12 Eylül 1980'de yaşanan askeri darbenin 40. yıl dönümündeyiz.
27 Mayıs 1960 Askeri Darbesi, 12 Mart 1971 Askeri Muhtırası ve devamında 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi.
Birileri, Devletimize, Cumhuriyetimize ve Demokrasimize başını kaldırmaya izin vermiyorlardı. Her 10 yılda bir askeri müdahaleler ve aradaki 10 yıllarda da beherinin alt yapı süreçleri..
12 Eylül öncesini unutmak mümkün değil. O gürültülü, kavgalı ve çatışmalı günlerde toplumun geneli olayları analiz edemiyor, her gün daha şiddetle gelen olaylar karşısında toplumsal hafızaya nefes dahi aldırılmıyordu. “Bir sağdan, bir soldan” şeklinde tarif edilen sığ ve alçakça bir mantıkla, sağdan soldan vatan evlatları talan ediliyordu.
Unutamadığım birkaç olay var ki, o devrede şaşkınlıklarımla birlikte, anarşinin altındaki oyunları erken görmeme vesile oldular.
Ankara’da okul nedeniyle bekarhanede kaldığım bir hafta sonu, benim Ankara’da olduğumu bilmesine rağmen Kırıkkale’ye baba evime ziyarete giden ve anneme-babama kendisini tanıtıp, etkin ve inandırıcı bir konuşmayla (benim de vurulacağım noktasından) açıkça "tehdit eden" okul arkadaşımın (C), aslında hangi teşkilatın gizli personeli olduğunu öğrendiğim gün,
Hacettepe Üniversitesi binalarının arkasında (Karalar sokak'taki), kerpiçten duvarlı bir gecekondunun zemin katındaki bekarhanemize, meçhul kişilerce gece bomba konulup patlatıldığından, olay yerine gelen ev sahibi ve polis tarafından "evin duvarı yıkılmış, malın zararına sebebiyet verdiniz" diye eşyalarımızın dışarıya atıldığı ve iki arkadaş (Ü), sokakta sahipsiz kaldığımız gün,
Bunun devamında taşındığım, Ankara Kolleji arkasında (Hasan Ali Yücel Caddesi'ndeki) bekarhanemize şahsımı ziyarete gelerek, önce kafama silah dayayan ve peşinden de elleri titreyerek (K) “ben seni vuramam” diye boynuma sarılıp, ağlamaya başlayan sevgili arkadaşımın, o bunalımı ve gözyaşlarıyla uğraştığım gün, başıma adeta kaynar sular dökülmüştü..
Okulumuzda neredeyse her öğrenci çatışmasını ilk ateşleyen ve aşırı sol görüşlü “kurtuluş” grubunun lideri konumundaki papaz sakallı öğrencinin (M.), aslında hangi teşkilatın gizli personeli olduğunu öğrendiğim gün,
Akademi’de o yıllarda öğretim görevlisi ve “devlet gibi adam” diye tarif edilen, gençlerde kanaat önderi bir akademisyenin (D), aslında hangi teşkilatın gizli personeli olduğunu öğrendiğim gün,
Yine bazı devlet görevlilerinin ve milletvekillerinin aslında hangi yabancı servis elemanlarından gizli maddi "ödenek" aldıklarını öğrendiğim gün,
Yüzünde bir milliyetçi maskeyle kitaplar yazan ve gençlere satan, yok yoksul gençlerin harçlıklarını sömüren o koskoca bir devlet adamının (A), aslında beynelmilel bir "masonik" derneğin üyesi olduğunu öğrendiğim gün,
Ve daha Ankara sokaklarında “biji apo” veya “kurdara azadi” gibi sloganların yeni yazılmaya başlanıldığı o 70'li yıllarda, Öcalan’ın aslında hangi teşkilatın personeli ve hangi projenin görevlisi olduğunu öğrendiğim gün,
Ankara’nın Kızılay semtinde meşhur bir kıraathanenin bombalanmasında, olayın aslında kimler tarafından gerçekleştirildiğini öğrendiğim gün,
Yine ve daha önemlisi 7 TİP'linin öldürüldüğü kanlı Balgat olayının, asıl planlayıcısının kimler olduğunu, olayın gariban birilerinin sırtına nasıl yüklendiğini öğrendiğim gün, yine başıma her defasında adeta kaynar sular dökülmüştü..
Daha da yazmayayım, zira hatırladıklarım saymakla bitmiyor..
Velhasıl her yaşadığım ve öğrendiğim yeni konuda bir kez daha “başıma adeta kaynar sular dökülmüştü” diye tekrarlasam yeridir.
İşte tam da 12 Eylül öncesinin o karmaşasındayız ve yaşım 20 bile değil.
