Avrupa Birliği Gıda ve Yemde Hızlı Güvenlik Sistemi verilerine göre Nisan ayında Türkiye’den Avrupa ülkelerine ihraç edilen 50 ürünün 19’u uyarı bildirimi alırken, 31’i gıda güvenliği nedeniyle sınırda reddedildi. Sınırda reddedilen ürünlerin akıbeti bilinmiyor.
Yem ve gıda güvenliğini sağlamak amacıyla 1979 yılında Avrupa Birliği tarafından kurulan RASFF sistemi verilerine göre Nisan 2024’te Türkiye’den ihraç edilen 10 kategorideki 27 farklı üründe yasaklı madde kullanımına veya doz aşımına rastlandı.
Sebzeden meyveye, köpek mamasından baharatlara kadar 10 farklı kategoride 27 farklı ürünün bildirim aldığı listede ürünlerin 19’u uyarı bildirimi alırken 31’i sınırda reddedildi. Sınırda reddedilen ürünlerin akıbeti bilinmiyor.
Gümrükte reddedilen ürünlerin iyetetik yiyecekler, doğal maden suları, evcil hayvan maması, hazır yemek, kuruyemiş, fındık ürünleri ve tohumları, meyve ve sebze, otlar ve baharatlar, tahıllar ve unlu mamuller, yağlar ve yağlar gibi 10 farklı kategoride ürünler olduğu belirlendi.
Türkiye’den ihraç edilip en çok bildirim alan gıdalar
Hakkında en çok bildirim yapılan gıda ürünü kuru incir (14) olurken, taze limon 7 kere bildirim aldı. Taze biber, greyfurt ve susam tohumları içinse 2’şer kez bildirim yapıldı. Antep fıstığı, biber, dene yaprağı, dondurulmuş biber, dut, erişte, evcil hayvan maması, fındık/yer fıstığı, gıda takviyesi, kayısı, kekik yaprağı, kimyon tohumu, kimyon tozu, közlenmiş kırmızı biber, kurutulmuş kekik, kuru üzüm, maden suyu, margarin, susam ezmesi, yeşil çay, erik ve tek kullanımlık çay ise birer kez bildirim aldı.
Nisan ayında Türkiye’den Avrupa’ya ihraç edilen ürünler hakkında 15 kez bildirim yapan Fransa, en çok bildirim yapan ülke oldu. Fransa’yı 13 bildirim ile Bulgaristan takip etti. Almanya 6, İtalya 2, İsviçre 2 bildirim yaparken, Yunanistan, Romanya, Macaristan, Lüksemburg, İspanya, Danimarka ve Belçika ise 1’er bildirim yaptı.
Gıda güvenliğinde en çok bildirilen madde ‘Aflatoksin – Mikotoksin’ oldu
Sosyal medya hesabında küfün insan sağlığı üzerindeki etkilerini anlatan, kendisi de küf zehirlenmesine maruz kalmış bir sağlık çalışanı olan Necla Örnek, aflatoksin ve mikotoksin maddelerini Yeşil Gazete’ye anlattı.
Gıdalarda bulunan mikotoksin maddesinin en basit tanımıyla küf olduğunu açıklayan Örnek, “Mikotoksin aslında bir küf, yani canlı. Kendini savunma mekanizması geliştiriyor. Yani mikotoksin bir gaz ve bunun çeşitleri var. Bir tanesi de aflotoksin. Bu madde genellikle kuru meyve, kuru sebze, kuruyemiş, baklagiller, şarap, bira gibi maddelerde bulunur. İnsan sağlığı için kanserojen olduğu kanıtlanmış bir maddedir. Hatta bazı insanlar için ölümcül bile olabilir” dedi.
‘Bu nasıl cesaret?’
İhraç edilen ürünlerde bulunan yasaklı maddeler ile ilgili haberleri gördükçe şaşırdığını açıklayan Örnek, şaşkınlığını şu şekilde açıkladı:
“Ben bu tür haberleri gördüğümde şaşırıyorum. Bu nasıl bir cesaret? Geri geldiğini bile bile neden gönderiyorlar? Geri gelmesine rağmen neden hiçbir önlem almıyorlar? Belli ki bu ürünleri muhafaza ettikleri yerde bir sorun var. Nasıl ki donmuş ürünlerde bir zincir var ve zincir kırılınca ürünler bozulmaya başlıyor, burada da ısı ve nem ölçümüyle ilgili bir problem var. Ya iyi kurutamıyorlar ya da kurutulduktan sonra depolarda iyi muhafaza edemiyorlar. Bunun artık tespit edilip önüne geçilmesi gerekir.”
Çocuklar çok daha büyük risk altında
Uzman Diyetisyen Dicle Dilan Salman ise gıda güvenliğindeki denetimsizliğin bir halk sağlığı sorunu olduğunu belirtti. Yeşil Gazetede yer alan özel habere göre, bildirim alan gıdalarda bulunan maddelerin miktarlarına dikkat çeken Salman, şunları anlattı:
“Gıdalarda bulunan toksik kimyasalların miktarlarına baktığımızda sorunun büyüklüğü görünüyor. Bu da halk sağlığı sorununu ortaya çıkartıyor çünkü bu maddeler insanlar ve hayvanlar için oldukça zararlı ve kanserojendir. Karaciğer hasarında büyük rollere sahiptir ve safra kanalı hasarına neden olabilir. Bu kimyasallara yoğun derecede maruz kalmış kişilerde kişinin ölümüne kadar giden bir süreç yaşanabilir. Ölümden karaciğer kanserlerine, yağlanmaya, ödeme, kalp rahatsızlıklarına kadar birçok hastalığa neden olduğu bilinmektedir. Örneğin, maalesef nar yediği için ölen 4 yaşındaki Saliha Çakır‘ın adli raporunda tarım zehirlerinin olduğu belirtilmişti. Ailesiyle yapılan görüşmelerde kendilerinin de etkilendiğini ancak çocuklarının dayanamadığı belirtmişlerdi. Çocukları çok daha fazla etkileyen bir durum ve çocuklar yetişkinlerden çok daha fazla risk altında. Yani bu durum 7’den 70’e herkes için bir sorun”.
