Tam bir istila...

50 yılın içinde kendimi bildim bileli Bursa'yı seyrediyorum Uludağ yamaçlarından...

Çocukluk yıllarımda, yaşadığımız bölge olan Işıklar Askeri Lisesi üstünden, etrafımızdaki bitki örtüsü yüzünden Bursa'yı görebilme şansımız yoktu.

Yapılaşma tek katlı ve küçük bahçeli gecekondulardan oluşuyordu. Gecekondu deyince; devlet arazisine yapılmış evler değil bunlar, herkesin tapulu yerleriydi. Ne var ki hisseli parseldi işte... Tabi ki; ev olarak belediyeye vergileri ödenmiş olsa da imar planlarında resmen ev olarak gözükmüyorlardı...

Çok sonraları çıkan bir imar affında, babamla yeminli büroya müracaat ederek, evimizin tapusunu çıkardığımızı hatırlıyorum.

***

Namazgah bayırını çıktıktan sonra; askeri lisenin duvarının hemen dibine sonradan yapılmış olan İtfaiye binasının yanından, yukarıya doğru çıkan kısa yamacın üst kısmında durup, aşağıya doğru baktığımızda, Bursa ayaklarımızın altından kayıp gidecek yeşil bir uçan halı gibi, hayal alemimizde bizi direkt cennete taşırdı...

.

Bulunduğumuz bölgede her yer yeşillikti ve bu yeşillikler içinde de oldukça fazla ağaç vardı. Çınar, söğüt, kavak, kokan ağaçları ve bölge insanının kullanım amaçlı çevirmiş olduğu devlet arazisi bahçelerde yetiştirdikleri meyve ağaçları...

Ne dalardık o meyvelere; dutlar, ayvalar, şeftaliler, erikler, cevizler...

Ne kovalamacalar yaşanırdı bahçe sahipleri ile aramızda...

.

Hatırlıyorum da; Yeni Mahalle'de bir Kabak Mehmet vardı, bahçe sahibi... Adamın kafa keldi, bizim bölgenin insanlarına da lay lay lazım, dolayısıyla lakabını 'kabak' koymuştuk adamcağızın...

Dünyaya kazık kakamadı, öldü O da... Biz affettik, Allah da affetsin inşallah...

Kabak Mehmet devlet arazinin bir kısmını çevirmiş, kafasına göre ekmiş, dikmiş, kendine bahçe yapmış... Sonra da bahçenin asıl sahibi milletten sakınmıştı yetişen ürünleri... Oh ne ala iş... Zaten bahçesinin etrafı; bütün bahçelerden daha farklı olmak üzere bizim boyumuzun iki kat yüksekliğinde etrafına çevrilmiş dikenli telleri tamamen sarmış olan sarmaşıklarla örülü bir yeşil duvardı. Bahçesine yaklaştığımızda tepeden aşağı dereye kafamız kadar taşlar atardı. O Karınca Dere'nin Bursa'nın merkezine doğru nazlı bir gelinmiş gibi salınarak akışı hüzzam bir şarkı gibi hafızamda yerini korur, aklıma geldikçe de içim tuhaf bir şekilde ürperir...

Neyse; o kafam kadar taşlar birimize isabet etse kesin ölümle sonuçlanacak olay... Bereket hiç bir zaman böyle bir şey olmadı... Lakin Kabak Mehmet, her zaman bizim masal gibi geçen çocukluğumuzun kötü karakteri olarak kaldı...

Zaman zaman Azize Teyze'min eşi eniştem Aşık Ali alıp bizleri Beşevler'e, bugünkü Zeyniler Mahallesi'ne çıkardığında oldukça yüksekten Bursa'yı görme imkanımız da oluyordu. Aşağıya baktığımızda hemen hemen her yer yeşil alandı. Tarlalar, bahçeler alabildiğine uzanıp gidiyordu. Yapılaşma tek tüktü...

.

Babam, biz biraz büyüdüğümüzde, tek katlı gecekondu yetmemeye başlayınca, ikinci katı yaptı. Binanın alt katının bir kısmı kerpiç, bir kısmı kara tuğlaydı... Tavanlar kavak kerestesi ile döşemelik tavan tahtası ve yer tahtaları ile ayarlanmış. İkinci kat; yığma tuğla, çatı yine kavak kerestesi üzerine döşenmiş kiremitti...

Belli bir süre sonra da arka tarafa derme çatma beton atarak zeminde bir oda mutfak, üstüne de daha sonraları mutfağı taşıdığımız bir oda, onun da üstünde bir keyif balkonu yapmıştı...

.