Çevremdeki gençler farkında değillerdi, geneli fakir ya da orta halli ailelerin yetiştirdiği o pırıl pırıl okul arkadaşlarımın çoğu, olayların stres ve bunalımından başlarını kaldırıp, objektif bakamıyorlardı. Herkes bir "vatan müdafası" psikolojisindeydi; fakat birileri (ki cia - mossad ve MI6 olduğu sabit) devlet içerisinde besledikleri birileriyle (ki hem askeriye, hem emniyet, hem meclis ve hem de mit içinde olduklarını da herkes biliyor) el ele vererek, devletimize ve milletimize ağır bir darbe vurup; başını kaldırmasına, ileriye adım atmasına engel oluyorlardı.. Bu tezgah olayların idrakine varanlar için, kullanılmamanın ve canlı kalmanın yegane yolu, bir şekilde çatışmaların dışında kalmak idi..
Ve tanıyan çok sayıda yakın arkadaşlarımız iyi bilirler ki; Allah karşıma (Konya Ereğlili) Dr. Faruk Sükan adında bir devlet adamı çıkarttı. O, bir baba gibi elimden tuttu; yeri geldi harçlığım yoksa cebime zorla koydu, yeri geldi evimin önünde polis bekletti, sürekli nasihatlar verdi, beni işe soktu, kendi özel büro çalışmalarında değerlendirdi, yetenek ve donanımıma kıymet verdi ve bir şekilde terör ortamında kullanılmama engel oldu.. Devletin derin yapısını ve ilkelerini, bünyesinde yıllardır süregelen alt yapılanmaları Ondan öğrendim; hatta siyaseten ve dünya gerçekliğine dair ne biliyorsam, ona borçluyum doğrusu.. Bir defasında duvardaki Türkiye haritasında Artvin'den Hatay'a doğru eliyle bir çizgi çekerek, "bu vatanı işte buradan buraya kadar uzayan bir sınırla bölecekler, böyle bir bölüp parçalayıcı proje için içten-dıştan çalışıyorlar" derken o çakır gözleri yaşla doluyordu. Bugün BOP dediğimiz melanet projeyi bizler o gün öğrenmiştik. Ki yıl henüz 1977 idi... Vefatında öz babama üzüldüğüm gibi çok üzüldüm. Üzerimde hakkı çoktur, mekanı cennet olsun.
Bunlar bir yana, bugün de aynı ortamda değil miyiz sanki? İçine sızan ve yönlendiren malum birkaç yabancı servisin oyuncağı olmuş bir cemaat yapılanmasının; üniversiteler, emniyet, askeriye, mit ve diğer tüm kamu kurumlarına nasıl da yerleştiklerini görmedik mi?.. Yine birileri yerli görünen işbirlikçileriyle birlikte, devletimize ve milletimize yeni bir darbe vurup; başını kaldırmasına, ileriye adım atmasına engel olmak istemediler mi?.. Paralel yapılanmadan bihaber binlerce zavallı aileleri de o hainlerle birlikte işin içine karıştırarak yargılanmalara maruz bırakmadılar mı? Detayları ne olursa olsun; bu devlete, bu millete, içeriden / dışarıdan dirlik vermiyorlar ve hiç de boş durmuyorlar, maalesef..
…
12 Eylül Darbesi sonrasında Kenan Evren ve kuvvet komutanlarından oluşan Milli Güvenlik Konseyi, 1983 genel seçimlerine kadar ülkenin yönetimine dair önemli kararlar aldılar.
Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu hükümet görevden alındı.
Türkiye Büyük Millet Meclisi lağvedildi.
Anayasa uygulamadan kaldırıldı.
Siyasi partiler kapatıldı, parti liderleri gözetim altında tutuldu, yargılandı.
Yaklaşık dokuz yıl süren askeri düzende, 517 masum gencimize idam cezası, binlercesine de hapis cezaları verildi; analar ağlatıldı, geneli gariban ailelerin ocakları söndürüldü.
..
Bakın, devlet arşivlerinde o dönemin bilançosu nasıl kayıtlanmış;
Gözaltına alınanlar: 650.000
Fişlenenler: 1.683.000
Sıkıyönetim mahkemelerinde yargılananlar: 230.000
Toplam ölü (eceliyle dediler): 229
Kuşkulu ölüm: 144
Açlık grevinde ölenler: 14
Kaçarken vurulanlar: 16
"Çatışma"da öldürülenler: 74
Doğal ölüm raporu verilenler: 73
"İntihar" ettiği bildirilenler: 43
"Nedeni belirsiz" ölenler: 2
İşkence sonucu öldürülenler: 171
Ölüm cezası verilenler: 517
İnfaz edilen idam cezası: 50
1980 – 1985 yılları arasında da,
22.912 kişiye 0-1 yıl,
10.784 kişiye 1-5 yıl,
6.186 kişiye 5-10 yıl,
2.396 kişiye 10-20 yıl,
939 kişiye 20 yılın üzerinde,
630 kişiye müebbet hapis,
420 kişiye de ölüm cezası verildi.
