150 yıl dernek statüsünde çalışan Kızılay, 2019 yılında faaliyetlerine başlayan Kızılay Yatırım Holding ile 11 farklı şirkete bölündü. Kızılay’a bağışlanmış taşınmazlar şirketlere aktarıldı. BBC Türkçe, Kızılay’ın şirketleşmiş yapısının afetlere müdahaleyi nasıl etkilediğini, eski yöneticiler ve Kızılay’ın üye olduğu Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) ile konuşarak araştırdı. Kızılay, haber yayımlanana dek sorularımıza yanıt vermedi.
2019 yılı itibarıyla Kızılay, insani yardım faaliyetlerini şirketleri üzerinden yönetmeye başladı. Örneğin maden suyu fabrikası Kızılay İçecek, Sanayi ve Ticaret A.Ş. bünyesine, çadır fabrikası ise Çadır ve Tekstil A.Ş. bünyesine katıldı. Kızılay’a ait hastaneler, depolar ve fabrikalar da şirketlere aktarıldı.
Her şirketin kendi yönetici kadrosunu oluşturduğu Kızılay’da yönetici sayısı giderek arttı; yöneticilerin şirketlerden aldığı “huzur hakkı” gelirleri, yıllar içerisinde pek çok kez eleştiri konusu oldu.
BBC Türkçe'nin konuştuğu eski Kızılay yöneticilerine göre 11 şirketli “karmaşık” yönetim yapısı hem Kızılay’daki para yönetiminin şeffaf biçimde denetlenmesini engelledi hem yöneticilere “huzur hakkı” gibi haksız kazançların önünü açtı hem de afete acil müdahale sırasında yerel birimlerin inisiyatif alarak hızla sahaya inmesini engelledi.
Kızılay, 1999 depreminde de eleştirmişti fakat tarihinde ilk kez 6 Şubat'taki Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından, ulusal bir afet sırasında, insani yardımları bedeli karşılığı sattığı için eleştirildi.
Afetlere müdahale performansı nasıl değişti?
Kızılay’da çalıştığı 20 yıl içinde Ankara İl Başkanlığı, Genel Merkez Kurulu ve Denetim Kurulu üyelikleri yapan Ahmet Hizanlıoğlu ile konuştuk.
Ahmet Hizanlıoğlu, şirketlerin yönettiği afet planlamasının sahaya müdahaleyi geciktirdiğini düşünüyor ve eskiden yerel birimlerin “kimseden talimat beklemeden” yola çıktığını söylüyor.
Hizanlıoğlu, Kızılay'ın şirketleşmeden önce, Türkiye genelindeki 26 depo ve 600 şubenin afet malzemeleri ile dolu bir şekilde hazır beklediğini, her deponun önünde “kontak anahtarı üzerinde” tırların konuşlandığını anlatıyor:
“Afet haberi aldığımızda bölge afet depoları, hiçbir yerden izin almaksızın, genel başkanı bile aramadan, tırları derhal yola çıkarırdı. Akabinde merkezi arar, durum hakkında bilgi verir, yeni tırların yönlendirmesini yapardı.
“İlk 48 saatte ekibin yarısı arama kurtarma ekiplerine destek verirdi, kalanı da çadır yerlerini hazırlardı. Böylece 48 saat içinde sahada çadırlarımız kurulur, yemek araçları yerini alırdı.”
Yıllarca çok sayıda afette görev yapmış ve şirketleşme sürecinde kurumdan ayrılmış bir eski Kızılay çalışanı, haberde isminin gizli kalmasını istiyor.
“Şirketleşerek afet merkezinin kolunu bacağını kırdılar” diyen eski çalışan da Hizanlıoğlu’nun anlattıklarını destekleyen bir afet planından bahsediyor:
“Eskiden bir afet olduğunda; afet merkezindeki tüm kadro tırlara ne yükleyeceğini bilir ve hemen sahaya giderdi. Alana hızlı hareket etmek için kendi satın almasını yapar, kendi lojistiğini yapar ve hız kazanırdı.
