15 Temmuz darbe girişiminin 4.yıldönümünde de, kumpaslarla mağdur edilen isimler, ‘Türkiye’deki kurum ve kuruluşların hâlâ FETÖ’den temizlenmediğini’ öne sürdü.
Söz konusu terör örgütünün siyasi ayağının ortaya çıkartılmadığı tartışmalarının en öndeki yerini koruması da dikkat çekti.
TRT Haber'in özel yayınında konuşan İlahiyatçı Prof. Dr. Ali Köse’nin, FETÖ ile mücadelenin yeterince yürütülmediğini belirterek, "Bir FETÖ gitti, bin FETÖ geliyor" demesi ise gündeme damgasını vurdu.
‘Darbe girişimi önlenebilir miydi?’ sorusu ve ‘Eğer klasik devlet refleksiyle davranmış olsalardı o rezil geceyi yaşamazdık. Darbe girişimi önlenebilirdi. Belki de bu karanlık yapının açık bir suç işlemesi istenmiştir. Bu nokta griliğini korumaktadır” yanıtı 4. yıldönümünde de yerini korudu.
15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin bastırılmasının 4’üncü yıldönümü nedeniyle TBMM’nin, (korona virüs salgını bahanesiyle) Özel Birleşim yapmaması, Meclis bahçesindeki ilk bomba anıtının açılış törenine katılacaklar konusunda ayrımcılık yapılması, şehit ve gaziler için toplanan paraların hak sahiplerine dağıtılmamasına karşı çıkan gazilerin Beştepe’deki 15 Temmuz anıtına yürümelerinin polis tarafından engellenmesi, böyle bir günde birlik ve beraberliği sekteye uğratan uygulamalar olarak akıllarda kaldı.
AYASOFYA’NIN TAPUSU
Bursa’nın İznik ilçesinde müze olarak kullanılan (mini) Ayasofya, 2011 yılında Kurban Bayramı namazıyla yeniden cami olarak ibadete açılmıştı.
İstanbul’daki (büyük) Ayasofya Müzesi ise bu yıl (2020), Danıştay 10. Dairesi’nin tartışmalı kararıyla cami olarak tescil edildi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek ibadete açıldı.
Erdoğan’ın, Ayasofya’yla ilgili konuşmalarında ‘tarihe ihanet’ten söz etmesi tepki görürken, sanki günümüzde yeniden cami yapıldığı anlamına gelen sözleri ise yadırgandı.
Bu sözler üzerine, Ayasofya’nın 1936 yılında Atatürk’ün girişimiyle cami olarak tescil edildiğini gösteren tapu belgesi sosyal medyada dolaşmaya başladı.
EŞEK ADASI VE 12 ADA’NIN DURUMU
Bu yılın Mart ayında görevine başlayan Yunanistan’ın ilk kadın Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropoulou’nun ilk sınır ötesi ziyaretini Aydın’a bağlı Eşek Adası’na yapması tartışma yaratmıştı.
Bu tartışmalar sürerken, Türk Tarih Kurumu Başkanlarından, Kayseri eski milletvekili Prof Dr. Yusuf Halaçoğlu, 12 adanın Lozan Antlaşmasıyla elden çıkartıldığı iddialarını çürüten bir açıklama yaptı. Halaçoğlu’nun açıklaması şöyle:
‘Osmanlı Devleti, bugün 12 Adalar olarak bilinen adaları İtalya'ya bırakıyor. Sene 1912, Uşi Anlaşması'dır bu gördüğünüz anlaşma. İtalya'ya bırakıyor fakat geçici olarak. Anlaşma şartlarına uyulduğu takdirde adalar tekrar Osmanlı Devleti'ne geri verilecek. Fakat şartlara uyum sağlanmıyor. Bu yüzden 3 yıl sonra yani 1915'te Londra'da bu konu gündeme geliyor ve Londra Paktı denilen anlaşmada bu adaların tamamı İtalya'ya bırakılıyor. Bakınız itiraz eden hiçbir padişah yok. Hiç sultan yok. Adaları İtalya'ya bırakmakla kalmıyorlar aynı sene bir de Çanakkale Boğazı'na dayanıyorlar ve Çanakkale Savaşı'nı yapıyoruz.
