Rüzgarın yapraklarla oynaştığı, yıldızların göz kırptığı, sessiz dingin bir yaz gecesinde korunun kuytularından gelen şen kahkahalar gençliğin o muhteşem enerjisini hatırlatıyor. Kaygılı olmasın diye dua ettiğimiz, şimdilerde “kaygısızlar” diye şikayet ettiğimiz birkaç genç adamın çimenlere uzanmış, birbirleri ile tepişmelerini izlemek gülümsetiyor insanı. Ah gençlik, diyorsunuz…
Sabahın seher vaktinde korunun yamacından koşarak iniyor bir delikanlı, bir elinde telefon, gözü bir onda bir saatinde belli ki geç kalmanın kaygısında. Bir yandan da iliklerimize işlemiş sosyal medya bağımlılığını sergiliyor ha düştü ha düşecek!
Biraz sonra orta yaşlarda bir hanım hızlı adımlarla iniyor yokuşu, otobüsü kaçırmak korkusuyla gözü karşıdaki durakta. Delikanlıya göre daha temkinli adımları. Gündelikçi olduğunu biliyorum, selamlaşıyoruz.
Koruya bakan sitede balkonlar hareketleniyor, evin hanımı kahvaltı hazırlama telaşında. Sabah güneşinin değmediği balkonu tercih ediyor. Yazın kavurucu sıcağından kaçan kaçana. Perdelerle rüzgarın dansı sürüyor.
Lüks arabalar park telaşında. Koruya sırtını dayamış restoran da komşu hanımla yarışta sanki. Masalara örtüler seriliyor, servise hazır etmek için koşuşturuyor genç kız ve erkek garsonlar. Arada çınarın altına kaçıp bir nefes çekiyorlar sigaralarından kaçak, üst kattan patronun izlediğinden habersiz.
Şimdi içimi yakan görüntü gözlerimi bulutlandırıyor, kendisinin üç katı bir çek çekle çöp toplayan delikanlı. Elinde lime lime eldivenler. Çöp dolabının kapısını hızlı kapattı diye azar işitiyor komşumdan. Yukarı bakıp elini kalbine koyuyor, kendince özür bu. Lüks arabalara bakmayı ihmal etmiyor hiçbir zaman ulaşamayacağı.
Lüks bir avm de bir dost davetinde kahve içerken kulak misafiri oluyorum ve ışıl ışıl parlayan insanlar etrafımızda. “Aura” deniyor şimdilerde. Marka giysiler pahalı parfümlerle yıkanmış. Gittiği tatillerden söz ediyorlar etrafı rahatsız ederiz gibi bir sıkıntıları yok. Özgürce konuşup, şakalaşıp, gülüyorlar. Arkadaşım yeni perdeleri için üzgün. Koltuklarla renk tonu farketmiş, çok rahatsız ediciymiş. “Üzülme, yerine konacak bir şey için.” diyorum. Henüz iki yılı doldurmamış acı kaybım ok gibi yüreğimde saplı dururken şu acıya bakın; perde rengi tutmamak ne demek? İnsan bu kadar çaresiz olabilir mi(!)… Susuyor ve yılların hatırına bir şey söylemeden onu eleğimin en altına koymaya karar veriyorum.
YKS’den ikinci kez sınava girip bir dünya dersane parası ödemiş bir anne ağlamaklı bir sesle arkadaşına anlatıyor. Malum telefonlar açık arazi. Biraz daha iyi puan alsaymış özel üniversitede okutacaklarmış. Bir dostları vasıtasıyla yurt dışı da olabilirmiş.
Otobüs hastane önünden bir hayli yolcu alıyor. Renkler soluk. Ellerinde birkaç poşet yer bulmakta zorlanan çifte yer veriyoruz yanımdaki delikanlıyla.Telefonu çalıyor adam bezgin açıyor ve tek cümle yakıcı… ”Yapacak bir şey yok, dediler.Çıktık biz.Terminale geliyoruz oğlum!” Çaresizliğin somut halini görmek tam da bu.
Akşam haberleri yangın yeri. Ülke maddi manevi yanıyor. Meclis karışmış, yatay geçişler hızlanmış, ülke yeniden şekillenecekmiş gibi, DSÖ tüm namertliği ile dünyaya çökme hazırlığında yine, Suriye meselesinde en keskin ve kesin çözüm engelleniyor, çiftçi isyanda kimin umuru? Kimi tatil, kimi perde, kimi can derdinde. Yazın son günlerindeyiz. “Baharı görmeden/Yaz geldi geçti” diyor ya şarkı.
Kimimiz hep yazdayız kimimiz için bahar hiç gelmemiş. Yaz zaten içinde, yanmaya mahkum yüreğinde. Kış başköşesinde bazılarımızın…
Bir yaz akşamında daha insan olmanın renkleri, mevsimleriyle koyun koyuna uyumaya varıyor şehir. Yarına Allah kerim.