Topal Kemal, paltosu omuzlarında Cubana Pavyon’a girdi. Garsonlar sağa sola kaçışırken mekanın müdürü Kemal’i görür görmez oturduğu masadan müsaade isteyerek hızla kalkıp, kapıya yöneldi. “Hoş geldiniz, Kemal Bey” dedi. Topal Kemal, arkası önü karpuz tarlası sulama aparatı gibi oynayan insanlardan pek hoşlanmazdı. “Hoş bulduk, papaz” diye cevapladı. Müdür ezik tavırlarla, Topal Kemal’i sahnenin hemen önünde iki kişilik küçük bir masaya alırken şef garsona da işaret etti. Şef garsonun eşliğinde iki garson artistik hareketlerle, Kemal’in duble rakısını, yanına da incik boncuk mezelerini hemen ışınladılar.
Kemal ziyaret saatini, Yıldız’ın programı alacağı saate ayarlamıştı. Gözleri sahneye kayıp Yıldız’ı ararken, O da kulisten sahneye bağlanan rengârenk ışıklarla kaplı kırmızı halı serili platform üzerinde gözüktü. Bütün pavyonun ışıkları sönmüş, sadece Onu gösteren spot ışığının altında adeta bir Kutup Yıldızı gibi parlıyordu Yıldız.. Bütün pavyon sustu.
Kanuncu Roman Ayhan nağmeleri inim inim inletirken, sonradan ona katılan bütün orkestra ile birlikte Yıldız;
“Aşkın kanununu yazsam yeniden
Kimi ümitleri yel alır gider
Kimi benim gibi sever gönülden
Kimi senin gibi el olur gider” diye başladı proğramına..
Böyle derken de; o güzel yeşil gözleriyle karanlık pavyon içinde her zamanki masasında oturan Topal Kemal’e bakıyordu. Zaten Kemal de, milyonlarca yıldız arasında gökyüzünün en parlak yıldızı olan Kutup Yıldızını bulmuş, derviş çoban gibi büyülenmiş gözlerle Ona takılıp kalmıştı. Uzun zamandır, bu bakışmalar devam ediyordu ama Kemal’in hayatında annesinden başka daha önce sevdiği bir kadın olmamıştı. Annesi ve ablalarından başka bir kadına dokunmamış, neredeyse akrabaları dışında başka bir kadınla konuşmamıştı bile…
Yıldız, iki şarkıdan sonra ara verip kulise yöneldiğinde; Topal Kemal de onun ardından kulise doğru geçti. Bir büyüyü bozacaktı bu gece, olmayanı olduracaktı. Ne yani, o koca Bursa’ya dikilen delikanlı, bir kadının karşısına dikilemeyecek miydi? Racona ters de olsa; iki kelimeyi yan yana getirip de “Seni seviyorum” diyemeyecek miydi? O biçim de diyecekti..
Yıldız’ın ardı sıra topallayarak yürüyordu. Bir sürü icraat yapmıştı fakat hiçbir zaman kendini bu kadar savunmasız hissetmemişti Kemal. Yıldız ile aralarında yaklaşık on metre mesafe ya vardı, ya yoktu. O anda aniden kafayı araklamış pavyonun psikopat müşterilerinden biri koşarak ve hızlıca hareket ederek Yıldız’ı saçlarından kavrayıp arkası dönük vaziyette kulisin duvarına dayadı. Arkasından abanarak, Yıldız’ın başının sol kısmından kulağına “Hoşuna gitti mi, bebeğim! Nasıl hissediyorsun?..” dedi.
