Türkiye Büyük Millet Meclisi iki gün üst üste iktidarın dış politikasını konuştu.
Ancak görüşmelerde ne Savunma, ne Dışişleri Bakanı, ne de herhangi bir bakan yoktu.
AKP Grup yöneticileri, ilgili bakanlıkların üst düzey bürokratlarının gönderdiği notlardan yararlanarak cevap yetiştirmeye çalışıyordu muhalefetin eleştirilerine.
Genel Kurulda önce ‘Türkiye'nin, Lübnan'da konuşlu Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü'nün TSK unsurlarıyla desteklemesi ile Mali ve Orta Afrika’ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanına verilen yetkiyi bir yıl daha uzatan’ tezkereler görüşülerek kabul edildi. (6 Ekim Salı)
Sonra da, (7 Ekim Çarşamba) Irak ve Suriye'ye sınır ötesi operasyon konusunda Cumhurbaşkanı'na verilen yetkiyi bir yıl daha uzatan tezkere benimsendi.
Tezkereler üzerindeki görüşmelerde muhalefet sözcülerinin verdiği ilginç bilgiler dikkat çekiciydi.
İyi Parti Grubu adına söz alan (emekli büyükelçi) İstanbul Milletvekili Ahmet Erozan, Doğu Türkistan’da yaşanan Çin işkencesini mercek altına alıyordu:
“Size bir açıklama metni okuyacağım;
‘Çin Halk Cumhuriyeti yönetimi camilere astığı 'Dini Çinlileştirme çalışmalarına aktif destek verelim' panolarıyla İslam'ı Çinlileştirme çabası içine girmiştir. Anlamı barış olan yüce dinimizi Çinlileştirme bahanesiyle yanlış ve çarpık yaklaşımlara konu etmek hiç kimsenin haddi değildir. Bu yaklaşıma temel teşkil eden zihniyetin Doğu Türkistan'daki sorunlara çözüm getirmekten ziyade vahim sonuçlara sebebiyet vereceğini düşünüyorum…Çin Halk Cumhuriyeti'nin giderek artan ırkçılık, ayrımcılık ve İslam karşıtlığını daha da körüklemeye çalışması sadece kendi toplumlarını değil, bütün insanlığı ortak bir kaygıya sevk etmektedir…’
Beğendiniz mi? Beğendiniz. Niye beğendiniz? Çünkü bu, Macron'un İslam'ın Fransa'ya göre yapılandırılmasına ilişkin açıklamasının noktasına, virgülüne kadar aynısı. Benim tek yaptığım, ‘Macron’ kelimesini çıkardım, yerine ‘Çin Halk Cumhuriyeti’ dedim.
Bunu siz diyebilir misiniz? …Yarın yapabiliyor musunuz böyle bir açıklamayı? Dolayısıyla ben bu kürsüden iktidarı yerli ve millî olmaya davet ediyorum. (İYİ PARTİ sıralarından alkışlar)………
AHMET KAMİL EROZAN (Devamla) - Doğu Türkistan konusundaki mesele burada da bitmiyor. Biliyorsunuz, dün Birleşmiş Milletlerin insan hakları ve sosyal konulara bakan Üçüncü Komite birimindeki 39 ülke bir bildiri yayınladı. Bu bildiriyle şu çağrıda bulunuyorlar:
"Bir defa, Doğu Türkistan'daki baskıcı düzene son verin. İkincisi: Orada denetleme imkânını sağlayacak bir fırsat yaratın." 39 tane ülke var. İki defa okudum, Türkiye'yi bulamadım. Şimdi ben yine soruyorum iktidara: Türkiye niye insan haklarını Doğu Türkistan'da böyle savunan bir metnin altına imza atamıyor?
Tezkere metninde, görev verdiğimiz güç Türk Silahlı Kuvvetleri. Ama iktidar o coğrafyada hem Jandarma Özel Harekâtı hem Polis Özel Harekâtı güçlerini de kullanıyor. Bu şey yetkisiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi vermiyor böyle bir yetki. Ben bunu Sayın Süleyman Soylu'ya sordum, aldığım cevap nedir, biliyor musunuz?
‘Jandarma Özel Harekât Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü’nün yazısıyla görevlendiriliyor.’
Bu, garip değil mi? Aynı vatan evlatlarının bir kısmını Türkiye Büyük Millet Meclisi görevlendiriyor, diğerini bir Genel Müdür görevlendiriyor. Şehitlerimiz oluyor, gazilerimiz oluyor, yaralılarımız oluyor; bunun sorumluluğunu Türk Silahlı Kuvvetleri adına biz üstleniyoruz, Jandarma Özel Harekât ve Polis Özel Harekât için bir Genel Müdür üstleniyor. O Genel Müdür mü hesabını verecek sonra bu ailelere? Bunu geçen sefer hatırlattım, bu düzeltmeyi yapmalarını beklerdim, yapmadılar. Bir kere daha uyarıyorum…
Bakanlıkla bitireyim izin verirseniz. Biliyorsunuz benim gibilere, Sayın Çeviköz gibilere monşer lafı yakıştırılıyor. Bu benim için bir onurdur, çünkü monşer dediğimiz insanlar devlete hizmet etmişlerdir, neomonşer dediğimiz yeni monşerler ise devlete değil iktidara hizmet etmektedirler, arada önemli büyük fark var. (İYİ PARTİ ve CHP sıralarından alkışlar) Ben ayrıca Sayın Çavuşoğlu'na bir çağrıda bulunuyorum: Bu Bakanlık tehlikeli bir Bakanlıktır, Bakanını vezir de eder, rezil de…
...
