Milletleri bir bakıma denizlere benzetiyorum. Karadeniz’in, Marmara’nın, Ege’nin, Akdeniz’in ve diğer bütün denizlerin ve okyanusların suları birbirine karışır durur... Hazar’ın suları buharlaşır, gider başka denizlere karışır. Bir denizden şöyle veya böyle kopan sular, başka denize gider ve o denizin sularına karışarak o deniz’in bir parçası haline gelir. Ama denizler hep var olur. Var olmaya devam ederler...
Denizlerin tuzluluk oranları farklıdır. İçerisinde türlü canlılar yaşar. Derinlikleri farklıdır. Dalga yapıları birbirinden başkadır. Bir denizi, diğerinden ayrı kılan da bu ayrılıklardır.
Milletleri de birbirlerinden farklı kılan, onların sahip olduğu kültürleridir. Kişiler ve topluluklar, mensup oldukları milletlerden kopabilir, yeni bir milletin kültürü içine eriyerek yeni bir milli kimliğe ulaşabilirler. Buna rağmen, koptukları kültürle de ilişkilerini devam ettirebilirler. Bizim milletimizin de bu anlamda kayıpları ve kazançları vardır.
Maldiv adalarında bulunduğum sırada, bir sohbette; Mısır’ın Hindistan Büyükelçisi, “Mısır halkının yüzde 20’sinin Türk asıllı olduğunu ama Türkçeyi unutarak Araplaştıklarını” söylemişti. Doğrudur... Selim Han’ın fethine kadar Mısır devletinin adı ‘Türkiye’ idi. Bu devletin yöneticileri de Kıpçak Türkleriydi. Osmanlı’nın fethinden sonra Mısır’a Osmanlı Türkleri de yerleştiler. O zamanlardan kalan Osmanlı Türkleri ve Kıpçak Türklerine ne oldu?.. Tabii ki, Mısır Araplığı içinde eriyip gittiler. Onların Türklüğü bugün için sadece bir ‘tarihi hatıra’dan ibarettir. Buna karşılık Avrupa’dan ve Kafkaslardan gelerek bizim milli kültür dairemiz içerisine giren kişiler ve topluluklar kökenleri ne olursa olsun artık bizim Anadolu Türk kimliğimizin bir parçasıdırlar. Gelmişlerdir ve kaynamışlardır. Eğer unutmamışlarsa, köklerini hatırlamaları ve geldikleri yerlerdeki kökdeşlerine sevgi ve ilgi duymaları da tabiidir. Bütün bunlar da bizim milliyetimizin zenginlikleridir, ilginçliğinin kaynağıdır.
Bizim Anadolu Türk kimliğimizin kültür zenginliği, bir yandan bu katılımlarla, bir yandan da coğrafyamızın derinliklerinden gelen kültür kalıntılarıyla beslenmiştir. Arımız her çiçekten öz alarak ‘öz balını’ yapmıştır.
İyi de etmiştir. Aynı durum elbette ki Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, Tataristan, Başkurdistan, Uygur, Altay, Tuva, Şor, Saka, Karaçay-Balkar, Nogay, Kumuk, Kırım, Ahıska ve Avrupa Türkleri için de geçerlidir.
İşte bütün bunlardan sonra ortaya, bizim güzel dünya Türklüğümüz, yani milliyetimiz çıkmıştır.
Okyanuslar gibi büyük ve görkemli milliyetimiz...
Sayın bakanım, yüreğinize sağlık. Ne güzel tarif etmişsiniz. Varolun.