“Ömer” olmak isterken bize ne oldu?”
“Siz kendinizi değiştirmedikçe Allah da sizi değiştirmez“. (Ra’d-11)
Bu yazı herhangi bir siyasi partiyi hedeflememiştir.
Ak Parti haksız bir şekilde kadrolaşma suçlamasına muhatap olmaktadır.
Yakından baktığınızda görülecektir ki, farklı siyasi görüşte olan bürokratlar ve yöneticiler yer almaktadır.
Kadroların etkin bir şekilde hemşehri yoğunluklu olduğuna bakmayınız, Sayın bakanların kaçı Erdoğan’ın siyasal mücadelesinde emek vermiş?
Emek vermeyi bırakın kaçı Erdoğan’ın davasını ve görüşlerini paylaşıyor?
Bu ülkenin Kültür ve Turizm Bakanı İstanbul’un fethine İŞGAL diyebilir miydi? Sultan Fatih’in çağ açıp çağ kapadığı ve Peygamber efendimizin “İstanbul elbet feth olunacaktır; onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır” diyerek övdüğü fütühat için dili sürçer miydi (!)?
Şimdilerde Büyükelçi yapılmış olan başka bir eski Bakan ise “Bakara makara kakara kukara diye sallıyorum” diyebilir miydi?
Erdemli Anadolu insanı ne kadar güzel özetlemiş: “Kişinin fikri ne ise zikri de odur“.
Sayın Erdoğan kadrolaşma konusunda neden böyle bir tercihte bulunuyor onu kendisi biliyor.
Devlet Başkanı olması gereği Türkiye’yi sağcısı, solcusu ile kucaklamak isteği olabilir bu isteği de makul görülebilir.
Ancak çalışma kadrolarının yaptıkları, yapmadıkları Sayın Erdoğan‘ın siyasete girme amacına vatandaşın kendisine yüklediği fonksiyona gölge düşürüyorsa işte o zaman seni, beni, bizi ilgilendirmektedir.
Çünkü ağızlarımızı doldura doldura avazımız çıktığı kadar; “DAVA! DAVAM! DAVAMIZ!” dedikten sonra olan biteni elimiz böğrümüzde seyredemeyiz!
Bedeli her ne olsa da.
Bu ifadeleri yazının kapsam alanının daraltılmaması için ifade ettim.
Her ne kadar siyasetçileri örnek olarak yazmışsam da mensup olduğu siyasal tarafla ilgilsinden de önce ERDEMLİ davranış insanın inancı, ahlakı, terbiyesi, aldığı öğreti ve pek tabi halkımızın kısaca özetlediği gibi MAYASI ile ilgilidir.
1994 yerel seçimlerde Kütahya Belediye Başkanlığını RP’den Süleyman Canan kazanmıştı.
Bir arkadaşımla yolumuz Kütahya’ya düştü, madem Kütahya’dayız ‘Süleyman beyi ziyaret edelim, tebrik edelim dedim.’
Sabah mesai saatinden önce arkadaşımla birlikte belediyeye başkan yardımcılarından Mücahit beyin yanına gittik.
Mücahit Bey “Halis Bey, Başkan belediye otobüsü ile makama geliyor, makam aracı kullanmıyor. Sizi bekletmemek için araç göndereyim.” dedi. Ankara’ya belediyenin işleri ile ilgili olarak gittiğinde de şehirlerarası otobüslerle seyahat ettiğini anlattılar.
Süleyman Canan Bey makamına geldi, bize çay söyledi.
Çayı getiren görevli başkanın masasının çekmecesinden çay markası aldı. Arkadaşım ve ben birbirimize baka kaldık.
Başkan ikram ettiği çayın parasını kendisi ödüyordu. Süleyman Bey Konyalı bir emekli asker olmasına rağmen, dürüstlüğüyle tebarüz ettiği için Kütahyalılar tarafından tercih edilmişti.
Başkanlıktan ayrıldıktan sonra yaptığımız bir sohbetimizde söz ev konusuna gelince evinin taksitlerinin yeni bittiğini ifade etti. Bundan son derece mutluydu.
Toplum olarak Adaletin timsali Ömer olmak öğretisi ile yetiştiğimizi düşünüyor, Ömer olmaya çalışıyorduk.
Ömer öyle mi?
Hz. Ömer halifeliği sırasında atadığı valilerden beş şey istiyor:
1- Beş vakit namazı şehrin en büyük camisinde kılacak ve halkla hemhal olacak onların dertlerini dinleyeceksiniz.
2- Kapı görevlisi aracı kullanmayacaksınız tebanız size aracısız ulaşacak.
3- Asla lüks pahalı elbise ve binek kullanmayacaksınız. Yönettiğiniz tebanızın altında standartta bir hayat yaşayacaksınız.
4- Maaşınızla yetineceksiniz açlıktan ölseniz beytülmale dokunmayacaksınız “Allah’ın malı diyerek” dokunamazsınız.
Beytülmal milletin malıdır.
5- Yaptığınız her işi kayıt altına alacak ve hacca geldiğinizde milletin huzurunda hesap vereceksiniz.
Buyrunuz şimdide Ömer’i arayınız!
Bize ne oldu?
Nasıl bir mantalite kayması, nasıl bir anlayış ve amaç kopması yaşadık?