Öyle oldu ki; Topal Kemal o esnada, bu söylenenleri duyacak kadar yakınlaşmıştı. Psikopatlığın kitabını yazmış olan Kemal, Yıldız’a yapılan hareketi görüp, söyleneni duyduğunda; hiç kimsenin geri döndürmesinin mümkün olmayacağı öfkesine çoktan esir olmuştu bile. Sağ eli ile arkası dönük olan psikopatın sol omuzundan tutarak sert bir hareketle kendine doğru çevirdi. O koçbaşı kafa vuruşuyla psikopata öyle bir kafa vurdu ki; psikopat, pinpon topu gibi yere düşüp kalktı. Topal Kemal bu defa Yıldız’a yöneldi ve emreder gibi sert bir sesle “odana gir” dedi. Yıldız psikopatın kendisine yapmış olduğu uygunsuz davranış yüzünden utanmışlık ve aşağılanmışlık duygusuyla Kemal’in emrine uymaktan başka bir şey düşünememişti ki; hemen odasına girdi. Topal Kemal, psikopatı başının arkasından ele gelebilecek kadar olan saçlarından tuttu. Duvara dayadı, arkasına abanırken, belinden kasap bıçağını çıkardı ve hiç tereddüt etmeden psikopatın sağ kalçasına öbür taraftan çıkacak gibi sapladı. Aynı anda psikopatın başının sol kısmından sol kulağına eğilerek; “Hoşuna gitti mi, bebeğim! Nasıl hissediyorsun?..” dedi. Bıçağı psikopatın kalçasından çıkardıktan sonra yine psikopatın pantolonuna silerek kanını temizledi. Koçbaşı kafadan sonra sağ kalçasına da kasap bıçağını yiyen psikopat yere bayılarak düşmüştü.
Topal Kemal’in en büyük özelliklerinden biri, icraatını gerçekleştirdikten sonra bir ruh gibi ortalıktan kayboluyor olmasıydı. Hemen hemen hiç kimse onun aleyhinde tanıklık yapmamıştı, yapmıyordu. Herkes şunu bilirdi ki; Topal Kemal bir icraat yaptıysa, mutlaka haklı olarak yapmıştır.
Topal Kemal..
Adından anlaşılacağı gibi topallayarak yürürdü ama onun namı; tüm Bursa'da dimdik, dümdüz ve kusursuz yürürdü.
Yıldız’a söyleyeceği iki kelime; “Seni seviyorum” değil de “Odana gir” olmuştu. Hayat, Ona bir sevda cümlesi kurdurmaktan ziyade bir emir cümlesi kurdurmuştu. O gece de, her zaman olduğu gibi aşk değil de racon kazanmıştı.
Vukuatlı geceden sonra Yıldız’ın Cubana Pavyon ile sözleşmesi feshedildi. Artık sonraki bütün gecelerde Yıldız, Bursa’dan uzak pavyonlarda program yapacaktı. Zaten Topal Kemal de icraatından dolayı belli bir süre ortalıkta gözükmeyecekti.
Kemal, ilk defa bir kadına anasına, bacısına baktığı gibi değil de farklı bir gözle bakmıştı. O bakışları, Yıldız’ın üzerinde kalmıştı. Sonraki gecelerde Yıldız’ını hep gökyüzünde aradı. Ne zaman gökyüzünde Kutup Yıldız’ını görse öfkenin bir maske gibi hâkim olduğu yüzüne, tatlı bir gülümseme düşüyordu. Yıldız’ının göz alıcı parlaklığı, Kutup Yıldız’ında yaşıyor; Onun sahnede büyük bir duygu seliyle söylediği şarkının;
“Dünyanın bir yazı bir kışı vardır
Her yolun bir sonu bir başı vardır
Her aşkın sonunda gözyaşı vardır
Akar damla damla sel olur gider” bölümü de kulaklarında çınlayıp duruyordu.
Ve bu mısralar Topal Kemal’in gözlerinde gözyaşı olup, damla damla sel olup gidiyordu…
İşte bu yüzden, yani delikanlıyı ağlattığı için, aşk racona tersti..
İşte bu yüzden, o vukuatlı gecede, her zaman olduğu gibi aşk değil de racon kazanmıştı..
Eline beynine sağlık.