Bankacılık yıllarımda çok sayıda örneklerini görmüştüm; yaşadığı mali sıkıntılar nedeniyle çek-senet kırdıran, yani “tefeci”lerin eline düşen hiçbir sanayici ve ticaret erbabı düze çıkamamıştır. Sıkıntıdan adeta yılana sarılmış ve işleri daha da kötüye gitmiştir.
Paranın piyasa rayici örneğin %1 iken, %2 ya da daha fazla faiz oranlarıyla elimizdeki müşteri çeklerini bir tefeciye kırdırırsak, sonumuz hüsrandır. Yine babadan, atadan intikal etmiş mallarımızı da sıkıştıkça birilerine kelepir fiyatlardan satarsak, hazıra dağlar dayanmaz yani sonumuz yine hüsrandır. Tüm bunları bir işletmenin üretim maliyeti, satış şartları, kar marjı ve diğer etken faktörlerle birlikte düşündüğümüzde batmak kaçınılmaz bir sonuçtur.
Tefecinin eline düşen ya da hazırdaki mallarını satarak faaliyetlerini sürdürmeye çalışan bir sanayici ve ticaret erbabının, sıkıntısından kurtulduğunu ve durumunu düzelttiğini, doğrusu hiç görmedim.
Devletler de ekonomik anlamda bu gerçekliğin dışında değiller. Piyasa rayicinin %1 olduğu bir süreçte, % 3- 4 hatta %5- 6 oranlarında yabancı finans kaynağı arıyorsanız, ya da sizden önceki nesilden intikal etmiş (milli) varlıklarınızı (yabancı) birilerine kelepire satarak ayakta kalmak istiyorsanız, devlet olarak siz de hüsrana giden bir yoldasınız demektir.
Doların uluslararası faiz karşılığı son ay itibariyle %1 civarındadır; Bizim devlet olarak sıkıştıkça hangi oranlarda borç para aradığımızın, ya da yap-işlet-devret sistemindeki ve hatta kur korumalı mevduat gibi uygulamalardaki maliyetlerimizin ve bunların da ötesinde ithalat karşısındaki ihracat tutarından doğmuş cari açık gerçeğimizin, devlete hangi oranlarda maliyet yüklediğini düşünmek bile yoruyor, üzüyor insanı.
Devlet ve Millet olarak ne yapabiliriz diye düşünmeliyiz. Bana göre yapılması gereken, ekonomik anlamda yeniden bir "milli mücadele" ve bir toplumsal ayağa kalkıştır. Düşünün ki 2. Dünya Savaşı'ndan sonraki Almanya ve Japonya'dan daha kötü durumda değiliz.. Onlar toplumsal bir kararlılık ve bütünlük içerisinde, o dönemdeki devlet adamlarına güvendiler; çok çalıştılar, çok ürettiler.. İsraf ve lükse hiçbir zaman yakayı kaptırmadılar.. Kısa zamanda ulaştıkları sonuçlar bu gün ortada. Gıpta ederek sadece seyrediyoruz, o kadar..
Bahsettiğim ayağa kalkış kesinlikle hayali bir söylem değil; zira bu süreci, üretimdeki tüm ağırlığımızı ihracata yönelik mallara vermek, ithalat serbestisinde kısıtlayıcı önlemleri arttırmak ve tarım sektörümüzü olabildiğince destekleyip, özellikle ihracata yönelik gıda üretimini yeterince sübvanse etmekle başlatabiliriz.
Bu konularda devlet kararlılığını göstersin, toplum bu "ayağa kalkışa ve milli akışa" mutlaka uyacaktır.
Bir de başta devlet adamları olmak üzere hep birlikte şu "israflı - şaşalı" yaşam tarzından vazgeçsek ve "hazıra konmuş şımarık çocuklar gibi" yaşamasak diyorum..
Hani "İsraf Haram" diye fakire- fukaraya konuşuyor, ahkam kesiyorduk yahu.. Ne oldu böyle?
Toplum olarak, doğrudan "inanç, ahlak ve kültürel" yapımıza olumsuz da yansıyan mevcut alçak sürünmeleri hak etmiyoruz ve yazık oluyor. Hem zamana, hem insana çok yazık oluyor.
"Hak ettik.. bize layıktır" diyenler de oluyor ve doğrusu onlara da hak vermemek elde değil..
Sağlıcakla kalın..