Karnımızı doyurmuş, Korelinin Masasından yeni kalkmıştık. Tahta döşemeli tavana monte edilmiş olan yuvarlak floresan lamba, odadaki her noktayı tam detayı ile aydınlatıyordu. Biz çocuklar, “keşke kimse beni görmese” modunda, evde her an patlayabilecek kasırganın tedirginliği ile bulduğumuz köşelere sinmiş, sessizce bekleşiyorduk.
Koreli, becerikli bir adamdı. Eski bir telefon zilinden yapmış olduğu ev zili, hiçbir evde karşılaşamayacağınız bir ses tonu ve melodi ile çaldı.
Annem, odadan çıkıp sokak kapıya doğru yürüdü, merak içinde ardından bende çıkmıştım.
Annem, “kim o” diye seslendi. “Kapıyı aç yenge, ben Kemal” diye hiç kimsenin ses tonuna benzemeyen bir ses tonu ile cevap verdi, amcam Topal Kemal… Annem, kapıyı açtı…
Paltosu omuzlarında, kapkara saçları, gür ve çatık karakaşları ile çelik bir budama çakısını andıran amcam, aksayan yürüyüş tarzıyla içeriye girdi, ayakkabılarını çıkardı. Salondan, Korelinin odasına geçti. Selam verdi, içinde mandalina olan elindeki poşeti, Korelinin Masasına bıraktı. Çevik bir hareketle paltosunu omuzlarından atıp havada elleri ile tutarak çıkardı, hemen kapının arkasındaki tahta askıya astı. Bu arada askıya astığı paltosunun cebinden, gazete kâğıdına sarılmış şişeyi çıkarıp, babamın karşısına oturdu. Gazete kâğıdını sıyırdığında meydana çıkan “Papaz Karası” şarabını özel bir tarz ile “tak” sesi çıkartarak, Korelinin Masasının ortasına doğru koydu.
Babam, dokuma işçisiydi. Her akşam bir şişe “Talay” şarabı içerdi. Talay şarabı ucuz bir şarap olmasına rağmen, evin diğer ihtiyaçları ile birlikte bakkala yazdırılarak alınırdı. Babam haftalığını aldığında, veresiye defterine yazılanlar için kısmen ödemelerini yapardı.
Topal Kemal’in Papaz Karası'yla gerçekleştirmiş olduğu bu ayine hepimiz alışıktık. Şu meşhur “haydan gelen, huya gider” atasözünün anlattığı, gözlerimizin önünde yaşanırdı zaman zaman. Topal Kemal’in içtiği şarabın parasını, Topal Kemal değil de Bursa’da gayrimeşru iş koşturanlar öderdi. Dolayısıyla Topal Kemal, içinde yaşamış olduğu farklı isyanların yansımalarını, bazen yanlış ortamlarda sergiler ve bunun da bedelini bir şekilde öderdi.
Bize gelirken arada sırada; çocuklar, yani bizler için ufak tefek yiyecek şeyler getirmeye gayret ederdi. O akşam da getirdiği mandalinaları bizlere dağıttı. Dağıttığı gibi mandalinalar midelerimize indi, kabukları maşinga sobanın içinde yanıp farklı bir tütsü kokusu çıkartarak odanın içinde bir süre teneffüs edildi ve bitti gitti. Ne mandalinalar, ne de kabuklarının tütsü kokusu kaldı…
Şarapların sonuna doğru gelindiğinde, muhabbet hararetlenirdi.
Topal Kemal masadan kalktı, çoğu zaman bizleri etkilemek için yapmış olduğu meşhur hareketi için oda kapısının sağında kalan boş duvara doğru yöneldi. Duvara yaklaştı ve çelik gibi vücudunu gererek arka arkaya on beş, yirmi kere çok sert kafa vurdu, duvara. Çelik gibi durdu, geri döndü ve masaya oturdu.
Topal Kemal’in, bizim çocuk aklımızı alan bu davranışı, neden yaptığını hiçbir zaman bilemedik. Bir ispatın peşinde olabilirdi ama Koreli Mehmet de genel olarak bu tür davranışlara, refleks olarak çok sinirlenirdi.
Topal Kemal’in Papaz Karasını masaya koyarken çıkartmış olduğu “tak” sesi, odanın duvarına kafa vururken çıkarmış olduğu “tak tak tak” seslerinden sonra içilen şarabın da etkisiyle, babama vermiş olduğu haddini aşan cevap veya söylemiş olduğu gereksiz bir söz sonrası, Koreli Mehmet’in içinde birikmiş olan potansiyel sinir, ani bir patlama ile boşalırdı. Koreli, Topal Kemal'i ceketinden, gömleğinden, ensesinden tutup, bir iki tokat attıktan sonra, evimizin sokağa açılan demir kapısından, tekmeleyerek dışarı savurur atar, “defol git ulan, hıyar (ya da bilmem kim)” diyerek ardından da ayakkabılarını ve paltosunu atardı…
Koreli Mehmet’in karısına ve beş çocuğuna bakmak için vermiş olduğu hayat mücadelesi yüzünden olsa gerek canı hep burnunda idi. Böyle durumlarda da daha önceden pek belirti göstermeyen bir volkan gibi patlar ve ortalığı darmaduman ederdi.
Topal Kemal, bir taraftan ayakkabılarını giyerken, bir taraftan da paltosunu omuzlarına alırken, babama, “Ulan Koreli, ben her zaman Bursa’ya dikiliyorum, ne zaman olursa olsun, senin karşında eziliyorum” sitemini yapardı.
