Güz ayları geldi bozuldu bağlar
Hazan yeli değdi gülüme benim
Değme felek değme değme telime benim
Eylül güz aylarının başlangıcıdır. Rüzgârın sararan yaprakları önüne katıp dans ettirdiği hazan mevsimidir.
Ayın başlarında İzmir Gündoğan Meydanı’ndan dalgalanmaya başlayan ve tüm yurda yayılan 9 Eylül coşkusu içimizi ısıttı.
Eylül ayında içte ve dışta yaşanan birçok gelişmeyi politikacıların söylemlerine ve yorumcuların değerlendirmesine bırakarak dikkatimi çeken 3 konuyu değerlendirmek istiyorum bu yazımda.
‘21 Eylül Dünya Alzheimer Günü’, yakınları bu dertten muzdarip olanları (ve tabi ki beni) hüzünlendirdi.
Türkiye Alzheimer Derneğ’nin verilerine göre, 65 yaş üstü nüfus hızla artıyor. Bu nedenle demans hastalarının sayısında da hızlı bir artış gözleniyor. Halen dünyada 47 milyon Alzheimer hastası var ve 2030’da 76 milyon, 2050’de de 135.5 milyon hasta olması bekleniyor. Türkiye’de ise 600 bin aile bu hastalıkla mücadele ediyor.
Bir hasta yakını, bu konuda toplumsal farkındalığı artırmak gerektiğini vurgulayarak, şunları söylüyor:
“Alzheimer ülkemizde de çok yaygın görülen bir hastalık olmasına rağmen halen bu konudaki toplumsal bilinç yetersiz seviyede. Hala Alzheimer’ın normal yaşlanma sürecinin bir parçası olduğunu ve bellek kaybından ibaret olduğunu düşünenler var. Evet, Alzheimer unutkanlıkla başlar ama kesinlikle bundan ibaret değildir. Alzheimer’a yakalanan kişilerin yakınlarını bekleyen çok zor bir süreç vardır ve herkes kendini bir gün bu durumda bulabilir. 10-15 yıl sürebilen hastalıkta orta evrelerden itibaren hasta yakınının en önemli görevlerinden biri bakım vermektir. Gece ve gündüz aralıksız, dikkat, anlayış ve de sevgi ile bu bakımı vermek çok zorluklar taşıyan bir iştir ve hasta yakınlarının alacağı her destek ve onlara uzanacak her bir el önemlidir. Bunu bilerek, bu hastalık konusundaki toplumsal farkındalığı artırmak için bir şeyler yapmak son derece değerlidir. Bu nedenle bizi bu konuda bilinçlendiren ve her türlü pratik çözümü bize öğreten Türkiye Alzheimer Derneği’ne bir kez daha teşekkür ederim.”
TBMM’NİN BOMBA GÜNDEMİ
1 Ekim’de son Yasama Yılı’na başlayacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin hararetli tartışmalara sahne olacağını AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal muştuladı.
Ünal, yeni yasama yılında TBMM Genel Kurulu'nun ilk gündem maddesinin, kamuoyunda 'Dezenformasyonla Mücadele Yasası' olarak bilinen 'Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi' olacağını söyledi. Bu ise, Temmuz ayında yaşanan ve teklifin görüşülmesinin ertelenmesi üzerine son bulan tartışmaların yeniden alevlenmesi demekti.
Mahir Ünal’ın, ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla görüşmelerin ardından son şeklini verip TBMM’ye getireceklerini söylediği 'Ruh Sağlığı Yasa Teklifi' de bir başka tartışma konusu olmaya aday görünüyor.
Biz, ‘yaşadığımız kötü hayat şartları nedeniyle böyle bir yasaya ihtiyacımız var’ diye düşünürken, Prof. Dr. Gülümser Heper, ‘kazın ayağının hiç de öyle olmadığını’ şöyle dile getirdi:
“Ruh sağlığı gibi teşhiste sübjektif olan ancak tüm toplumu kapsayacak kadar geniş bir disiplin alanının yasal kontrolü psikiyatristlerin ve özellikle adli psikiyatristlerin eline geçecek. Türkiye gibi FETÖ ve PKK gerçeği olan bir ülkede yasal boyutu ağırlıklı bir konunun bir grubun eline, insafına terk edilmesi gerçek bir faciadır… Bu yasa bir gelişmişlik kriteri olarak ihtiyaç gibi topluma sunulacak. Türk toplumunun sosyal sorunlardan kaynaklanan bireysel sıkıntıları hastalık adıyla tanımlanacak, kişiler üzerinde terfi, tehdit, dışlanma, işten çıkarma, gönüllü veya gönülsüz hastaneye yatırma, ilaç verme, istediği kadar hastanede tutma gibi illegal uygulamaların rahatlıkla yolu açılabilecek.”
AYM’YE KİŞİSEL BAŞVURU İSTATİSTİKLERİ
Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvurunun kabulünün 10. yılı nedeniyle düzenlenen Uluslararası Konferans’ta konuşan Yüksek Mahkemenin Başkanı Prof. Zühtü Arslan, hakim ve savcılar ile kamu kuruluşlarının yöneticilerine adeta, ‘Neden Anayasa Mahkemesi’nin insan hakları ihlalleri ile adil yargılama kararlarını göz ardı ediyorsunuz ve mağduriyetler yaratıp bizim iş yükümüzü artırıyorsunuz’ diye çıkışıyordu.
Konuşmasında, 23 Eylül 2012 tarihinde başlayan bireysel başvuru sistemini Türk hukuku adına bir dönüm noktası olarak nitelendiren Başkan Arslan, şöyle diyordu:
“Bu 10 yıl içerisinde, kadının soyadından kamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü yasağına, kamulaştırmasız el atmalardan internete erişimin engellenmesine, vakıf mallarından zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi derslerine, kişisel verilerin ifşa edilmesinden gazetelere yönelik ilan ve reklam kesintisine kadar bir dizi alanda ihlaller tespit eden ve bunlara yönelik giderim sağlayan kararlar verilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’ne 450 bin civarında bireysel başvuru yapılmış, bunun 327 bin kadarı sonuçlandırılmıştır. Mahkememizin bu süreçte verdiği yaklaşık 30 bin ihlal kararının yüzde 60'ından fazlasını makul sürede yargılanma hakkını oluşturmaktadır. Bu sayıya adil yargılanma hakkının ihlali kararlarının da eklenmesiyle toplam ihlal kararlarının yüzde 70'inin adil yargılanma hakkına ilişkin olduğu; bunun dışında mülkiyet hakkı (yüzde 10,6), ifade özgürlüğü (yüzde 8,9) ile özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkının (yüzde 2,6) en çok ihlal edilen hak ve özgürlükler arasında yer aldığı görülür.
Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda tek tek sivrisinekleri öldürmek suretiyle bir mücadele yürütemez. Yapılması gereken, hak ihlaline sebep olan bataklığın kurutulmasıdır. Bunun için de bireysel başvurunun objektif etkisinin kamu kurumları tarafından çok iyi anlaşılması ve uygulanması gerekir. Yeni bir ihlalin ortaya çıkmasını, yeni bir başvurunun yapılmasını beklemeden Anayasa Mahkemesi’nin tespit ettiği ilke ve esaslar hayata geçirilerek ihlallerin önünün kesilmesi gerekir."
---
İYİ HAFTALAR
remzidilan_48@hotmail.com