"Biz buralara gökten zembille inmedik, vesayetin paraşütüyle de gelmedik, dededen, babadan miras, aristokratik kanallardan da vasıl olmadık. Hayatın merdivenlerini teker teker tırmanarak, milletimizin her kesimi ile hemhal olarak, zorlukları ve imkanları bizzat tecrübe ederek buralara geldik.”
Bu sözler, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB)’nin Ankara’da Eskişehir yolunda bulunan (benim evimin komşuluğundaki) İkiz Kuleler'de düzenlenen ‘Türkiye Ekonomi Şurası' nda (18 Kasım 2020) yaptığı konuşmadan bir bölüm.
Erdoğan’ın ‘Hayatın merdivenlerini teker teker tırmanarak’, ‘zorlukları ve imkanları bizzat tecrübe ederek’ buralara geldiği doğrudur.
Ancak, yaşadığı zorluklar hayatının, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiği, 27 Mart 1994 tarihinden önceki dönemine ait olsa gerek.
Zira, bu sözleri bana, Erdoğan’a geçen yıl Eylül ayında mektup yazan tiyatro oyuncusu, yönetmen ve ressam Emrah Akgün’ün yönelttiği soruları hatırlattı. Emrah Akgün’ün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yazdığı mektupta yer alan ve bugün de geçerli olan sorular şöyle:
‘Sayın Cumhurbaşkanım!
Siz kaç yıldır elektrik faturası ödemiyorsunuz?
Doğalgaz mesela, hiç böyle bir fatura gördünüz mü?
Peki, hiç arabanızı benzin istasyonuna çekip, kendi benzininizi aldınız mı? Hem de kendi paranızla ama…
Mesela siz, çocuğun bu sene yurt masrafı ne olacak diye düşündünüz mü? Sınava giriş ücretini ödeyemediğiniz için, sınava sokamadığınız evladınız oldu mu?
Doğru söyleyin lütfen, Emine hanım, pazarda peynirin kilosunun kaç TL olduğunu bilmeyeli kaç sene oldu?
İlk evinizi nasıl aldınız?
Kaç senedir kira ödemiyorsunuz?
Sıfırdan gelip, kaç mülkünüz oldu?
O milyonluk araçlara sahip olmadan önce, onları ilk ve ancak rüyada görebiliyor olmanızın üstünden kaç sene geçti?
Adına kesilmiş tek bir fatura görmeden 30 yılı aşkın bir zaman yaşamak nasıl bir duygu?
Tatile ya da doğduğun yerlere giderken bütçe planlaması yapmak zorunda olmadan kaç yıl geçirdiniz?
"Elbette ki en lüks uçak bana ait olmalı" diyecek ruh haline ve imkânlara sahip olalı kaç sene oldu?
Bunların hiçbiri artık sizin sorununuz değil, neden mi? Çünkü o faturaların hepsini biz ödüyoruz.’
EKONOMİ VE HUKUK REFORMU
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en zor dönemlerinden birinden daha geçmeye çalışıyor;
-Korona virüs salgınına karşı alınan önlemlerde yaşanan ‘zikzak'ların yarattığı mağduriyetler,
-Azerbaycan ile şimdilik 11’e ulaşan ülkelerdeki barış gücüne katılma, uluslararası kurumsal organizasyonlara zorunlu olarak ödenen ortaklık ücretleri, Doğu Akdeniz’de, Karadeniz’de, Libya’da bayrak göstermenin maliyetine ek olarak yurt içinde betona gömülen paraların hazinenin kasasında yarattığı çöküntü,
-Uluslararası dostlukların adeta düşmanlığa dönüştürülmesiyle ihracat, turizm ve diğer ticari ilişkilerde yaşanan sıkıntılar,
-Mantar gibi biten Siyasi Partiler; Deva Partisi ve Gelecek Partisi’nden sonra Mustafa Sarıgül’ün, Muharrem İnce’nin, Ümit Özdağ’ın kuracağı iddia edilen partiler ve siyasette yaşanan gerginlik…
Damat Berat Albayrak’ın ekonominin başından uzaklaştırılmasından sonra, bu alanda yapılan ‘gelenekçi’ atamalar, devletin ve AKP’nin üst kadrolarında fabrika ayarlarına dönüşü sağlayacak yapılanmalara gitme hazırlıkları sürerken, ‘ekonomide ve yargıda reform’ çalışmaları dillendirilmeye başlandı.
Ben, bundan önce, birinci ve ikinci yargı reformunu büyük bir ümitle yazılarımda değerlendirmiştim. Ancak, yasal düzenlemelerin kötü uygulamalar nedeniyle soruna çare olmadığını gördüm.
Şimdi yapılacak bir yargı reformuyla örneğin;
-Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan ve uygulamayan hakimlere ne tedbir uygulanacak?
-Sanıklar hakkında tahliye kararı verilmeden önce üst makama sorulmasını isteyen genelge konusunda ne yapılacak?
-Binlerce Kanun Hükmünde Kararname mağdurunun görevlerine iadesi konusunda düzenleme yapılacak mı?
-Cezaevlerinde, düşünce suçlusu iddiasıyla yatan tutukluların tutuksuz yargılanmaları sağlanacak mı?
-Basın İlan Kurumu’nun yazılı basın kuruluşlarına ‘resmi ilan yayınını kesme cezası’ vermesi engellenecek mi?
Bu ve benzeri sorular akıldan çıkmıyor. Çünkü nice aflar çıkarıldı, nice reformlar (!) yapıldı ancak, devletin içinde yuvalandırılmış ‘yanlı’ bazı kafalar uygulamadığı için bir sonuç alınamadı.
O nedenle derim ki, iktidardaki AKP yönetiminde ve kamudaki iktidar yapılanmasında değil de, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde fabrika ayarlarına dönülse daha iyi olmaz mı?
---
İYİ HAFTALAR
remzidilan_48@hotmail.com