Bir bürokrat veya siyasetçi nasıl oluyorda birkaç ayrı kurumda yöneticilik üstleniyor her birinden ayrı maaşlar alabiliyor? “Bulunmaz hint kumaşı” diye tarif edilenler bunlar olmalı.
Nasıl oluyor da bir Belediye Başkanı kırk elli asgari ücrete bedel ile makam aracı kiralayabiliyor?
Bunu kendisine nasıl anlatıyor ve nasıl ikna oluyor?
Nasıl bir makam odası tezyin ediyorlar ve o odalarda nasıl oturabiliyorlar?
Oysa Hz. Ömer halifeliği sırasında özel işinde şahsi mumunu yakıyordu.
Siz hangi Ömer’i arıyorsunuz?!
Ey Bürokratlar!
Ey Siyasetçiler!
Ey Yöneticilerimiz!
Harcadığınız paralar milletin parası.
Hazine arazilerini vakfına, okuluna, şahsi namına işgal edip villalar yapanlar, işgal ettiğiniz gasp ettiğiniz mülk millettindir.
Orman alanları talan edilerek lüks villalar yapıyorsunuz ya, işte o yerler seksen üç milyon vatandaşa ait.
Siz kimin mülkünü işgal ediyorsunuz?!
Hırsızlığı meşrulaştırıyorsunuz ve sizlerin çocukları sizlerden hırsızlık öğreniyor, hırsızlık!
Elinize imkan geçti sözünüz kılıç oldu diye hazine arazilerini yani milletin arazilerini nasıl işgal ediyorsunuz?
Gerçekten merak ediyorum, kendinizi nasıl ikna ediyorsunuz?
Hesap gününe inanmayanların yaptığı işe çözüm yolu bulması kolay olmalı ama ahiret inancı olan bir insan nasıl yapabilir?
Bir yolu varsa lütfen söyleyiniz.
Hiç kusura bakmayın bu gerçekleri yüzünüze söylemek de bizim işimiz.
Bazılarınız sol racon kullanıyorsunuz.
Bazılarınız kimi zaman hoca olarak kürsülerde kükrüyorsunuz, sonra “Okul için” deyip hazine arazisini işgal ettiğiniz dilden dile dolaşıyor.
Kimi zaman vakıf için diyorsunuz.
Nasıl yapıyorsunuz nasıl?
Bu ülkede seksen üç milyon vatandaş yaşıyor ve içinde inanan var, inanmayan var, gayri müslim var bunların rızası var mı?
Bazılarınız makamını, bazılarınız siyasal gücünüzü kullanıyorsunuz millete ait mülkleri şahıslarınıza aktarıyorsunuz.
Belli ki bizim bilmediğimiz sizin bildiğiniz bir yolu var(!)
Ama emin olun benim bildiğim
Ömerler, Aliler, Ebu Bekirler böyle yapmadılar.
Nasıl oldu da nereden nasıl zenginleştiği?
Bilinmeyen itibar sahibi oluyor da maişetini kıt kanaat temin için gecesini gündüzüne katan, bir lokma için alnı çatlayan itibarsız görülebiliyor?
Hatta “işini bilmez, akılsız, enayi” olarak görülebiliyor.
Bize ne oldu?
Bize ne olduğunu başımızı iki elimizin arasına alıp düşünmeliyiz.
Mal artışımız nasıl oldu?
Çok mu akıllıyım?
Çok mu becerikliyim ne oldu?
Çok mu itibarlıyım da bütün kapılar sonuna kadar açılabiliyor?
Siyasette etkinlik ve konum yükselttikten sonra zenginleştiysen, mal artışın olduysa
senin çok iş bilirliğinden mi sanıyorsun? Tabiki sanmıyorsun, işin gerçeğini bal gibi biliyorsun ama zenginlikde BAL gibi geliyor olmalı.
Hesabını veremezsen işte o zaman yandı gülüm keten helva!
Bir insan bunları neden yapar anlamıyorum!
En doğrusunu Allah cc biliyor.
Bir de insanın vicdanında kirlenmemiş yer kalmışsa vicdanı bilir.
Ahiret var, hesap günü var.
Tevbe’i Nasuh ile Tevbe etmek için zaman kaybetmeden çok geç olmadan dönüşü olmayan yola çıkmadan Tevbe etmek lazım.
“Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan!”
“Mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi!”
Dünyadan kimler gelip geçmedi ki.
Bu mal benim deyip böbürlenmedi ki.
Böbürlendiği kibirlendiği mallar şimdi başkasının elinde, yeni sahip olduğunu sananları, oyalanacakları beklemekte.
Yaptığımız iyi işler bizleri yanıltmasın.
Elbette çok değerlidir ve Allah cc misli ile mükafatlandıracaktır.
Ancak hesap gününe hazırlık yapmak ve ondan sonra Allah’tan rahmet, mağfiret, nusret beklemek ve ona sığınmak lazım.
Ömerleri aramaya Ömerler olmakla başlamak lazım.
“Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”
Sadece Ömerleri değil! Osmanları, Ebu Bekirleri, Alileri aramak yetmez.
Nasıl onlar gibi oluruz ona bakmak lazımdır.
Senin olmadığını başkasından beklemek niye?
Vesselam.