‘Gıda hakkı arka sıralara atılan temel bir hak’
Salman sosyal medyanın gelişimiyle bu tarz durumlardan eskiye oranla daha hızlı haberdar olduğumuzu belirtti:
“Bir yandan bu çıkan haberlere alışıyor, sıradanlaştırıyor, kötü beslenmemizi normalleştirilmesine müsade etmiş oluyoruz. Tek etki bu değil tabii ki, yoksullaşmanın etkisi gıda krizinin derinleşmesi gibi birçok etken buna zemin hazırlıyor ancak “hepsini pazarda bize satıyorlar şimdi” gibi bir algı hepimize oturmuş olması ve bunun için hiçbir şey yapmıyor olmamızın haklarımız arasındaki hiyerarşi ile ilgili de olduğunu düşünüyorum. Özellikle bizim gibi toplumlarda gıda hakkı arka sıralara atılan temel bir hak. Bu nedenle bunu sorunlaştıramıyoruz. Ya da sorunlaştırdığımızda da ancak sosyal medyadan bir kamuoyu yaratarak var olan bir haber üzerinden sadece o soruna ait bir çözüme ulaşmaya çalışıyoruz. Okuyanlar ülkede sanki sadece bu sorun mu var diyebilir çok da haklılar ancak temiz, sağlıklı gıda bizim en temel hakkımız. Kamu bu hakkımızı sağlamak zorunda, biz de gıda güvenliği krizi bu kadar derinleşmişken her gün gıda güvenliği ile ilgili yeni bir manşete uyanırken mücadeleyi büyütmek için adım atmak zorundayız.”
‘Sorulara yanıt bulamıyoruz’
Gıda güvenliği konusunda toplumdaki bilinçle ilgili açıklamalarda bulunan Dicle Dilan Salman, toplumun her detayı ile gıda güvenliğine hâkim olamayacağını şu sözlerle açıkladı:
“Siz araştırmacı gazeteci olarak, ben diyetisyen olarak az çok bu sürecin içinde olan ve gelişmeleri takip etmeye çalışan insanlarız. Ancak birçok soruya net bir cevap üretemiyoruz. Ülkemize iade edilen gıdalar nereye gidiyor? Hepsi gerçekten imha ediliyor mu? Ülkemizde yetişen bu gıdalar denetimden geçeceği bilindiği halde bu şekilde yasaklı ve yüksek oranda pestisite vesaire maruz kalıyorsa, ülke içinde bizim tükettiğimiz gıdalar ne halde? Gerçekten bir denetim mekanizması var mı? Tarım ve Orman Bakanlığı bu konuda herhangi bir açıklama yapıyor mu? Raporlara erişimimiz var mı? Pazardan aldığımız ürünün kimyasal analizleri yapılıp yapılmadığını nereden bilebiliriz? Bu ve benzeri birçok soruya net bir yanıt veremiyoruz. Biraz daha işin içinde olan insanlar dahi emin olamazken, toplumun bu kadar detaya hâkim olmasının mümkün olmadığını düşünüyorum.”
‘Sağlıklı gıdaya erişim lüks oldu’
Temiz ve sağlıklı gıdaya erişimin en temel hak olduğunu hatırlatan Salman, iyi beslenmenin ekonomik ilişkisine de dikkat çekti:
“Yoksullaşma arttıkça insanlar var olan kötü, sağlıksız, ucuz gıdayı bile evine götüremez hale geldi. Okula ekmek dahi götüremeyen çocuklar varken en temel hakkımız olan sağlıklı gıdayı seçmek lüks hale geldi. Hayvansal gıdalar olan yumurtayı ve eti geçiyorum; kurubaklagilin, sebzenin bile lüks olduğu bir ülkede yaşıyoruz. Bence insanlar bilinçli olarak bunları seçiyor çünkü seçmek zorundalar. Büyük şehirlerde kiraların en düşüğü 10 bin lira olmuşken asgari ücret ile geçinen bir ailenin en kötü marka yumurtayı alması bile mümkün değil.”
Uzman diyetisyen, var olan sonuçların, gıdaların tarladaki gelişiminin güvenli olmadığını, hasat sırasında, depolanmasında ve tabağımıza gelene kadar ki süreçte doğru saklama, paketleme, muhafaza etme süreçlerinde problemler olduğunu belirterek atılması gereken adımları da şöyle açıkladı:
“Tarım ve Orman Bakanlığı başta olmak üzere tüm kamu kurumlarının gıda güvenliğini sağlamak için bütünlüklü bir politika oluşturması gerekmektedir. Tarımın başladığı topraktan saklama koşullarına kadar her yerin kontrolünün ve denetiminin sağlanması ve buna göre yaptırımlarda bulunması gerekmektedir. Sadece üreteni suçlamak, “kullanan onlar” demek en kolay yol. Buna neden mecbur kaldıklarını, kullandıkları halde çıkan üründen para kazanıp kazanmadıklarını, mazot parasından gübresine kadar her detayda sorumluluğu olanın kamu olduğu hatırlanması gerekir. Buna bu şekilde tepki üretmek birbirimize saldırmaktan çok daha iyi sonuç getirecektir.”