“Lojistik A.Ş. kurulduktan sonra hareket kabiliyetimiz düştü. Artık bu acil ihtiyaçları, sahadan uzak şirket personelleri koordine ediyor. Afet merkezi ne kendi satın almasını ne de lojistiğini yapabiliyor. Bu da afete girişi geciktiriyor.”
BBC Türkçe’ye konuşan eski Kızılay Genel Müdür Yardımcısı Kadir Bulut da "Eskiden, ‘Önümüzdeki ay 5 bin çadır yapacağız’ derdik ve üretime başlardık. Şu an Kızılay dernekten birisi, şirketten birisine talep geçiyor; fiyatlandırma yapılıyor, araya pek çok aşama giriyor ve süreç uzuyor” diyor.
Şirketleşen Kızılay’da yöneticilerin ‘huzur hakkı’
Kızılay’ın resmî sitesinde, Kızılay Derneği Genel Müdürlüğü’ne bağlı yöneticilerin “hiçbir ücret ya da maaş almaksızın” çalıştıkları belirtiliyor.
Fakat bu durum Kızılay Yatırım Holding ve bünyesindeki şirket yöneticileri için geçerli değil.
Eski Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, “Şirketleşme sonucu çok sayıda yöneticinin yüklü maaş ve huzur ücreti almasının önü açıldı” diyor.
Kızılay Başkanı Kerem Kınık ise 2020 yılındaki bir röportajında Kızılay şirketleri yöneticilerinin huzur hakkı aldığını doğrulayarak, kendisinin “üç asgari ücret” bedelinde huzur hakkı aldığını söyledi.
CHP Ankara Milletvekili Tekin Bingöl, Ağustos 2022'de son üç yılda Kızılay şirketlerinin yöneticilerine toplam 35 milyon 884 bin 923 TL dağıtıldığını açıkladı ve bu bilgiyi bağımsız denetçi raporlarına dayandırdı.
Bingöl’ün Kızılay’daki 41 yöneticiye her ay en az 249 net asgari ücret “huzur hakkı” dağıtıldığı iddiası, Kızılay tarafından yalanlanmıştı.
2016-2019 yıllarında Kızılay’da yönetim kurulu üyeliği yapan Sabahattin Tezdiğ, yöneticilerin ek gelir sağlamak ve “huzur hakkı” alabilmek için holdingleşme yolunu seçtiğini öne sürüyor.
Kızılay’da sadece çalışanların maaş alması gerektiğini söyleyen Tezdiğ, “Bizler Kızılay’da yöneticiyken maaş alamazdık. Şirketleşince huzur hakkı adı altında, birkaç şirketten maaş almaya başladılar” diyor.
BBC Türkçe’ye konuşan yöneticiler, holdingleşmeden önce Kızılay’ın çok daha yalın bir yönetim kadrosu olduğunu söyleyerek, bunun hem operasyonel hem de mali açıdan daha faydalı olduğunu savunuyor.
Gazeteci İsmail Arı, “Bazı bölümlerde onlarca müdür var. Neredeyse her üç çalışana bir müdür düşüyor. Ortalama 40-50 bin TL maaş alıyorlar. Birçoğuna özel araç ve şoför tahsis ediliyor” diyor.
Eski Kızılay Genel Müdür Yardımcısı Bulut, şirketleşen Kızılay’da yönetici ve personel sayısının ciddi biçimde arttığını söyleyerek, “Aslında 50 kişi ile yapacağınız işi şimdi daha fazla kişiyle yapıyorsunuz. Bu da Kızılay'ın ihtiyaç sahibi için ayırması gereken kaynakları birilerine gereksiz istihdam sağlamak için çarçur etmek demek” diyor.
Şirketleşen Kızılay’ın denetlenmesi nasıl değişti?
150 yıllık kamu bağışlarıyla kazanılan öz kaynaklarını dernekten alıp şirketlere aktarmakla eleştirilen Kızılay artık Dernekler Kanunu’na göre değil Türk Ticaret Kanunu’na göre denetleniyor.
