Miraç, yükselmek, yücelmek anlamında kullanılan kavramdır. Cenab-ı Resulullah efendimizin miracı hepimizce malum olan miraçtır ki, Allah’ın emriyle Peygamber efendimizin ruhen ve bedenen, Burak isimli semavî bir binekle, Cebrail As ile birlikte Mekke’deki Mescid–i Haram’dan Kudüs’teki Mescid–i Aksa’ya kadar yapmış olduğu İsra denilen gece yolculuğu ve oradan da Sidretü’l–Müntehâ’ya ulaşması, burada Cebrail’i arkada bırakıp Refref’le Allah’ın huzuruna varıp Allah’ı yakinen görüp Allah’a muhatap olmasıdır. Miraç mucizesi yüce Kur’an’ı Kerimde, İsra suresi 1. Ayeti kerimede,
Ayetlerimizi göstermek için, kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya yürüten Allah, Sübhan’dır. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi görendir
denilirken, Necm suresi 8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18. Ayeti kerimelerde,
Sonra yaklaştı ve tevazu gösterdi. Araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu. Allah o anda kuluna vahyini bildirdi. Gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız? And olsun ki, Cebrail’i Sidretü’l-Müntehâ’da bir defa daha gördü. Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı. Gözü, oradan ne kaydı ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü
denilerek anlatılmaktadır. Bu sebeple Kur’an’da Miraç kelimesi yok diyerek miraç gerçek midir yoksa sonradan Peygambere üstün bir kutsiyet yüklemek için uydurma mıdır gibi tartışmalar yapmak gereksiz ve amaçlı olmaktır ki bu amaç, Miracın gerçekliğini tartışarak, Peygamber efendimizi ve İslamiyet’i tartışıp insanları İslam’dan, Peygamberden ve kendi miracından uzaklaştırmaktır. Cenabı Resulullah efendimizin,
Namaz Müminin miracıdır
beyanı ve Alak suresi 19. Ayeti kerimede,
Hayır ona uyma Allah’a secde et ve yalnızca O’na yaklaş
emri gereğince bizler kendi miracımızı gerçekleştirmeliyiz. Kendi miracını dünyada yaşamını sürdürürken gerçekleştirmeyenler emre itaat etmeyip inancını imana dönüştüremeyenlerdir. Peki bizim miracımız genel anlamıyla nedir? Miracın, İsra suresi 1. Ayeti kerimede belirtildiği gibi gece yolculuğu olarak tarif edilmesi, Alak suresi 19. Ayeti kerimede “Ona uyma” diyerek uyarı yapılması ve Peygamber efendimizin “Namaz” olarak işaret etmesi, bizlere miracımızın ne olduğunu tarif etmektedir, düşünen ve sorgulayıp araştıranlar için.
Bizler için gece ile tarif edilen, ikilik anlayışıyla benlik, ego, kibir üzerine şirk içinde tevhide cahilane olarak geçen yaşam tarzımızdır. Bu yaşam tarzında hayatımızın merkezinde, nefsin emmare boyutunda ilahlaşmış hali bulunur da kendimize ve etrafımıza zulmederiz. Varlığımızın aslı sıfatlarımızla, nefsin ilahlığına secdede, Allah’ın istediği doğrultuda değil nefs-i emmarenin istediği doğrultuda hizmet ederiz. Öfke, hırs, kin, nefret, haset gibi hayvansal özellikleri kalbimizde taşır, bunlarla bakar, bunlarla işitir, bunlarla konuşuruz. Rahmani olan, sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü gibi kutsî sıfatları dahi dünyevî değerleri elde etmek için kullanırız ki riya bizi kör ve sağır etmiştir. Bu hal, gecede yaşamak olarak tarif edilir. Dikkat edersek miraç olayında geceyi ve bulunduğumuz ortamı terk etmek vardır. Cenab-ı Allah’ın “Ona uyma” diyerek işaret ettiği