ASTANA SÜRECİ
CHP Grubu adına konuşan İstanbul Milletvekili (Emekli Büyükelçi) Ünal Çeviköz ise, Irak-Suriye Tezkeresinde bazı değişiklikler yapıldığına işaret ediyordu:
‘Astana'nın garantör ülkelerinden biri olarak bulunma nedenimizi anlattığımız bu yılki tezkere metninde "huzur" ve "barış" kelimelerine yer verilmekten de kaçınılmış. Suriye'de huzurun ve barışın garantörü değilsek neyin garantörüyüz?
Ayrıca, bu yılki tezkerede "İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi" ifadesi de yok. O hâlde İdlib'de ne işimiz var? Şurası açıktır sayın milletvekilleri: Astana süreci çökmüştür. İktidar her fırsatta toprak bütünlüğünü savunduğunu iddia ettiği Suriye'de huzurun ve barışın tesis edilmesi konusunda samimiyetini yitirmiştir. Suriye'nin toprak bütünlüğünün ortadan kaldırılmasında da en etkin rol oynayan aktör hâline gelmiştir.
Yine bu yılki tezkerede şöyle deniyor: "Harekât alanlarımızda tesis edilen sükûnet ve istikrarı korumak amacıyla meşru ulusal güvenlik çıkarlarımız doğrultusunda önlemler alınmaktadır." Oysa Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyinin oluşturduğu Bağımsız Uluslararası Suriye Arap Cumhuriyeti Tahkikat Komisyonu diye bir kuruluş var. Bu kuruluş Suriye genelinde 11 Ocak-1 Temmuz 2020 tarihleri arasında yapılan incelemeleri ortaya koyan bir rapor yayınladı. Türkiye'ye insan kaçırma, işkence, sivillerin mülklerine yönelik yağma gibi savaş suçları işlemi olabileceği görülen Suriyeli muhalifleri, kontrol altına alma çağrısında bulunuluyor raporda.
Sayın milletvekilleri, bu çağrı aslında ihmal edilmeyecek kadar önemli. Neden önemli? Çünkü ülkemizin itibarını yakından ilgilendiren bu konuda, iktidarın samimi davranması gerekiyor. Bu rapora cevap verildi mi, bu iddialar reddedildi mi? Hayır.
...
RTÜK’ÜN SAYIŞTAY RAPORLARI SANSÜRÜ
Tezkereler görüşülmeden önce önemli sayılacak bazı konular da gündeme geldi Meclis Genel Kurulu’nda. Onlardan birini, RTÜK’ün Sayıştay Raporları ile ilgili sansürünü CHP Grup Başkanvekili Engin Altay şöyle dile getiriryordu:
“Sayın Başkanım, dün burada Sayıştay raporlarından bahsetmiş idim. Ben atlamışım, bir gazetede yine RTÜK'le ilgili Sayıştay raporunun bir haberi neşredilmiş. Gece, RTÜK'ün şöyle bir ‘tweet’iyle irkildim. Bence, Ak Parti'ye mensup saygıdeğer milletvekillerimizin de ürpermesi lazım. ‘Tweet’i okuyorum: "Henüz sonuçlanmamış Sayıştay raporlarını kullanarak devlet kurumlarını yıpratmaya yönelik habercilik anlayışından vazgeçilmelidir." Bir ayar vermiş. "Yanlışta ısrar edilmesi durumunda bunun hukuki sonuçlarının olacağını hatırlatıyoruz." Önce ayar, sonra tehdit.
Ben Sayın Muş'a (AKP Grup Başkanvekili’ne) soruyorum: Sayın Muş, Türkiye Büyük Millet Meclisine gelen Sayıştay raporlarına "henüz sonuçlanmamış" diye bir mantıkla bakılabilir mi? Sayıştay raporları Plan Bütçede görüşülür, sonra Meclis gerekirse Sayıştaya bu eksiklerle ilgili ek denetim talebinde bulunur, bulunmaz. Ama Sayıştay raporları tam bir facia, Sayıştay raporları devletin çürüdüğünü tescil ediyor…Sayın Başkanım, şimdi, Sayıştay raporlarında da şu var imiş: Sayıştay 2018'de "RTÜK ödeneklerini, maaş ve harcırahlarını kendisi belirliyor."
Bu şekilde de 453.963 lira kamu zararı doğdu." diye bir tespitte bulunmuş. Şimdi, bu bir haberdir, bu bir gerçektir, realitedir; biz burada konuşacağız, gazeteler bunu haber yapacak. RTÜK televizyonlara ayar verip tehdit edeceğine kendisi Allah'tan korkmayı kuldan utanmayı öğrensin ya! Bu ne demek ya! Devleti zarara uğratıyorsun, haksız yere kendine yüksek harcırah alıyorsun, yüksek ödenek alıyorsun. Maaşını kendin nasıl belirlersin, Sayın Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi yok ya! Cumhurbaşkanımızın bu konulardaki kararnameleri Anayasa Mahkemesince bozuldu biliyorsunuz.’
---
İYİ HAFTALAR
remzidilan_48@hotmail.com