Eski Mülkiye Başmüfettişi Mahmut Esen, Kızılay’ın şirketleşmesiyle birlikte “kamusal alandan çıkıldığını” söyleyerek, “Derneklerin şirket kurmaları istisnai haller için geçerlidir. Burada kamu kaynakları ve belli amaçlarla yapılmış yardım paraları, amaçları dışında şirket kuruluşlarına tahsis edildi” diyor.
BBC Türkçe’ye konuşan ve şirketleşme sürecinde Kızılay’la yolları ayrılan eski yöneticilere göre, yeni Kızılay yönetiminin temel motivasyonu, kaynakları “daha özgür” biçimde yönetebilmekti.
Ahmet Hizanlıoğlu, “Kızılay dernek faaliyetlerinde çok sıkı denetlemeye tabi fakat holding kısmı bu denetimden muaf. Yani Kızılay mevcudundaki parayı ve gücü holdinge aktarıyor, böylece denetim dışına taşıyarak bunu istediği gibi kullanabiliyor” diyor:
“Bizim zamanımızda Kızılay’ın malı, devlet malı statüsündeydi, şimdi ticarileşti. Zaten şirketin kurulmasının ana sebebi, parayı bu denetimin dışına çıkarmaktı. Kızılay’ın bağışla gelen taşınmazları hiçbir şekilde satılamazdı, ama holdinge devredildikten sonra bu taşınmazların yarısından fazlası satıldı, amacı dışında kullanıldı.
“Hem kendi iç denetimimiz vardı hem de İçişleri Bakanlığı’na bağlı Dernekler Masası ayrıca denetlerdi. Şirketler hem Kızılay’ın iç denetiminden hem de İçişleri Bakanlığı denetiminden çıktı.”
Kızılay yönetimine göre ise giderek büyüyen Kızılay’ın şirketleşerek Sermaye Piyasası Kurulu tarafından denetlenmeye başlaması, daha şeffaf ve sürdürebilir bir denetim sağladı. 28 Şubat’ta CNN Türk’te konuşan Kızılay Başkanı Kerem Kınık, şirketleşme gerekçelerini şöyle açıkladı:
“Kızılay kurulduğu günden bu yana iktisadi faaliyetler yürüttü ve elde ettiği gelirlerle de finansal sürdürülebilirliğini sağladı.
“2018 yılına kadar bu Türkiye Dernekler Kanunu çerçevesinde derneğimizin iktisadi teşekkülü halindeydi. Yani Türk Ticaret Kanunu'na tabi olmayan, dernekler kanununa tabi olan bir yapıda sürdürülüyordu.
“Sonra bizim şirketlerimiz, akarlarımız yatırımlar yaptılar, büyüdüler, fabrikalar açtılar, yeni lokasyonlar kurdular. Artık bu, küçük derneklerin küçük lokaller işletmesi gibi mevzuatta çerçevelenmiş olan dernek iktisadi işletmeleri ile denetlenebilir olmaktan çıktı.
“Biz devletimize başvurduk, dedik ki biz SPK denetimine girmek istiyoruz, Türk Ticaret Kanunu'na göre hareket etmek istiyoruz, sermaye şirketlerine dönüştürmek istiyoruz, yapıyı daha şeffaf, daha profesyonel ve daha yönetilebilir hale getirmek istiyoruz.”
Kızılay’ın şirketleşmesi sürecinde kurum içinde sert tartışmaların yaşandığını söyleyen eski Genel Müdür Yardımcısı Kadir Bulut ise “Büyüme ve para kazanma ile ilgili açıklamaların sonuçlarını bugün maalesef çok acı yaşıyoruz. Nasıl büyüdüğümüzü gördük, enkaz altında kaldık” diyor.
IFRC: Kızılay, şirketleriyle yardım faaliyetlerini fonluyor
Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu’nun (IFRC) Türkiye Delegasyonu Başkanı Ruben Cano Revillas, insani yardım masraflarının karşılanması için şirket kurulmasının dünya çapında yaygın bir uygulama olduğunu belirtiyor.
