Tüm gece deli gibi esti, kırdı, döktü. Yerde mecalsiz ne varsa savurdu. En ağırlara gücü yetmedi. Silkeledi, eğdi, büktü ama başaramadı, vazgeçti. Bir sükûnet kapladı doğayı. Geride bıraktığı hasar utandırmış, üzülmüş olmalı ki sessizce çekip gitti. Ya da uslanmaz insanoğluna varlığını ve karşısında ne kadar güçsüz olduğunu hatırlatmak istedi. O zaman da “dersini verip gitti” demek gerekir.
Beklenenin ötesinde karşılaştığımız her olaya “fırtına gibi” demek bu yüzden alışkanlık olmuş. Siler süpürür, yakar yıkar. Gelip geçer ancak geride bir enkaz bırakır. Darmadağın olmuş duygu dünyamızda nemliymiş gibi görünen her şey yok olur. Geriye savaşmaya gücümüzün yetmediği, bir kenara koyamayacağımız kadar ağır ve derin şeyler kalır: Anılar, acılar, çaresizlikler, hayal kırıklıkları… Asıl onlarla mücadele etmemiz gerektiğiyle yüzleşiriz.
Baharın coşkusu ne kadar huzur verirse, sonbahar yağmurları ve rüzgârları da o kadar ürkütücüdür. Oysa bir sonraki mevsim onların gayretine muhtaçtır. İnsanoğluna siyah ve beyazın tezatı gibi gelse de ne çok ders vardır içinde. Koca kış boyunca sessiz sedasız özlenir ağaçlar ve yüce emrin vakti geldiğinde açar, renkleri göz alır, derin ve sessiz çalışma ürününü verdiğinde hayret ederiz geceden sabaha açan çiçeklere.
İşte tam da böyle bir gayrete odaklanmalıyız güzelim ülkem için.
Ülkem kasırganın ortasında çaresiz savrulurken, dört yanımızda trampetler çalarken, bizi oda orkestrasıyla oyalıyorlar. Küçük sorunlar dev gibi gösterilip, büyük sorunlar hasıraltı ediliyor.
Odamın penceresinden gördüğüm manzara doğa ile insanın ne kadar benzeştiğini hatırlattı bir kez daha. Hayallerimize ulaşmak için ne fırtınalar atlattığımızı, ne çok görünmez çaba sarf ettiğimizi ve etrafımızda yükselen içi boş varlıkların ne çok zaman kaybettirdiklerini ve ilk fırtına da nasıl savrulup yok olduklarını bilmeyen mi var? Ülkem için de aynı. Kimler geldi, kimler geçti.
İnsanın yaşamı boyunca karşılaştığı fırtınalar elbette aynı değil. Kimine ağır gelir, kimini yoklayıp geçer. Ya da insan kendine ağır geleni fırtına bilir. Diğerleri anlamını yitirirken giden canlar yakar yüreğimizi. Fırtına sonrası dinginlikte malın peşine düşeriz. Anlamını yitirmesini beklerken. Bir dahakine yine yine hatırlatacaktır, rüzgâr, sel, deprem, kar, fırtına ve ölüm. İnsan dersini almadığı sürece bu döngü sürüp gidecektir. Yakın zamanda ülkenin başına gelenlerden ders aldık mı?
Yaşam, doğum ve ölüm arasında bir süreç, vakti bilinmeyen. Her fırtınadan sonra gidenlere yanmak yerine, yolumuzda daha güçlü yürümek gerekmez mi? Basit ve değersiz şeylerin ardına düşünce asıl sorunlar büyümeye ve canımızı yakmaya devam etmez mi? Sırtımızda taşıdığımız insanlar ve her biri aslında bizden sonrakilere yük olacak eşyalar. Ulaşamayacağımız hayaller peşinde ter dökmek yerine, bizi biz yapan değerleri parlatmak ve en kıymetli armağan olan aklımızı kullanmak daha akıllıca değil mi? Yücelttiğimiz, paye verdiğimiz siyasileri sırtımızdan atmak için kasırga mı bekliyoruz? Aklımız firar mı?
Doğanın aklı muhteşem. Kendini hatırlatma biçimi de öyle. Sadece sunduğu nimetler değil, mesajlarını da düşünmeli insan. Her fırtına sonrası hasar tespitini öyle yapmalı ki karlı çıkılsın. Yoksa insan ve ülkem hep ziyanda olacak.
Ülkeme katkıları ile nefes aldıran, varlıklarını eğitime adamış kıymetli meslektaşlarımın 24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ CANDAN KUTLUYOR; Kaybettiklerimizi minnet ve rahmetle anıyorum..
.....
Yazarın tüm yazıları için tıklayınız
.....