budur. Namaz ise, sadece günde beş vakit belirlenmiş şekilleri yapmakla sınırlandırılamayacak kadar büyük bir değer olup yaşamın her anıyla yaşamın kendisidir. Bu sebeple bizim miracımız, yaşam namazı olan, nefsimizi emmare boyutundan kurtararak kendimizi nefse secde etmekten Allah’a secde etmeye yücelmemizdir. Yaşamın içinde bulunuş halimizin nefse secdede olması ilah olarak nefsimizi görmek olurken, Allah’a secde, kendimizde ve yaratılmış her zerrede ilah olarak Allah’a şehadettir. Miraç, Allah’tan başka ilah olmadığı şehadetine yücelip hayatımızı bu şehadet içinde yaşamaktır. Buna, nefsaniyeti ilah olarak görmekten uruc edip, Allah’ın ilahlığına şehadetle yaşamaya nüzul denir. Yaşama, kendimizi zulmaniyetten kurtarma sonucu, öfke, nefret, kin, kibir, enaniyetle bakıp işitmekten geçip, sevgi, saygı, hoşgörü, tevazu, merhamet ile bakıp işitmeye başlamak ve tevhit ilmi tahsiliyle görüşümüzü, işitişimizi, zikrimizi tevhide tâbî kılıp kendimizi, Allah’a dünyada yaşarken yakınlaştırmalıyız. Allah’a uzak sürdürülen yani miracı olmayan yaşam içinde kendimize göre inancı yaşamak zan ve vehim içinde kalmaktır. Cenab-ı Resulullah efendimizin,
Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana birisi geldi, şuradan şuraya kadar göğsümü yardı, kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi iman ve hikmetle dolu, altından bir kap getirildi. Kalbim çıkarılıp su ve Zemzemle yıkandı. Sonra içerisi iman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu
beyanı bu gerçeğin anlatımıdır. Peygamber efendimizin kendisi üzerinden anlatarak bizlere tarif ettiği şey, kalbimizde bulunan dünyalık dediğimiz Zulmanî sıfatları kalbimizden çıkartarak kalbimizi arındırıp bunların yerine gerçekte olması gereken Rahmanî sıfatlarla kalbimizi ziynetleyerek gerçek değerine ulaştırmamızdır. Kalp, küfrün, şirkin, zulmün yeri değil, imanın mekanıdır. İçinde iman olmayan kalp gece gibi kara, imanla güzelleşen kalp nur gibi aydınlıktır. Bizlerin aslı, nur olduğundan dolayı nuru karartan ortam ve yaşam tarzından uzaklaşıp, imanın oluşup yaşandığı yere gidişimiz miracımızdır. Lakin burada devreye Peygamber efendimizin, “Bana birisi geldi” diyerek işaret ettiği birini kendimize getirtmeliyiz. İşte o birisi denilen, tevhidin tecelligahı olandır. Bizi, kendimizi ilah görerek bulunduğumuz şirk bataklığından, kendimize zulmedişimizden, Araf suresi 179. Ayeti kerimede,
Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir
denilerek tanımı yapılan hayvandan daha aşağıda geçen yaşantımızdan kurtarıp, var olan gözlerimizle Allah’tan başka ilah olmadığına şahit kılacak, var olan işitmemizle Allah’tan başka ilah olmadığına şahit kılacak, var olan kalbimizle Allah’tan başka ilah olmadığına şahit kılacak olan o birisini bulmak gerekir. O zaman bizim miracımız, dünyada yaşarken Allah’a yakın olup Allah’ın kulu olmak olarak çıkıyor karşımıza. Bu miracın birinci yani uruc kısmı, o birisini bulup ona tâbî olmak, ikinci yani nüzul kısmı ise kendi bildiğimiz, kendimize göre değil bildirildiği gibi yaşayıp iman üzerine olmaktır.
Miraç, Allah’tan başka ilah olmadığına kendimizde ve tüm âlemde şahit olup, bu şehadet üzerine dost doğru, Allah’a secdeyle yaşamaktır ömrümüzün son anına kadar.
.