Böylece kuruluşların “bağımsızlıklarını ve sürdürülebilirliklerini sağladığını” savunan Revillas, kamu kaynakları tarafından fonlanmayan Türk Kızılayı'nın gelirlerini bağış ve hibelerden, yatırımlarından ve şirket gelirlerinden sağladığını belirtiyor:
“Hükümete ya da bağışçılara bağlı olduğunuzda istediğiniz faaliyeti gerçekleştiremeyebiliyorsunuz ve öncelikleriniz, onların önceliklerine göre belirlenebiliyor. Fakat kendi geliriniz varsa, prensiplerinize göre kendi önceliklerinizi belirleyebilirsiniz.
“Bu aynı zamanda sürdürülebilirliği sağlıyor. Şirketlerin kârı insani ve sosyal faaliyetlere geri aktarılıyor. Kızılay çadırları özel tedarikçilerden satın alsa daha fazla para ödeyecek.
“Bu özel tedarikçilere ödenen para birilerinin cebine girecek, şu durumda şirketin sahibinin cebine. Bu durumda ise kâr Kızılay’a insani ve sosyal yardımları fonlayabilmesi için geri dönüyor.”
Revillas, Kızılay’a IFRC aracılığıyla yapılan bağışları denetlediklerini ancak şirketlere ait faaliyetlerin Türkiye kurumlarınca denetlendiğini söylüyor.
Kızılay’ın stokları yeterli miydi?
6 Şubat'ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerinin üzerinden bir aydan fazla süre geçmesine rağmen, pek çok bölgede çadır ve konteynır ihtiyacı sürüyor.
Kızılay’ın AHBAP’a çadır satmasının neden olduğu tartışmalar bir yana, AFAD ve Kızılay en çok stoklarının yetersiz kalmasıyla eleştirildi.
Kızılay Başkanı Kerem Kınık, 28 Şubat’taki CNN Türk yayınında, Kızılay’ın AFAD’a göndermekle yükümlü olduğu çadır stoku 50 bin olmasına rağmen 54 bin çadır verdiklerini söyledi.
Kızılay ayrıca bölgedeki çadır eksikliğine karşı yapılan eleştirilere, Türkiye Afet Müdahale Planı’na (TAMP) göre barınma hizmetlerinde birincil sorumlusunun AFAD olduğunu, kendisinin “yardımcı çözüm ortağı” olmasını gerekçe gösterdi.
Bu savunmanın yanıltıcı olduğunu düşünen Tezdiğ ise 2011'deki Van depremi sırasında Kızılay’ın stokların 120 bin adet çadır bulunduğunu söylüyor:
“Biz eskiden bir yerde afet olduğunda tüm stoklarımızı oraya gönderirdik. Stoklarımızın yetmemesi halinde vatandaşın ve devletin bağışladığı parayla yerel esnaftan malzeme alınıp ücretsiz dağıtılırdı, şimdi gıda bile satmışlar.”
Kızılay’ın şirketleşmeden önce de ürün ve hizmet satabilmesinin önünde herhangi bir engel bulunmuyordu fakat Türkiye, ulusal bir afet sırasında çadır satıldığı örneğiyle ilk kez karşılaştı.
Eski Kızılay Genel Müdür Yardımcısı Kadir Bulut, “Benim zamanımda da AFAD’a ya da Suriyeliler için BM organizasyonlarına çadır satıldı. Fakat bir afet durumunda çadır satılması kabul edilemez. Belki bunu hukuki olarak bir yerlere uydurmuşlardır ama ahlaki değil” diyor.
Kızılay Başkanı Kerem Kınık ise çadır satmaya yönelik eleştirilere ilk önce işlemin “ahlaki, akılcı ve yasal” olduğunu söyleyerek yanıt verdi, daha sonra şirket çalışanlarının kendisine sormadıklarını söyleyerek, “Arkadaşları eleştirdim” dedi.
Fundanur Öztürk ve Berza Şimşek | BBC Türkçe