Yazılarımda çoğu zaman kendimi anlatma ihtiyacı duymamın bir nedeni var. Bunun sebeplerinden birincisi hayata nereden ve nasıl baktığımı anlatabilmek, ikincisi de “nereden geldim, şimdi neredeyim, nereye gitmeyi düşünüyorum” konusunu ortaya koymaktır.
İşçi çocuğuyum.
Biz, sınıfsal durumumuzdan dolayı maddi imkânsızlıklar içinde yaşadığımızdan maneviyatımızı arttırarak büyümek mecburiyetindeydik. Maneviyatımızı artırmak derken dinsellikten amade daha çok insani değerlerimizi, erdemlerimizi artırmayı kastediyorum.
Bugün için pek geçerli görülmese de insanlığın var oluşundan bugüne kadar geçen süre zarfında var olan ve insanlık var olduğu sürece de var olacak; “sevmek, saymak, hoşgörülü olmak, mütevazı olmak” gibi erdemlere sahip olmak…
Aslında bu erdemlere sahip olmak otomatik olarak bir mazlumluğu da ortaya çıkarmıyor değil hani...
İçine düşmüş olduğumuz sınıfsal haksızlıktan sonra bir de ait olduğumuz sınıf içindeki haksız rekabetin kurbanı olmak…
Elimize sahibizdir, hırsızlık yapmayı bilmeyiz…
Dilimize sahibizdir, yalan söylemeyiz…
Belimize sahibizdir, kimsenin namusunda gözümüz yoktur…
Anadolu’nun simge isimlerinden biri olan Hâce Bektaş-ı Veli’nin aslında farklı bir derinlik içeren “Eline, diline, beline sahip ol” sözüne sadığızdır.
Aslında Hâce Bektaş-ı Veli bu sözüyle; “eline sahip ol” demekle yaşadığın yere yani vatanına sahip çık, “diline sahip ol” demekle konuştuğun anadiline sahip çık, “beline sahip ol” demekle de toprağını işle, boş durma üret, işine sahip çık demiştir…
Öyle veya böyle biz söyleneni tam manasıyla anlamışızdır ki; söz zaten tam anlamıyla bizi anlatmaktadır. Bu sözler; Anadolu insanını, Türkleri, Türklerin genel yaşam biçimini anlatan ve hatta bu genel yaşam biçiminden kopuşların yaşandığı zamanlarda uyarı anlamında söylenen sözlerdir.
Bu anlayışla yaşadığınızda mazlum konumuna düşersiniz ve bugünkü koşullarda her zaman kaybeden siz olursunuz.
Yaşadığımız kentlerde göçle birlikte müthiş bir değişim yaşandı. Yaklaşık elli yıl içinde karşılaşılan değerler erozyonuyla birlikte geldiğimiz nokta gerçekten hiç de iç açıcı değil…
Kentlerimiz estetik görüntülerini kaybetti, doğal yaşam alanlarını kaybetti, kültürlerini kaybetti…
Bütün bu katliamı, bu toprakların çocukları olarak biz yaptık.
Genel bakış açımız disiplinsizlik, eğitimsizlik ve algı bozukluğu üzerinden şekillendiğinden bir felaketin içine düştük.
Bizi bu felaketin içine düşüren temel öge 'CEHALET'tir.
Düştüğümüz yerden kalkabilmemiz için sakin olmamız gerekiyor ama maalesef sakin olma koşulları ortadan kalkmış durumda… Mutlaka bir çatışma olacak endişesi taşıyoruz. Maddi zarar gördük, manevi zarar da gördük ama maruz kaldığımız manevi zararın daha fazlasını görme olasılığımız çok yüksek.
Maddi zarar kısmı artar mı?
Artar veya artmaz ama olan oldu artık…
Hazine tam takır kuru bakır, borç gırtlağı geçmiş durumda…
Yüksek faiz oranları…
Yüksek döviz kurları…
Yüksek enflasyon…
Yüksek işsizlik oranları…
Yüksek ithalat rakamları ve buna bağlı yüksek cari açık…
Pandemiye bağlı olarak turizm sektörünün gelirlerindeki korkunç azalış…
Ve "Kirli Siyaset…"
Siyasetle ele geçirilen kurumların belirli kişilerin veyahut grupların menfaati için kullanılmış olması…
Yasadışı yollarla elde edilmiş ve yurtdışına kaçırılmış olan servetler…
Bu konuları çok anlattık, bu konularda çok uyarılarda bulunduk… Bu uyarılarımız yüzünden vatan hainliğiyle, teröristlikle suçlandık… Bize çok haksızlıklar edildi…
Gönüller yapılması gerekirken saraylar yapıldı…
Tabi ki bunun bir vebali olacak.
Dilerim bu vebali birlikte ödemeyiz.
“Bizi bu duruma düşüren kim veya kimlerse bu vebali onlar ödesin” derim, başka da bir şey demem…
Abi yazılarından bir kaçına bakabilme fırsatım oldu. İyiki sizinle aynel yakın tanışmış oldum .çok mutluyum.