Şimdi bu incelememi okuyan bir kısım dostlarımız, işin kolay tarafına kaçarak anlattıklarımızla zerre kadar ilgisi olmayan “sığ milliyetçilik"   ve hatta ötesine geçip "ırkçılık" gibi eleştirel yorumlar yapacaklardır. Yapsınlar, canları sağolsun; eleştiriler bize katkı sağlar mutlaka ve başüstüne.. Ancak ve esasen hitabımız, olayları ve sistemleri geniş açıdan ele alan; bilgi olgunluğuna sahip insanlara yöneliktir.. 

Tarih boyunca birileri Türk olmak ile bunun ırkçılığını yapmanın aynı şeyler olmadığını anlayamadan, bir fasit çemberin içerisinde dönüp durdular.  
İşin özünde, Türk oluşundaki yaradılışa dair kaderi, aslında bir inanç tercihi olan Müslümanlığına engel gibi kıyaslamaya girerek, aslını inkar eden bir Türk vatandaşı; aynı zamanda kendisini, aşağıda hakkında bilgi vereceğim merhum Arvasi Hazretlerinin değer yargılarının üzerinde bir makamda da zannetmektedir.. Bu durum ise bir kişilik zafiyetidir doğrusu.. Böyle bir insanın yüzüne bakınca; "kendini aşamamış bir cehalet yumağı" diye bir tarif gelirse aklıma, haksız mı sayılırım bilemiyorum.. Neyse gelelim asıl inceleme konumuza;  

Büyük yazar ve şairlerden Necip Fazıl Kısakürek’in “O ve Ben” adlı ebatta küçük ancak anlam ve ifadede son derece zengin eseri geldi bugün aklıma..

Necip Fazıl o dönemler İstanbul sosyetesinin en hareketli semtlerinde yaşayan, yakışıklı, çapkın ve afili bir genç iken; bir gün şehiriçi hatları vapurunda karşılaştığı ve o andan itibaren büyük bir manevi bağ ile bağlandığı, daha sonra da yıllarca talebeliğinde bulunduğu hocası "Abdulhakim Arvasi" Hazretlerini, O’nu tanıdıktan sonraki duygularını ve ruhundaki patlamalarını anlatır bu kitabında..

Günümüzde "biat toplumu"  diye bir tabir türedi ya; işte üstada ya da şeyhe bağlılık olgusunun, sosyolojik gelişimi yönünden de okumaya, düşünmeye değer; sorgulanıp tartışılması da gereken bir eser.. Sanırım belirli kesimler tarafından olsa da, yüzyıllar boyu da okunur ve hep değer verilir nitelikte..

Abdulhakim Arvasi, Hz. Peygamberimiz soyundan ve Hz. Hüseyin kolundan olan Halife Mustafa Efendi'nin oğlu olarak bilinmektedir.
Irak’ın çeşitli bölgelerinde ve bizim Doğu Anadolu’da o devirlerin alimlerinden ilmi ve dini eğitimler gördüğü, 1879 yılında Arvas’ta Nakşi Şeyhi Seyyid Fehim Arvasi’nin de talebesi olduğu, müteakip yıllarda da özellikle Nakşibendi ve Kadiri gibi tedrisat alimlerinden dersler ve temsili yetkiler aldığı, Şafii mezhebinden olmasıyla birlikte, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren İstanbul’un çeşitli camilerinde vaizlik ve okullarda öğretmenlikler yaptığı da bilinmektedir. Mehmet Akif Ersoy gibi Cumhuriyet öncesi, kuruluşu ve sonrası devreyi yaşamış müstesna insanlardan..  

1943 yılında vefatıyla Ankara’daki Bağlum köyü Kabristanına defnedildiği; 
Geride bıraktığı binlerce talebesine, vahdet-i vücut felsefesinin tüm derinliklerine kadar inen büyük düşünce ufukları bıraktığı, tanıyanlar tarafından bilinmektedir.


Bence beyin gücü, fikri bilgi donanımı, mücadeleciliği ve inanç yapısı bağlamında en önemli eserlerinden birisi de, talebesi merhum Necip Fazıl Kısakürek’tir..

Kısakürek'i merak edenlerin sonunda Abdulhakim Arvasi ve felsefesine ulaşacağı sabittir. Ki O da peşinden yüzbinlerin gönlünde derin izler bırakmış bir ideoloji insanıdır. "Büyük Doğu" felsefesiyle düşünce dünyasının farklı bir üstadıdır.


Necip Fazıl'ı tanımak önemli.. Hatta Onu okumayan bir insan eksik kalmıştır. Çağdaşı olan Nazım Hikmet’i seven birinin dahi O’nu da çok iyi anlaması için; mutlaka Necip Fazıl Kısakürek’i de birlikte okuması, çelişki ve özdeş noktalarını birlikte düşünmesi, yoğurması; hülasa Anadolu insanının düşünsel dünyasını böyle sorgulaması ve öğrenmesi gerekir diye düşünüyorum.. Her ikisi de kendi zıt kulvarında ayrı birer değer bana göre.. Ve her ikisini de bir arada düşünmek ve öğrenmek gerek.. Neyse bu noktaya ayrı bir yazıda tartışırız nasıl olsa.. Dönelim Arvasi Hazretlerine;

İşte, aşağıda okuyacağımız veciz sözler; dört mezhebin fıkıh bilgilerinde ekol, ruh biliminin ustası, 600 yıl boyunca İslamı insanlara anlatmakta çok büyük hizmetler vermiş bir ailenin mensuplarından, Silsile-i Aliyye adındaki büyük alimlerin 34’ üncüsü, "Hazreti Peygamberimiz sülalesinin Hz. Hüseyin kolundan geldiği" mahkeme tespitleriyle sabit; Türk kökenli olmayan ancak her yönüyle tam ve gerçek bir Müslüman olan Abdulhakim Arvasi Hazretlerine aittir. Belki bunun için de biraz, bilmeyenler tarafından da bilinmesini istedim bu büyük şahsiyetin..

