Gazetemiz bünyesinde güncel olayları, bölgemizi, yerel ve uluslararası siyaseti yazan arkadaşlarımız; İslamcı, Ülkücü, Devrimci, Muhafazakar, Halkçı, Demokrat ve Ulusalcı Fikir Adamlarımız, Gazeteci ve Yazarlarımız ile Değerli Edebiyatçılarımız, Şair ve Sanatçılarımızla birlikte çok renkli ve çok sıradışı bir "edebi demokratik kulvar" içerisindeyiz..
Hepsine gönülden müteşekkirim..
Akçalı işlerle ve paranın kölesi olmadan, kendi görüşlerimize göre idealist duruşumuzu bozmadan, toplumumuza örnek bir birlikteliği hep birlikte gerçekleştiriyoruz.. Sağolsunlar..
O, tarihe mal olmuş "bir olmak, diri olmak.." sözünü Uludağ'dan akan berrak sular gibi saf ve tertemiz bir şekilde hayata geçirmeyi yaklaşık bir yıldır başardık; bu başarıyı inanıyorum ki uzun yıllar boyu da azimle sürdüreceğiz.. Yeter ki gelecek neslimize yollarını aydınlatacak alternatif bir mum ışığı olalım.. Bunu düşünmek bile yeter bize.. Ötesini "Halik" bilir..
Gazetemiz emek verenlerinin tamamı farklı görüşlerde de olsa "Türk Milletinin bir bütün olduğunu" çok güzel de örnekliyorlar.. Bunları izlemek bile neredeyse bireysel yazmaktan daha fazla huzur veriyor bana.. "Ekip ruhu" dedikleri de bu olsa gerek.. Eğer bu ise, ben azami derecede mutluyum...
Ancak bunun da zaman içerisinde beni bir rehavete sürüklediğini görüyorum..
Onları okuyacağım, "editörlük" görevimi yapacağım; "öncelikle yazar ve şairlerimiz yayınlansınlar, okuyucularıyla bir an önce buluşsunlar, biz nasıl olsa yazarız bir ara.." derken kendi yazılarımı ötelediğimi de yaşıyorum.. Olsun, ben de bu arada fırsat buldukça nacizane yazmaya çalışıyorum.
Diğer yönden, böyle farklı renklerde, donanımlı ve elit bir grubun başında olmam nedeniyle "ben prensiben siyaset yazmayayım, mümkün olduğu kadar bir denge unsuru gibi kalayım.." da diyorum.. Ancak ne mümkün?.. Elim dursa gönlüm isyan ediyor.. Gönlümü sustursam elim zaten 'yazmazsam hiç'im' diyor.. Böyle vallahi..
Bir konu var son günlerde dikkatimi çeken ve müsadenizle yazıyorum..;
Ohal'de umurumda değil diye düşünüyorum bazen, tamam da; yazmasam vicdanım razı değil; yazsam acaba birileri istismar eder / bir hinlik yapar mı diye de aklımdan geçiyor.. Neyse ben kendimi biliyorum, Allah da kalbimi.. diyerek bu konuyu yazmamın doğru olacağına inandım ve yazıyorum.. Tahmin ettiğim birileri de okursa eğer, hiç olmazsa onlara da bir dobra ve açık mektup olur bu hasbıhalimiz..
“Mektup yazdım Hasan’a,
ha Hasan’a, ha Sana..” gibi..
.....
Gelelim sadede ve konu sizlerce de malum bir olay;
15 Temmuz..
Devletin içerisinde yıllar boyu yuvalanmış bir kısım bedbahtların FETÖ Örgütü adıyla giriştikleri o lanet darbe teşebbüsü..
Üzerinden neredeyse bir yıl geçti..
Ve sonuçlarına baktığımda özellikle dikkatimi çeken bu ihanet olayının arkasından, artık bir kısım “15 Temmuz Mağduru Aileler” de öne çıkmaya başladılar.
Aslında darbe ile uzaktan yakından ilgisi olmayan, ancak OHAL kapsamında tutuklanmış olan emir eri bir kısım askeri personelin ailelerinden bahsediyorum..
Çocuklar er, onbaşı, çavuş, uzman çavuş ya da astsubay..
Belki de subay..
Ne fark eder genelinde "emir eri" olduktan sonra..
Sıradan bir örnek vereyim;
Daha 1 - 2 yıllık bir astsubay..
Memur olsa da “stajyer memur” desek uygun düşer.
Bırakın devleti, askeri teşkilatı dahi tam olarak bilemez, komutanlarını say desen bir iki kademeden sonrasını da sayamaz.. Tam bir çömez yani..
Başlarındaki rütbeli subay tam da 15 Temmuz günü emir vermiş..
Sadece Ona mı ?
Hayır eğitim amacıyla getirildikleri Yalova’daki tüm kursiyer ast subay öğrenciler için geçerli bu emir..
Ve hepsini doldurmuşlar bir otobüse..
Nereye götürülürler, çocuklar da bilmiyorlar esasında..
"Komutan emir vermiş birliğimize götürülüyoruz" derler birbirlerine..
“Sür” demişler otobüsü,
"Eğitim gören ast subaylar karargahlarına dönüyorlar.."
Şoför de sürmüş tabii ki..
“Neden, niçin, nasıl, ne zaman vs..” sorabilecek konumda da değil; şoför de bir asker neticede.. Komutandan emir "İstanbul’a sür" ise, ne yapsın garip..