Bilmem, bilir misiniz, “Kardeş, kardeşin ne olduğunu istermiş, ne öldüğünü” diye bir söz var? İki kardeş arasında ki bu durum zaman zaman tekrarlanırdı. Belki anlamsız ama hayat da bu yaşananlarla anlam buluyor işte…
Evet; Topal Kemal, bizim evden kovulur, sokağımızın yokuşundan yukarıya doğru vurur, eski Işıklar, bugünkü Teleferik Çiçek Caddesine çıkar ve Heykel’e inecek olan dolmuşu beklerdi.
Daha önce de yazdım, tekrar olacak ama anlam bütünlüğünü bozmamak adına yine yazacağım.
O dönemler bütün dolmuşlar; Amerikan arabası, hemen hemen hepsi Chevrolet. Şoförler, Teleferik Dolmuş durağından çıkarken arabayı boşa alır, araba neredeyse heykele kadar boşta salına salına inerdi. Amcam, efsane silueti ile caddenin ortasında dikilir ve ilk gelen arabanın şoförünü arabadan indirir, direksiyona kurulur, Setbaşı’ndaki Cubana Pavyon’a inerdi. Cubana Pavyon’da bir iki tek atar, pavyondan çıkarken kendine zarf içinde ikram edilen parayı paltosunun iç cebine koyar. Oradan çıkarken, dolmuşçuya hem arabasının anahtarını hem de günlük yevmiyesini verir, Ünlü Cadde’ye doğru süzülürdü. Yine aynı şeyi yaptı, Ünlü Cadde’ye doğru geçti, Sönmez İş Sarayının önünde onu bekleyen garibanları lokantaya soktu, lokantacıya garibanların yemek paralarını verdi ve paltosunu bir pelerin gibi kullanarak film yıldızı süper güçlere sahip karakterler gibi oradan uzaklaştı.
O akşam ayrı bir gerginliği vardı, Topal Kemal’in. Bursa’daki bütün gayrimeşru işlerin nerede, kimler tarafından ve nasıl yapıldığını çok iyi biliyordu. Bu yolun yolcusuydu. O akşam bir otelde daha önceden istihbaratını almış olduğu tasvip etmediği bir dümen dönecekti. Bütün gün kendini bu olayla ilgili kurmuştu. Dolayısıyla rotasını otele doğru çevirdi. Paltosu omuzlarında, otelin kapısından girerken kendisini tanıyan kapı görevlisine, çatık kaşları altındaki gözlerinden dökülen sert bakışları ile “bana bir şey sorma” mesajını çoktan vermişti. Topal Kemal’e soru sormak, kapı görevlisinin haddi değildi. Sadece “iyi geceler, hoş geldin Kemal Abi” diyebildi, kapı görevlisi… Topal Kemal, cevap bile vermedi. Otele girdiğinde resepsiyon görevlisi Topal Kemal’i görünce şaşkınlıktan oturduğu yerden kalktı sağa sola doğru döndü yürüdü, ne hoş geldin diyebildi, ne iyi akşamlar, tekrar yerine oturdu. Topal Kemal kapıdan girişte karşısına gelen merdivenlerden, aksayan yürüyüşü ile kendinden beklenmeyen bir performansla şimşek hızıyla çıktı. Merdivenin karşısında bulunan her iki tarafa da açılan bar kapısı gibi büyük kapıları, gerilip öne doğru çıkardığı göğsü ile vurarak açıp salona girdi.
O anda Topal Kemal’i gören tek bir masada oturanlar büyük bir şok yaşamışlardı. Salondaki masada oturanların güvenliğinden sorumlu olduğu anlaşılan iri yarı adam, Topal Kemal’in salona girmesi ile yaşanan şaşkınlıkla beraber Topal Kemal’in ortamda istenmediği algısı ile kendisinden beklenmeyen bir çabuklukla Topal Kemal’in önünde durdu. Tam bir şey söyleyecekti ki; Topal Kemal çelikleşmiş karakteriyle birlikte hareket eden çelikleşmiş vücudu ile bir yay gibi gerilip, iri yarı adama, iki üç kişinin tutarak çelik kapıları kırmak için kullandıkları koçbaşı gibi inanılmaz çok sert bir kafa vurdu. Adamın burnunun kırılmasını bırak, yüzünün ortası göçmüştü. Adam yere ölmüş gibi düştü. Topal Kemal, o şaşkınlıkla masadan kalkanlardan her yakaladığına, sinir yüklü vücudunun uzantıları olan çelikten yapılmış beyzbol sopası gibi kollarıyla tokat, yumruk ne denk gelirse vurmaya başladı. Masa da, salon da, otel de dağılmıştı.
Topal Kemal’i bu kadar kızdıran neydi, bilmiyorum. Ama Topal Kemal’in bütün yol arkadaşlarının, hapishane arkadaşlarının söylediği bir şey vardı; “Topal Kemal, aslan gibi delikanlı adamdır. Kime nasıl davranılacağını çok iyi bilir. Kimseye sebepsiz sarmaz. Şerefsizleri bilir, onlara racon keser. Velhasıl iyi adamdır”…
Topal Kemal, otelde gayrimeşru iş koşturanların hepsini, ağacın dibine dökülmüş ayıların yiyebileceği iyice olmuş armut gibi düştükleri yerde bıraktı, ardına bile bakmadan otelden ayrıldı… Elbet bu gecenin rövanşı olacaktı ama Topal Kemal yarınların hesabını yaparak yaşayan bir adam değildi…
O gecenin yarınını anlatmayı bir sonraki haftaya bırakayım, izninizle..
Ben de neyi nasıl yazacağımı, sizinle beraber heyecanla bekleyeceğim…
Harika. Eline beynine saglik