...
Kayıtlarda görüldüğü gibi, bir de bunlara çatışmalardaki binlerce şehit gençlerimizi ilave edin.. Son derecede korkunç bir tablo.. O kanlı olayları, şehit olan çocuklarımızı ve mağdur olan ailelerini yazmaya, yüreğimiz elvermiyor artık.
Peki, 'bir Devlete ve Millete daha nasıl darbe vurulur' ki Allah aşkına?..
...
“Bizim çocuklar başardı”
1970’li yıllarda CIA’nin Türkiye Şefi olan Paul Henze'in, 12 Eylül Darbesinden sonra ABD Başkanı Jimmy Carter’a “bizim çocuklar başardı” diye haber verdiğini yazmayan basın organı kalmamıştı.
Bugün itibariyle;
12 Eylül 1980 Projesinin baş aktörü ve CIA’nın Türkiye Şefi Paul Henze, 19 Mayıs 2011 tarihinde 86 yaşında öldü,
12 Eylül 1980 Darbesinin lideri Kenan Evren de 09 Mayıs 2015’te 98 yaşında öldü..
86 Yaş ve 98 yaşa kadar süren ömürler az değil..
Ve sağdan soldan gencecik yaşlarda katledilen, çatışmalarda, faili meçhullerde öldürülen ve en önemlisi suçsuz yere dar ağaçlarına çıkartılan o fidan gibi delikanlılarımız geliyor benim aklıma..
Öğrencilik devremde çok çile çektim, ancak mahpuslarda işkence falan görmedim. İşkence görenlerin çektiklerini de çok dinledim. Kabuklarına çekilmiş vaziyette halen de anlatıyorlar, zihinlerini arındıramıyorlar. Velhasıl o dönemin stresini, korkularını ve endişelerini tüm millet olarak bir şekilde hepimiz yaşadık.. Dönemin asıl çile çekenleri; başta Mamak olmak üzere cezaevlerinde gençliğini tüketen, insanlık dışı işkencelere maruz kalan ve idam sehpalarına yürürken bile başları dik "Vatan Sağolsun" diyen Türk Gençleri ve Onların (yüzde 90'ı gariban) Aileleri'dir.
...
Uzatmayayım;
Paul Henze, Kenan Evren ve onların işbirlikçileri, sizler aklıma geldikçe de ne diyorum biliyor musunuz;
"Ateş yağsın ruhlarınızın üzerine.."
...
BU ARADA "12 EYLÜL" FALAN DİYE TAKILIP AĞLAŞMANIN DA BİR YARARI YOK.
BÖYLE DÖNEMLERDEN DERS ALARAK; SİYASİ FARKLILIKLARIMIZI BİRER SOSYAL VE KÜLTÜREL ZENGİNLİK GÖRMEK; AYRIŞMAMAK, BİRBİRİMİZİ ÖTEKİLEŞTİRMEMEK, ÖYLE MOZAİK FALAN GİBİ DEĞİL BİR BÜTÜN OLARAK BİRLİKTE, EL ELE VE KOL KOLA, KARDEŞLİK İÇİNDE YÜRÜMEK İÇİN EMEK HARCAMAK GEREK..
YERLİ - YABANCI FARKETMEZ ARD NİYETLİ BİRİLERİNE FIRSAT VERMEMEK İÇİN, FARKINDALIK SAHİBİ OLMAK ÇOK ÖNEMLİ.. DERS ALIR; DETAYLARA DİKKATLİ BAKIP, YETERİNCE AYDINLANIR VE EL ELE, GÖNÜL GÖNÜLE OLURSAK ANCAK, "TARİH TEKERRÜR ETMEZ.."
SAĞDAN SOLDAN VATANIN ÖZ EVLATLARI "12 EYLÜL ŞEHİTLERİMİZİ" RAHMETLE ANIYORUM..
YİNE DE "ALLAH DEVLETİMİZE VE MİLLETİMİZE ZEVAL VERMESİN" DİYORUM..
(Rakamsal verilerle ilgili yararlanılan kaynaklar: TBMM ve Adalet Bakanlığı arşiv kayıtları)
Tarih dersinde Türkiye'nin yakın tarihi bu minvalde, bu anlatım biçimi ile verilmeli... Teşekkürler ve tebrikler Hüsamettin Abim...