1943 Yılında Ankara’ya taşındıktan sonra, ölümünden öncesi devrede tarih konulu bir sohbeti sırasında birdenbire söylediği deyişleri aynen şöyledir;

“Ben bir Seyyid’im..
Yani bu demektir ki Türk değilim. 
Ama yer yüzünde bütün Türkler silinse, üç Türk kalsa biri ben olurdum. 
İki Türk kalsa, gene biri ben olurdum. 
Son Türk kalsa da, o gene ben olurdum. 
Çünkü Türkler olmasa bugünkü manâda İslamiyet de olmazdı..”


İşte bu, işte bu dostlar..
Bu sözleri öyle dedeleri Oğuzların Kayı boyundan kökenli falan bir insan da söylemiyor.. Arap Milletinden hatta Hz. Peygamberin sülalesinden, sevgili Hz Hüseyin kolundan gelmiş bir zat söylüyor.. Bu noktada tereddüt olmasın diye yukarıdaki aile kökü ve hayatına ilişkin tanıtım bilgilerini sunmayı tercih ettim.. Bilgi vermek adına gerçekte iyi yaptığımı da sanıyorum..  

"Türk" kelimesinden gocunan, düşmanlığından bile aslında türlü menfaat bekleyen, tüm yaşam felsefesini Türk düşmanlığı üzerine yapılandıran, hatta bu konuda oturup kalktığı nev’i şahsına münhasır aleminde gerine gerine ahkamlar kesen; siyasetçi ise kırıta kırıta beyanat veren bir kısım insanlar da türedi bu toplumda.. 

Ancak ben şahsen, Türklüğünü inkar eden Türk kökenli birini gördüğümde; bir okyanusun ihtişamlı dev dalgaları karşısında acz içinde debelenen fındık beyinli balıkları getiriyorum aklıma.. Türk olmak Müslüman olmaya engel değil ki.. Gocunmaya ne gerek.. Bir de aslında müslümanlıkla ilgisiz bir "süfli arap milliyetçiliği"nin etkisinde olup olmadığını da sorgulaması gerekir bazı insanların. Piyasa din adına öylesine asılsız bilgilerle, öylesine uyduruk arap ve yahudi üfürmeleriyle dolduruldu ki, o pırıl pırıl dinimiz yetim kaldı / garip oldu desem yeridir. 

Herşey bir yana Türk olmanın, Müslüman olmaya alternatif bir fikri sav'ı da yok, olamaz da zaten.. Bu noktadan hareketle "Müslüman - Türk" tabiri Anadolu insanının genetiğinden ve tarihinden gelen bir felsefik yoğrulmanın sonuçları ve en uygun adıdır diyebiliyoruz.  

Onun içindir ki yukarıda bahsettiğim değerli şahsiyetin;
"Türkler olmasa bugünkü manâda İslamiyet de olmazdı..” 
Sözlerini yadırgamamak, bilakis yaşatmak gerekir. 
Aptal ya da güdük beyinli değildi ya O mübarek insan ve Onun yolundan giden talebesi koskoca Necip Fazıl.. Bazen bir sükut içine sığınıp, düşünmek gerek..

Tüm bunların yanısıra "dini inancı ve aile kökeniyle birlikte" bir insanın; bilim ve çağdaşlık yolunda gelişmeyi / ilerlemeyi hedeflemiş, zeki, dürüst, çalışkan, üretken, namuslu, vatanına ve bayrağına saygılı / sahip,  kitap okuyan, eğitimli, bilgi / tecrübe donanımlı; keza "özgürlük ve bağımsızlığın idrakinde çağdaş bir insan olmak" gibi nitelikleri taşımasının çok önemli olduğunu da unutmamak gerek..

Bir de insanın "terazi ibresi" çok önemli..
Sosyal ilişkilerinde "kul hakkı"na meyleden, yani diyalog ve alış-verişlerinde karşındakini kandıran, hakkını yiyen bir karakter ve davranış şeklindeyse insan; yalın kılınç Mete Han'ın torunu olsa  ya da Peygamber soyundan gelse, hatta günde bin rekat namaz kılsa ne yazar.. O halde fazla söze de yoruma da gerek yok..

Bu yazımda adı geçen şahısları minnetle, teşekkür ve duayla anıyorum.. 
Sizler bakmayın zamanımızdaki her gün biraz daha çürüyen / kokuşan kötü emsallerine; bizler iyi ki bildiğimiz gibi gerçek Müslümanız, iyi ki bildiğimiz gibi Türküz ve bu hasletlerle birlikte, vatanımız için tam bağımsızlık ve insanımız için de çağdaş medeniyetler peşindeyiz.. Ne var ki bunda ?..


Esen kalınız..
 

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Avatar
Mustafa Pehlivanlı 8 yıl önce

Çok harika bir yazı değerli dostum.
Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin o ibretlik sözlerinden ders almayan ve hala siyasi Arapcılık oyunu oynayanlar utansın gayrı. .
Tabi utanacak,kızaracak yüzü bulurlarsa.!
Sağolasın. Hayırlı geceler.