Şiirlerle bezenmiş, Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kanber gibi hikayelerle efsaneleşmiş, Yusuf ile Züleyha’yla kutsal metne girmiş, hatta belki de bunlardan etkilenmiş Shakespeare’in kaleminden Romeo ve Juliet ile edebî anlamda coğrafyalar aşmış insana ait en bilindik haldir aşk…
Aslında konu, homo sapiens denen insan türünün ilişkileri, türün devamını sağlamak için içten gelen enerjisi, bunun nasıl ve ne şekilde düzene sokulacağına dair getirdiği düzenleri ve yaşamakla ilgili tekamülü ile ilgilidir ve mağara günlerinden bugüne kadar uzanır.
Bu iki uzun cümlenin ardından kısa kısa devam edelim.
Kadınla erkek ilk zamanlarda iş bölümü yaptı malum.
Kadın mağarada oturup çocuklara bakmayı, erkekse mağara dışında avlanarak yiyecek peşine düşmeyi üstlendi.
Bu, her iki tarafın da rızasıyla mı oldu, yoksa şartlar gereği mecburen mi? Orasını bilemem, ama şu bir gerçek ki bu durumun “erkek egemen toplumu” doğurduğu konusunda ciddi şüphelerim var.
Tıpkı, genel olarak memelilerde eş seçimi konusunda dişilerin seçici olmalarına rağmen, insanda bunun ne kadar mümkün olabildiği gibi...
Derken zaman ve şartlar değişti. Ne var ki dinlerle de desteklenen hatta katmerlenen bu rol dağılımı asırlarca değişmedi.
Hatta zayıf olarak görülen kadın ve çocukların korunmasına yönelik evlilik gibi bir hukukî kurumu da hayata geçirdi insanlık. Ancak o da çeşitli inanç yollarıyla zaman içinde erkeğe hizmet eden bir yapıya büründü. Toplumu çürüten poligami (çokeşlilik) için muhtelif kılıflar icat edildi.
Ama hayat dinler mi? Dinlemez tabi. Değişen hayat, erkekle kadını “birlikte ava çıkmaya” mecbur bıraktı.
Teşbihte hata olmaz. “Parayı verenin düdüğü çalmak istemesi, yemeği getirenin güç kazanması” doğaldı belki ama erkek bu “en büyük gücünü” yitiriyordu. Üstelik ev işlerinden tutun da aile olmanın mihenk göstergesi çocuğun bakılması ve eğitilmesine kadar evdeki birçok konudan da habersizdi.
Bu durum insanlığın hiç de aşina olmadığı cinsiyet eşitliği başta olmak üzere birçok kavramı beraberinde getirdi. Çocukların bakım ve eğitimini bütünüyle anneye yıkan anlayış ta sorundu artık.
Erkek egemen anlayışın rol dağılımındaki gücünü kaybettiğini hisseden erkek, şiddete yöneldi/yöneliyor. Aynı anlayışın biçtiği rolü reddeden kadınsa fırsatını bulduğunda asırların getirdiği bilinçli ya da bilinçsiz hınçla özgür olma yolunda erkeğin ensesinde boza pişirme eğiliminde…
Bu bir geçiş dönemi… Elbette su akıp yolunu bulacak, bulacak da bir salmıyorlar insanı… En büyük sorun bu kanaatimce.
Beri yandan barınma ve beslenme gibi en temel iki ihtiyacın dahi karşılanması büyük problem bugün…
Muhtemelen yarın da…
En azından üzerinde yaşadığımız bu topraklarda…
Sen şuursuzca üçer beşer çoğalanları ülkeye sok, vatandaş yap, bir nevi haksız rekabet yarat. Ekonomiyi çökert. Sonra kendi insanın için iki-üç beyaz eşya fiyatına krediyle 2025 yılını “Aile Yılı” ilan ederek “çoğalın(!)” diye buyur.
Ha, iki-üç beyaz eşya dedik te…
Bugün öyle… 2025 sonunda bire düşer mi, bilinmez.
Trajikomik…
Bu arada o para için yapılacak muhtemel sahte evlilikleri, dolayısıyla “istismarı” nasıl önleyecekler, merak ta etmiyor değilim.
Neyse konuyu dağıtmayalım.
Erkek egemen toplum dediğim gibi eskisi kadar “egemen” olmayabilir bugün…
Bu topraklarda dahi…
Hangi noktasında olduğumuzu bilemediğimiz tekâmül sürüyor.
Çok boyutlu ve hacimli bir süreç.
Sevgi ve aşk oldukça çetrefilli bir konu günümüzde… En edebî ifadeyle sevdiğini hatta âşık olduğunu söylediğini göğüs kafesinde hapsedip kendine hizmet eder hale getirme çabasıyla, birlikte uçabilecekleri bir gökyüzü yaratma gayretine kadar uzanan geniş bir yelpaze…
Güzel olanı çoğaltma ve yüceltme refleksi oluşturup insanı büyütmeyen şey sevgi olamaz, aşk hiç olamaz. Tersi de doğrudur. İnsan, çirkinliklere gark oldukça küçüldükçe küçülür.
“Ya benimsin ya toprağın” kadar öldürücü de olabilir, “aynı toprakta yeşerip çoğalalım” kadar yaşatan da…
Dedim ya, çetrefilli bir konu.
Evli engelliler de var mesela… “Engelli erkek-engelsiz kadın” çiftler -biraz da erkek egemen toplum etkisiyle- fazlaca… Son yıllarda her türlü olumsuz gelişmeye karşın “engelli kadın-engelsiz erkek” çiftlerin çoğalması tekamülün bir göstergesi diye düşünüyorum.
Ama hep diyoruz ya…
İnsanın önündeki en büyük engel, yine insan…
En özel konularda bile…
Ha, bu arada yarın 14 Şubat…
Kapitalist dayatma olarak gülü, çiçeği, börtü-böceği falan boş verip -eğer varlarsa- eşinize, hayat arkadaşınıza, yârinize, evlatlarınıza, hatta torunlarınıza sıkıca sarılın.
“Baaak bende ne vaar?” çocuksuluğuna kapılmadan, ona buna, oraya buraya fotoğraf ya da videolarınızı göndererek kimsenin gözüne sokmaya çalışmadan hem de…
Acı gerçek şu ki, kafalar değişmezse, insanın insandan iyice koptuğu bugün ve sonrasında çok az insan o noktaya ulaşabilecek.
Bir de her ne yapıyorsanız yapın, içinde aşk ve tutku olsun.
Çünkü bu, yukarıda anlattığımız aşktan çok daha önemli.
Haftanın Notu:
İktidarın baktırdığı “cambazlar”, muhalefetin yarattığı “cambazlar…” Ekonomi berbat, insanlar umutsuz. Buraya mı baksak?