Yani 12 Adalar önce Uşi'de, sonra da 1915 Londra'da İtalya'ya verilmiştir.
Osmanlı temsilcilerinden biri Rumbeyoğlu Fahreddin Bey'dir. Bu adam kim mi? Türk milleti bir milli mücadele verirken, Kuvayı Milliye'yi kurmuşken, bu adam Kuvayı Milliye'nin karşısına Damat Ferit'in kurduğu Kuvayı İnzibatiye ile çıkan adamdır ve Yunan ordusunun yanında olmuştur. Savaş kazanılınca sürgün edilenlerin arasında yer almıştır. 12 Adaları İtalya'ya bırakan heyetin içerisinde bu adam vardı.
Şimdi asıl olaya gelelim... Uşi Anlaşması'nın ismini aldığı Uşi, Lozan şehrinin bir semtidir. Bu yüzden 1912'de imzalanmış olan Uşi Anlaşması, İtalyan tarihinde Lozan Anlaşması olarak geçer. Fakat bizim bildiğimiz yani 1923'te imzalanan Lozan Barışı ile bu anlaşma birbirine karıştırılmasın diye bu anlaşmaya Uşi denmiştir.
İşte arkadaşlar sahte kiralık tarihçiler, yani Kadir Mısıroğlu, Armağan ve çetesi, bu durumdan faydalanıyor ve 12 Adaların Lozan Anlaşması'nda gittiğini söylüyorlar.
Halbuki o Lozan başka, bu Lozan başka. Ne yazık ki bunu bütün millete yutturdular ve böylece milletimizi Lozan barışına düşman ettiler.
Bizim bildiğimiz Lozan Anlaşması'nda ise bilakis Ege'de birçok ada Türkiye'ye geçmiştir.
Türkiye'ye Lozan Anlaşması ile geçen bu adalar ise, son 10 yılda Yunanistan'a bırakılmıştır.
Bugün Yunan papazların mangal yaptığı Ege adaları, uluslararası anlaşmaya göre halen daha Türklerindir...’
BAROLAR DAĞILMAYA BAŞLADI
İktidarın, avukat sayısı 5 binin üzerinde olan İstanbul, Ankara ve İzmir Barolarının bölünmesine yol açan yasayı meclisten geçirmesinin ardından ilk girişim Sivas’taki Madımak katliamı sanıklarının avukatlarından geldi. İzmir Gaziemir Müftülüğü’nde imam olarak görev yaptıktan sonra hukuk fakültesini bitirerek serbest avukatlık yapan Ali Aşlık’ın, AKP’li isimlerle İzmir’de baro kurmak için hazırlıklara başladığı belirtildi.
Yasanın geri çekilmesi için harekete geçen 79 Baro başkanı ile binlerce avukatın engellenen yürüyüşleri, Ankara’ya sokulmayarak aç ve susuz bırakılmaları, Meclisin kapısında bankların üzerinde ve kaldırımlarda gecelemeleri, adliye önlerinde polis tarafından hırpalanmaları hiç unutulmadı, unutulmayacak da..
İşte Atatürk’ün hukukçulara verdiği önem, işte günümüzde avukatlara reva görülen muamele:
YIL 1925. MUSSOLİNİ’NİN “AVUKATLAR OLMASA İTALYA’YI DAHA MÜKEMMEL İDARE EDERDİM” DEDİĞİ DÖNEMDE MUSTAFA KEMAL, ANKARA ADLİYE HUKUK MEKTEBİ’NİN AÇILIŞINI YAPIYOR VE TOPLU FOTOĞRAF ÇEKTİRİYOR. (Fotoğraf:Yılmaz Özdil'den alıntıdır)
YIL 2020.
‘BAROLAR BÖLÜNMESİN KAOS YAŞANMASIN’ DİYE ANKARA’YA YÜRÜYEN BARO BAŞKANLARINI POLİS ANKARA’YA SOKMUYOR…
GÖNDERİLEN YİYECEK, İÇECEK, ÇADIR, SANDALYELERİ GERİ ÇEVİRİYOR.
***
İYİ HAFTALAR