"Başüstüne Komutanım.." Der ve kontağı çevirir düşünmeksizin..
İzmit Körfezini geçerler ve komutanın emri, "E5’ten Boğaz Köprüsüne.."
İşte tam burası olayın "bam" noktası..
Zira O gün; 15 Temmuz Cuma günüdür..
.....
Köprünün üzeri mahşer yeri..
Otobüsteki ast subay kursiyerler şaşkın..
Derken polisler ve kalabalık bir vatandaş grubu ablukaya alırlar otobüsü..
İçindekiler dünyadan ve 15 Temmuz’dan bihaber..
Bir kargaşa ki sormayın gitsin; otobüsteki her bir kursiyer şaşkın ördekler gibi..
Sonucunda otobüsteki askeri kursiyerler topluca tartklanırlar, dövülürler, adeta bir linç hareketine maruz kalırlar ve tutuklanırlar.
Neticeye gelelim;
O otobüsteki ast subay kursiyerler 15 Temmuz’dan beri Silivri Cezaevinde yatıyorlar..
.....
Tamam.
Buraya kadar anlatılanlar, tabii ki bizim de gazeteci olarak, gariban bir babadan dinlediklerimizdir.. Detaylar teredütsüz Savcılarımızın işidir ve eminim ki "akla karayı hakkaniyet adına ustaca ayırt ederek" yakın zaman içerisinde hakkaniyeti tesis edeceklerdir.
.....
Şimdi de varalım bu tutuklanan çocukların ailelerine.
İşte yazımın asıl amacı da bu aileler..
Bu tutukluların eşleri, çocukları, anne ve babaları da mağdur..
Çoluk çocukları, zaten genelinde zar zor geçinen babalarının evlerine sığınmışlar.
Baba ocağı bulamayanlar da ortada kalmışlar..
Geceleri yok, gündüzleri yok..
Gözleri yollarda kulakları haberlerde..
Bizler unuttuk darbe günlerini neredeyse de, onlar hergün yirmidört saat bu konuyla haşır neşirler..
Toplumun bu mağdur kesiminde o hain kalkışmanın travmatik etkileri, gün be gün daha da ağırlaşıyor maalesef..
“Zinhar !..” diyor o gariban Anadolu babası..
“Benim oğlumun herhangi bir cemaatle, ya da Fetö müdür nedir, o lanetle bir alakası yok, zinhar yok.. Allah üzerine, Kur’an üzerine yemin ederim. Benim çocuğum öyle darbe marbe bilmez. Üstlerinin kurbanı oldu; tek suçu verilen emre birlik olarak uymaları.. Asker adam bu, emir almış, ne yapacak? Başındaki o kocaman komutana karşı mı gelecek ? Bir ard niyeti olsa silahını yanına alır, eğitim binasındaki dolabında bırakmazdı.. Kahrımızdan hasta olduk, konu komşuya başımızı kaldıramaz olduk.. Benim çocuğum vatan haini değildir, öyle olsa ellerimle boğarım.. Ölsek gam yemeyeceğiz, yeter ki çocuğumuzun suçsuz olduğu ortaya çıksın.. Bir sene oldu nerdeyse, perişanız, perişanız..”
İşte böyle arz-u hali Milletin.....
.....
Ve haydi yazma be kardeşim..
Heyy OHAL..
Sen bir yasa maddesi değil de bizler gibi etten kemikten ve vicdan sahibi bir insan olsaydın keşke..
.....
Gazetemizi okuduklarını ve izlediklerini bildiğim yüksek tepelerdeki bir kısım görevlilerimize sesleniyorum şimdi;
Şu mübarek Ramazan ayı içinde bu mağdur ailelerle bir empati yapabilecek misiniz ?..
Hiç olmazsa er, onbaşı, çavuş, uzman çavuş, ast subay gibi en alt seviyelerde olan askeri personelin, ya da daha yüksek rütbeli bir kısım kader kurbanı oldukları muhtemel bir kısım subaylarımızın; soruşturma dosyalarında eksik kalmayanlarının; hiç olmazsa tutukluluk halinin sona erdirilmesi için Sayın Cumhurbaşkanına ve Adalet Bakanına bir teklifte bulunabilecek misiniz ?..
Önümüzdeki Ramazan bayramına aileleriyle, çoluk-çocuklarıyla birlikte girsinler.
Ve Ramazan ayının ulviyeti de bu mağdur aileler vesilesiyle bir kez daha idrak edilsin.
Hem "adaletin tecellisi" yolunda akla karayı ayırt etmiş olalım; hem de “gecikmiş adalet adalet değildir” noktasından bir mağduriyet kalmasın bu ülkede..
Var mısınız ?..
.....
Tüm bu yazdıklarımın yine bir kısım insanlar tarafından istismar edilmemesi amacıyla da tüm kalbimle bir kez daha yazıyorum ki; 15 Temmuz’un esas planlayıcısı ve uygulayıcısı HAİN FETÖ terör örgütünü bir kez daha şiddetle kınıyorum, Allah Onları kahreylesin..
Ülkemiz, Milletimiz ve tüm İslam Alemine kardeşlik, barış ve huzur getirmesi dileğiyle Ramazan Ayınızı candan kutluyorum.
Agzınıza kaleminize saglïk AGRI DOGUBEYAZIT uzman eşleri 11 aydır adalet bekliyoruz