gök-Tanrı dini hakimdi. Gök-Tanrı bozkır kavimleri inancında tek yaratıcı olarak görünmekte ve din sisteminin merkezinde yer almış bulunmaktadır. Hunlar, Tabgaçlar, Gök-Türkler ve Uygurlar gibi tarihi Türk topluluklarında, kurbanlar sunulan kutsal varlıkların başında ve hepsinin üstünde geliyordu. Tanrı tam iktidar sahibi idi. Aynı zamanda “semavi” mahiyeti haizdi. Bundan dolayıdır ki, eski Türk vesikalarında çok kere “Gök-Tanrı” adı ile zikredilmiştir.
W. Koppers bu inancın eski bozkır kavimlerinin sosyal ve ekonomik hayatları ile sıkı ilgisini belirttiği gibi, din tarihçisi M. Eliade de Gök dininin Orta- ve Kuzey Asya toplulukları için, inanç açısından, karakteristik bir sistem olduğunu söylemektedir. Türk tarih ve kültürüne dair araştırıları ile tanınan R. Giraud ise, Gök-Tanrı inancını doğrudan doğruya “bütün Türklerin ama kültürü” olarak vasıflandırmıştır.
Gök-Tanrı itikadının esaslarını Orhun kitabelerinden az çok tespit etmek mümkün olmaktadır. Gök-Türklerin Çin’den ayrılarak müstakil bir devlet kurmaları (680-682 yılları hadiseleri) O’nun isteği ile vuk’u bulmuştur. Hakan, Türklere “Tanrı” tarafından verilmiştir, fakat topluluk, hakanı terk ettiği için, “Tanrı” tarafından perişanlığa sürüklenmiştir. Yani “Tanrı” Türk milletinin hayat ve istiklali ile ilgilenen bir “ulu varlık” durumundadır. Tonyukuk’a da başarıları için gereken “bilgi”yi O ihsan etmiş, Gök-Türk hakanlığının kurucuları olan Bumin ve İstemi’yi, Türk töresini yürütmeleri için, Tanrı tahta çıkar mı, “Türk budunu yok olmasın… Hür ve müstakil olsun” diye İlteriş Hakan ile hanımı İl-Bilge Hatun’u o yükseltmiştir. Savaşlarda O’nun iradesi ile zafere ulaşılır. “Tanrı” Türk’ün hayatına vasıtasız olarak müdahale eder, emreder. İradesine boyun eğmeyeni cezalandıran “Tanrı” bağışladığı kut (iktidar) ve ülüğ (kısmet)ü layık olmayanlardan geri alır. Şafak söktüren (Tan üntürü) bitkiyi meydana getiren “Ulu Tanrı”dır, yani O, hayat verici ve yaratıcıdır. Ölüm de, can veren “Tanrı”nın iradesine bağlıdır.
Bütün bunlar “Tanrı”nın, eşi ve benzeri olmayan, insanlara yol gösteren, onların varlıklarına hükmeden, cezalandıran ve mükafatlandıran bir Ulu varlık telakkisi olduğunu göstermektedir. Açıkça görülmektedir ki, bu semavi Tanrı inancının, yukarıda izah edilen “şamanik” düşüncelerle hiçbir ilgisi mevcut olmadığı gibi. Dikkate değer ki, daha geç zamanlarda Türkler arasında yayılan Şamanlık bu Gök-Tanrı telakkisine dokunamamıştır, yani onu kendi gayesine hizmet ettirecek bir bizime sokmayı başaramamıştır. “Ulu Tanrı”nın bahis konusu olduğu törenlerde Şamanlığın adeta “sırıttığını” söyleyen M. Eliade, Türk topluluklarında kurban sunma törenlerinde şamanın hiç vazife almadığını, bunun ancak zamanımızda, toprak ve bereket ile ilgili “Bay Ülgen”e sunulan kurbanlara münhasır kaldığını belirtmekte ve özellikle at kurbanı konusunda şamana düşen rolün geç zamanlarda görüldüğü W. Koppers tarafından teyit olunmaktadır.
790’larda Tiflisli St. Abo, Hazar Türklerinin “bir yaratıcı Tanrı” tanıdıklarını söylemiş, Hazar Hakanı 862 yılında Bizanstan gelen St. Kyrill ile görüşürken, Hıristiyanlarca Tanrının “üçlü kişiliği”ne (Trinity) inanıldığı halde, kendilerinin tek Tanrı’ya iman ettiklerini bildirmişti. İbn Faldan (10. yüzyıl) şöyle diyordu: “Oğuzlardan biri, haksızlığa uğrar veya başına hoşlanmadığı bir iş gelirse, başını göğe kaldırır ve “Bir Tanrı” der, bu “Bi’llah vahid” (Allah bir) demektir.