Bir önceki yazımda Türkiye, hazır eline fırsat geçmişken, bundan 30 yıl önce Irak'ta yaptığı hatayı Suriye'de yapmamalı, hatta telafi etmelidir, demiştim.
Söylediğim şuydu:
1991'de Birinci Körfez Savaşı sonrasında ABD'nin izni ve desteğiyle Irak'ın kuzeyinde Kürdistan Özerk Yönetimi kurulduğunda Türkiye buna canı gönülden destek vermiş, hatta Kürt bölgesinde altyapı çalışmalarından yerel güvenlik güçlerinin eğitimine kadar birçok alanda onlara yardımcı olmuştu. Kürtlere kol kanat geren Türkiye nedense bizimle aynı dili konuşan, aynı kanı taşıyan Iraklı Türkmen soydaşlarımıza dönüp bakmamıştı bile. Bu kez öyle olmasın ve Suriye'de yeni rejim kurulurken oradaki Türkmenler ihmal edilmesin.
Ne yazık ki, bu kez de benzer bir durum yaşanıyor.
Türkiye, Suriye'de yeni rejimin ayağa kalkmasına ve dünya ile diplomatik temas kurmasına ve tanınmasına yardımcı olurken, oradaki Türkmenleri görmezden geliyor.
Suriye'de yeni kurulan hükümette Türkmen asıllı hiçbir bakan, vali, ordu generali gibi üst düzey yetkili görmüyoruz.
Aksine, Türk siyasetçilerinin tekerleme gibi sürekli tekrarladıkları şey, "PKK ve YPG'ye izin vermeyiz, YPG'nin Suriyeli üyeleri silah bıraksın, yeni orduya katılsın, Suriyeli olmayanlar da hangi ülkenin vatandaşıysa oraya dönsün" gibi sözlerden ibaret.
Peki, sayıları milyonları bulan Suriyeli Türkmenler ne olacak?
Yeni rejimde onlara yer ve yetki verilecek mi, hakları garanti altına alınacak mı?
Yoksa yine eskisi gibi Arap çoğunluğun hakimiyeti altında ikinci sınıf vatandaş olarak mı hayatlarını sürdürecekler?
Türk dünyasının liderliğine soyunan Türkiye oldum olası dış Türklere soğuk ve mesafeli davranırken Türk olmayanlara özel ilgi gösterdi.
Somalililer, Çeçenler, Boşnaklar, Kosovalılar, Filistinliler en zor zamanlarında Türkiye'nin özel ilgisini ve somut desteğini hissederken Orta Asya'daki Türkistanlılar, Afganistan'daki Türkmenler ve Özbekler, Doğu Türkistanlılar, Iraklı ve Suriyeli Türkmenler hiçbir zaman Ankara'dan elle tutulur somut bir destek görmedi.
Soydaşlara olan destek, konferans salonlarında, törenlerde söylenen içi boş cafcaflı sözlerle sınırlı kaldı.
Somut örnek vermek gerekirse, Afganistan'daki 20 yıllık cumhuriyet döneminde Türkiye 40 yıllık Afgan savaşının bir ürünü olan savaş ağası General Dostum'un peşinde zaman ve zemin kaybederken Afgan Türklüğünü güçlendirmeye yönelik hiçbir somut adım atmadı.
Afganistan'ın yeniden yapılandırılması için 20 yıl boyunca büyük çaba harcayan Türkiye, diğer Afgan gruplara ne kadar yardım verdiyse bu ülkedeki Türkmenlerle Özbeklere ondan daha azını verdi.
Afgan devleti Türkmenlere devlette makam ve yetki vermemek için uğraşırken Türkiye buna tamamen sessiz kaldı.
Belki Ankara, Afganistan'ın içişlerine karışmak istememiştir diyebilirsiniz.
Oysa Ankara 2009 Afgan polisi General Dostum'un evini kuşatma altına aldığında dönemin Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın makam uçağını Kabil'e göndererek Dostum'u kurtardı.
Yani Ankara, ta başından beri Afganistan'daki olayların içinde ama ne yazık ki kendi soydaşları söz konusu olduğunda parmağını bile kımıldatmadı.
Bırakın uzaktaki soydaşları, yanı başımızdaki soydaşlar bile bugün Ankara tarafından görmezden geliniyor, ihmal ediliyor.
İnanmıyorsanız, Türkiye'de yolda, sokakta rastladığınız Iraklı veya Suriyeli bir Türkmen ile konuşun.
Bir dokunup bin ah işiteceğinizi söyleyebilirim.
Bugün Türkiye'de yaşayan yüz binlerce Türkistanlı, yani Özbek, Türkmen, Kazak, Kırgız ve Uygur yabancı muamelesi görüyor, oturma izinleri iptal edilerek sınır dışı ediliyor.
Buna karşın İranlı, Afganlı ve Arap kökenli karanlık geçmişi olan şahıslar para karşılığında kolayca Türk vatandaşlığına alınıyor, baş tacı ediliyor.
"Türk'e Türk'ten başka dost yoktur" sözü birçoklarına ütopik gelebilir. Ama ben bunun gerçeği yansıttığına inanıyorum.
Bugün Türkiye dünya çapında bir başarı kazandığında, bir Türk bilim adamı Nobel ödülü aldığında, Türk Milli Takımı maç kazandığında Orta Asya'nın en ücra köşelerinde, Afganistan'daki Türkmen köylerinde insanlar coşup kendinden geçiyor, aradaki binlerce kilometrelik mesafeye rağmen, Anadolu insanın hissettiği coşku ve sevincin aynısını hissediyor ve yaşıyor.
Türkiye'nin Türk dünyasına olan ilgisi maalesef sözde kalıyor, hiçbir zaman elle tutulur, gözle görülür somut bir eyleme dönüşmüyor.
İlginçtir, Türk devletinin bu soğukluğuna ve mesafeli duruşuna rağmen dış Türkler hayal kırıklıklarını, acılarını içlerine gömüp Türkiye sevdasını yaşamayı ve yaşatmayı sürdürüyorlar.
"Zararın neresinden dönsen, kârdır" diye bir söz var.
Peki, Türkiye bir kez olsun hatasından dönüp kendi sınırları dışındaki soydaşlarıyla sözde değil özde kucaklaşamaz mı, onları bağrına basamaz mı?
Türkiye gerçekten Türk dünyasının lideri olmak istiyorsa, işe kendi yakın çevresinden başlamalı, öncelikle Iraklı ve Suriyeli Türkmenlerin yanında olduğunu göstermeli.
Göstermeli ki, dost-düşman herkes, sınırlarımızın hemen ötesindeki soydaşlarımızın yalnız olmadığını görsün.
Öyleyse, şu anda acil olarak ilk yapılması gereken şey, Suriye'deki Türkmenleri siyaseten ayağa kaldırmaktır.
Unutulmamalı: Suriyeli Türkmenlerin yeni yönetimde güçlü bir şekilde yer alması, sadece onların geleceği için değil, Türkiye Cumhuriyeti'nin güvenliği, özellikle de sınır güvenliğimiz için hayati önemde.
Ardından Türkiye'de yaşayan Türk vatandaşı olmayan tüm Türk asıllı soydaşlara süresiz çalışma ve oturma izninin verilmesidir.
Anadili olarak Türkçe'nin değişik şivelerini konuşan bir Türk Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içerisinde kendisini rahat ve güvende hissetmiyorsa, Türk dünyasından söz etmek, abesle iştigaldir.
Vesselam.
Esedullah Oğuz Gazeteci-yazar / Independent turkçe