Ülkemizde bir “ahmak” tartışması aldı başını gidiyor yıllardır. Ahmak öyle kötü bir söz sayılmaz; aklını gereği gibi kullanamayanlar için söylenir. Aslına bakılırsa 10 Kasım 1938 tarihinde büyük kurtarıcımız Atatürk’ün ölümünden hemen sonra ahmaklık başladı.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun 4 Kasım 2019 tarihinde kendisine ahmak demesi üzerine, İstanbul Anakent Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu da aynı gün şöyle yanıt verdi: “31 Mart'ta seçimi iptal edenler ahmaktır.” Bunun üzerine zamanın Yüksek Seçim Kurulu başkanı ‘kendisine ve üyelerine hakaret ettiği’ gerekçesiyle yargıya başvurdu. Yapılan yargılama sonucunda Ekrem İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası verildi, ayrıca siyasi yasak uygulanmasına karar verildi.
Verilen bu kararın hukuki olmadığı, siyasi olduğu zaten bellidir. Çünkü hukukun olmadığı yerde, hukuki karar beklemek de ahmaklık sayılabilir. Özellikle AKP iktidarı döneminde, Türk yargısı bağımsızlığını yitirdiği gibi, tarafsızlığına da gölge düşmüştür. Buna benzer örnekler çoktur. 28 Mart 2019 tarihinde Ankara'nın Elmadağ ilçesinde düzenlenen mitingde AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, TBMM eski Başkanı Hüsamettin Cindoruk için şunları söylemişti: “Be ahmak, neyin intikamı, bunların beyni sulanmış. Bu ifadeleri kullananlara yargıda gereken dersi vereceğiz.” Yargıda nasıl ders verildiği de bellidir.
Birçok kişinin günlük konuşmada kullandığı ahmak sözcüğünü, hakaret olarak değil nezaket dışı olarak kabul etmek gerekir. Yani ahmak sözünün kullanılmasında suç unsuru olmadığı açıktır. İşin doğrusu zaten aklını gereği gibi kullanamayanlara ahmak demek de, suç sayılamaz. Ahmak sözcüğünün, kaba ifade ya da ağır eleştiri olarak ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Ankara Asliye Ceza Mahkemesi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini getiren 16 Nisan 2017 tarihindeki halk oylamasında, mühürsüz oyların geçerli sayılmasına karar veren Yüksek Seçim Kurulu’nun Başkanı Sadi Güven hakkında sosyal medya hesabından “Satılık YSK Başkanı” paylaşımında bulunan vatandaş hakkında beraat kararı vermişti. Mahkemenin kararında, sanığın “oluşan tartışma ortamında kaba eleştiride bulunduğu sözlerin, kanunda suç olarak tanımlanmadığı” belirtilmişti. Ankara 42. Asliye Ceza Mahkemesi, 2018 yılında sosyal medya hesabından dönemin YSK Başkanı Sadi Güven’e, “Şark kurnazı karaktersiz” diyen sanığın beraatına karar vermişti.
Siyasi iktidarın isteğiyle FETÖ’cü yargıçların başlattığı 28 Şubat kumpas davasında ömür boyu hapis cezası verilen emekli Korgeneral Vural Avar, 20 Aralık 2022 tarihinde Sincan cezaevinde hayatını yitirdi. Daha önce Ergenekon ve Balyoz gibi sahte davalarda da tutuklanan 85 yaşındaki Vural Avar, sağlık sorunlarıyla boğuşuyordu ve ileri derecede demans hastasıydı. Bir süre önce düşmüş ve kaburgaları kırılmıştı. Cezaevi koşullarında tek başına yaşamasının olanaksız olduğu bildirildiği halde cezaevinde tutulmaya devam edildi.
Hayatını yitirmeden bir ay önce Ankara Şehir Hastanesi Sağlık Kurulunun verdiği ”cezasının cezaevinde infazı halinde hayati bakımdan bir tehlike arz etmeyeceği, maruz kaldığı ağır bir hastalığı olmadığı, hayatını yalnız idame ettirebileceği ve hapis cezasının ertelenmesini gerektiren herhangi bir olumsuzluğun olmadığı” şeklindeki rapor, ibretliktir. Bu rapor değerli Vural Avar’ın cinayetine aracılık etmiştir.
Cezaevine Korgeneral rütbesiyle girip, rütbeleri sökülerek, er olarak yaşamını yitiren Vural Avar’ın ölümü bir hukuk cinayetidir. Bunun hesabını kimler verecek? İddianameyi hazırlayan FETÖ’cü savcılar mı? Sahte kanıtlarla karar veren yargıçlar mı? Başvuruyu bir türlü görüşüp karar veremeyen Anayasa Mahkemesi üyeleri mi? Sağlık sorunlarıyla boğuşan birine “cezaevinde kalabilir” raporu veren doktorlar mı? Yargıyı intikam aracı olarak kullanan siyasi iktidar mı, kin kusan, nefret saçan yandaşlar mı? Vural Avar’ın ölümüne yol açan sorumlularla ilgili etkili bir soruşturma açılabilecek midir? Siyasi iktidarın böyle davranacağını hiç sanmıyoruz. 28 Şubat davasında ömür boyu hapis cezası verilen, ileri yaşları ve hastalıkları bulunan on general daha cezaevindedir. Kısaca 28 Şubat davası ile ilgili yargılamalar bir intikam sorunu haline getirilmiştir.
Baskı nedeniyle mahkemeler taraflı karar verirse, sağlık kurulu yanlış rapor verirse, devlete olan güven sarsılır, hatta devlet temelinden sarsılır. Yaşanan bu olaylar, hukuk, adalet, ahlak, vicdan gibi kavramların üzerinde düşünmemizi gerektiriyor. Kısaca, ahmaklığın kol gezdiği günlerden geçerken, hukuk nerede diyoruz?
26 Aralık 2022