Kendilerine tarikat diyen, örgütlü bilim karşıtlarının ülkemize egemen olduğu günler yaşıyoruz. Kamu kurumları bu karanlıkçılara üleştiriliyor. 1950’lerden beri başlayan politikacıların dini kullanma olayı şimdilerde din satıcılarının politikacıları yönetme olgusuna dönüştü. Karanlığın güçlerinin kızacağı sözleri söylemekten politikacılarımız özenle kaçınır oldular. Bilim kurumları olması gereken Üniversitelerimizin başına imamhatipliler, ilahiyatçılar, tarikatçılar ya da onlar gibi düşünenler getiriliyor.
Atatürk aydınlığını içlerinde taşıyanlar için bu karanlık günlerde bir umut ışığını göstermek istedim. Bu yüzden, toplumumuzun yüz akı, örnek alınması gereken bir değerimizi anlatmak için bu yazıyı yazıyorum.
Koşullar ne olursa olsun içimizden bir Mehmet Haberal çıkıyorsa, bu ülkeden umut kesilmez.
Öte yandan Mehmet Haberal anlatılmalı ki ülkesinden umudu kesip kapağı yurtdışına atmaya çalışan aydınlık gençlerimizin önü kesilsin.
Nereye gidiyorsunuz? Bakın, Mehmet Haberal var. O direniyor, ezmeye çalışanlara alanı boş bırakmıyor. Ülkesinde kalıyor, büyük işler yapıyor, uluslararası alanda yüksek bir düzeye yerleşiyor, ödüller alıyor, başkan seçiliyor, Yeryüzünde Ülkesinin değerini yükseltiyor. Kendisi seviliyor, sayılıyor. Buna karşılık çınar gibi ülkesine kök salıyor. Mevlana gibi söylersek pergel gibidir o… Bir ayağı sımsıkı Ankara’nın bir tepesinde, bir ayağı ile dolaşıyor; Yeryüzünün uluslarını…
Uzun yıllar önce KURUM ADAMLAR diyerek üç kişiyi yazmıştım. Şimdilerde Belediye Başkanı olarak Eskişehir’i yeniden yapan Yılmaz Büyükerşan… O günlerde Anadolu Üniversitesi Rektörü olarak yaptığı işi anlatmıştım. İstanbul’a yaptığı büyük hizmetlerden sonra, İstek Okullarını kurarak Yeditepe Üniversitesine ulaştıran Bedrettin Dalan’ı… Bir de Başkent Üniversitesiyle Hastanesini yoktan ortaya çıkaran Mehmet Haberal’ı yazmıştım.
Bunu yapmayı seviyorum. Hacı Bektaş Veli’nin buyruğu olduğunu duymuştum: “Gidin birbirinizi övün, inançlarımızı, görüşlerimizi öyle yayın”.
Gazeteci Mete Akyol, “Prof. Dr. Mehmet Haberal, övünmekten de, övülmekten de rahatsız olur. Onun bu özelliği nedeniyle Türk Milleti, onu tanıması gerektiği düzeyde tanıyamamış, bu değeriyle övünmek hakkında yoksun kalmıştır” diye yazmıştı.
İhsan Doğramacının kendi el yazısı ile yazdığına bakınız: “En büyük hizmetiniz nedir sorusuna cevabım: Mehmet Haberal’ın yetişmesine ve önünün açılmasına olan katkımdır.”
Haberal’ı yeniden yazmak istediğim de, yaptıklarını yeniden okudum. Şaşırdım kaldım. Hangi Haberal’ı yazmalıyım. O artık KURUM ADAMLIĞIN sınırlarını çok aşmış.
Son söyleyeceğimi en başta söyledim. Şimdi bir başka açıdan söylemeliyim: Haberal Ülkemizde yeterince bilinmemekte. Yeryüzünde bilinen üstün başarılarına karşılık, Ülkesinde kalmayı duraklı olarak sürdüren bir kişilik.
Amerika’da yaşayıp, buluşlar yapan, ödüller alan yurttaşlarımızla övünürüz, onların ülkemize yaptıkları katkının bu övünç duygusundan ileri gitmediğini de biliriz.
İşte Haberal’ın önemli ayrımı budur. Bu konu önemlidir, üzerinden atlayıp geçilemez.
Türkiye’ye katkılarını anlatmadan önce insanlığa katkılarını söyleyelim:
-İlk olarak erişkin canlıdan kısmı karaciğer nakli.
-Aynı canlı donörden aynı anda kısmı karaciğer ve böbrek nakli.
-Türkiye, Avrupa ve Bölgede ilk, çocuklarda canlıdan kısmı karaciğer nakli.
-Kadavradan alınarak 36 saat saklanabilen böbrekleri 111 saate kadar uzatım sağlayan çalışmalar. (Haberal Yöntemi)
Bunları bir batı ülkesinde gerçekleştirmiş olsaydı, sizce de Nobel Ödülünü çoktan alması gerekmez miydi?
Nobel’i geçelim de aldığı ödüllere bir bakalım:
Ödül sayısı 44… Bunlardan sadece 3’ü Türkiye’den.
Birisini 1982’de Sedat Simavi Vakfı Sağlık Bilimleri ödülü olarak vermiş.
İkincisini 27 Mart 2007’de Dicle Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fikri Canoruç “Organ Nakli ile Organ Bağışına olan desteklerinden ötürü” vermiş.
Üçüncüsü 2 Kasım 2007’de Sağlık Bakan’ı Recep Akdağ, Organ Bağışı ile Organ Nakli konusuna desteklerinden ötürü ödül vermiş.
Sedat Simavi Vakfı yöneticileri ile Dicle Üniversitesi Rektörü’ne, Sağlık Bakan’ına, sağolun, deriz de…
(Devam edecek)