O keyif balkonundan muhteşem bir Bursa manzarası... Küçük gri renkli, televizyon, teyp, radyo üçlüsünden oluşan setini bir yanına alır, radyosunu açar, 'Manda yuva yapmış söğüt dalına, yavrusunu sinek kapmış gördün mü' türküsü eşliğinde, mangalını da bir yanına, rakısını da bardağına koyar ve Bursa'yı tepeden seyrederek rakısını yudumlardı.

Sigarasından bir duman alır, parmaklarının arasında tutarken sigarasına bakarak arada, 'ulan sen beni öldüreceksin ama ben seni yine de içeceğim' derdi; dediği gibi de oldu...

O zamanlarda gündüz her yer yemyeşil; görebilirseniz bir kaç tane bina, binaların hepsini de bir bir sayabiliyorsunuz tabi ki... Şu fabrika, şu garaj, şu bilmem kimin mağazası... Gece de koca Bursa da birkaç tane ampul yanıyor... Şimdi yine aynı mekanın yakınından Bursa'ya bakarak yazıyorum yazımı...

.
Aşağısı resmen ampul tarlası... Son on yedi yılın iktidarının simgesi kaplamış kenti...

Nefes alınabilecek bir iki boşluk var... O boşluklarla ilgili de şu anda bile uyumadan hesap yapan ampul kafalar olabilir. Bu çıldırmış arzular neden kaynaklanıyor bilmiyorum...

Sol tarafımda Kuştepe mevkii... Civarı olduğu gibi evlerle dolmuş, sanırsınız ki dağlar bile istila altında...

Tam aşağıya doğru baktığımda; ilk önce Osmangazi'nin kalbine hançer gibi saplanmış olan Doğan Bey Tokileri görüyorum. Sonra daha ilerilerde genelde yüksek tepelere yapılmış Akçağlayan Toki, Yunuseli Toki, Hamitler Toki, Kestel Toki, Gürsu Toki ve saire... Ve saire...

Osmanlı döneminde de görkemli yapıların hepsi Bursa'nın yüksek yerlerine yapılmış. Sanırım burada devlet otoritesinin hissettirilmesi gibi bir olay söz konusu... Osmanlı döneminde yapılmış eserlere bakıyorsunuz; Ulu Camii, Yeşil Camii, Emirsultan Camii, Yıldırım Külliyesi, Tophane Saat Kulesi, Osmangazi ve Orhangazi Türbeleri, Muradiye Murat Hüdavendigar Türbesi... Hepsi mimari özellikleri olan, günümüze kadar yaşamış kıymetli eserler...

Oysa tokiler; tam bir fiyasko, istilanın başucu eserleri...

***

Tarım kenti Bursa artık sanayi kenti...     

Sanayi kenti mi acaba..?

Sanırım deve kuşu durumunda Bursa...

Ne deve, ne kuş, o yüzden deve kuşu misali işte...

Ne sanayi, ne tarım; her şey yarım...

Çekirgelerin istilasındaki mısır tarlası gibi... Bu sene ve bundan sonraki senelerde bu tarladan hasat yok... Çünkü tarlada hasar çok...

Kent kültürü aşına aşına bir hal oldu...

Anadolu'dan göçenler taşına taşına her yer doldu...

Taşınırken kültürlerini de taşıdı insanlar...

Anadolu'dan kopup gelince kültür; kent de kentin kültürü de bir daha kendine gelemedi...

Bu arada göçle gelen insanlar arasında kent kültürüne değer katan çok insan da oldu tabii ki... İyisiyle kötüsüyle sonuçta göç her şeyi etkileyen sosyolojik bir olay... Mutlaka kendi ortak kültürünü oluşturacaktır. İlaç mekan değil zamandır...

***

Tabii ki burası kent... Koca şehir Bursa... Hakikaten de kocamış bir şehir...

Son haliyle de büyükşehir... Kanunu bile var...

Kanunu bile var ama olduğu gibi de "Kurtlar Vadisi..."

Tabi son haliyle "Çakal Yatağı" oldu ama yapacak bir şey de kalmadı...

Geçim derdi, herkesi gerdi...

Gerilen "kurt sürüsü" kırıldı, yerini "çakal sürüsü" aldı...

Bir kaç tilki, bir kaç ayı, bir kaç geyik, karaca...

Bir kaç tavşan, ördek, kaz, kartal, şahin, doğan...

Sanırsın ki orman...

Ama orman kalmadı ki..!

Bursa artık "Beton Bursa" oldu...

Böylece de herkes hayvanların istilasından kurtulmuş oldu...

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.