Genç kadın, sabah kahvaltısını hazırlarken, 7 yaşındaki çocuk da gülen gözleriyle annesini izliyordu. Elindeki hikaye kitabını bitirmiş olmanın verdiği mutlulukla, oturduğu koltuktan bir ok gibi fırlayarak mutfağa annesinin yanına koşturdu. Buzdolabının kapağını açmakta olan kadının arkasına saklandı. Hiç ses çıkarmadı. Kadın arkasına dönünce yavrusuyla karşılaştı. Biraz korkmuştu ama hiç belli etmedi. Ana oğul sevgiyle birbirlerine sarıldılar. Çocuk zeytin ve peynir kaselerini alarak annesinin ardından kahvaltı masasına yöneldi. Elindeki kaseleri masanın üzerine bıraktıktan sonra annesine seslendi: “Anneciğim ne kadar şanslıyız değil mi.. Bir sürü kuzumuz var. Onlar benim canım. Yalnız anlayamadığım bir şey var. Neden koyunlarımız yok da, sadece kuzularımız var?..” Kadın, önce soruyu duymamazlıktan geldi. Lakin oğlunun cin gibi kendisine bakan zümrüt yeşili gözleriyle karşılaştı. O an, bir açıklama yapmadan kurtulamayacağını anladı. Eğildi, çocuğun yanaklarını okşadı. Sonra saçlarından öperek, kuzuların annelerinin öldüğünü, onları sahipsiz kalmamaları için aldıklarını ve her birinin ailelerinin bir üyesi olduğunu söyledi. Bunu söylerken kadının dudağı titredi ama çocuk bunu fark etmedi…
Kahvaltıdan sonra, evlerinin bitişiğine gitti. İçerideki elliye yakın kuzuya, anlatılmaz bir sevgiyle baktı. Hepsini seviyordu ama bir tanesi vardı ki, o çok başkaydı. Benekli bir kuzuydu. Ona "Can" ismini takmıştı.
Bütün kuzular kendilerini sevmeye gelen küçük çocuğun etrafında toplandılar. Çocuk eğildi, hangisi denk gelirse onu öpüyordu. Bir süre sonra beneklisini gördü. Yüz yüze geldiler. Bakışları, onun da küçük arkadaşını çok sevdiğini gösteriyordu. Ön bacaklarını bir hamleyle, arkadaşının dizlerinin üzerine koydu. Çocuk beneklisine sıkı sıkı sarıldı…
Okul çıkışı, babasının iş yerine uğrayıp, onu ziyaret etmek istedi. Babasının, okulun 200 metre kadar uzağındaki arazide bir tesisi vardı. Kısa boylu, kilolu adam çocuğunu görünce, oturduğu masadan kalkarak Onun yanına geldi. Çok ilgili bir baba değildi. Çocuğa eksik bıraktığı sevgiyi annesi gösteriyordu. Kısa bir konuşmadan sonra, adam mutfağa yönelirken, çocuk az sayıdaki boş masalardan birine oturdu. Çevreyi süzmeye başladı. İnsanlar, neredeyse nefes bile almadan önündeki yemekleri, sanki biri önlerinden kaçıracakmış gibi hızlı hızlı yiyorlardı. Önlerindeki yemekten büyük bir keyif aldıklarını görüyordu. Bu duruma hiçbir anlam veremiyordu. O an içine sebebini bilemediği bir hüzün çöktü.. Sessizce oradan ayrıldı…
Sıcak bir haziran günüydü. Güneş yakıp kavuruyordu. Çocuk mahalle arkadaşlarıyla, geniş bir alanda futbol oynuyordu. Maç eğlenceliydi ama bir süre sonra sıcağa daha fazla dayanamadılar. Az ötedeki çınar ağacının yaprakları altına attılar kendilerini. Yanlarında getirdikleri buz gibi suları kana kana içtiler. Birkaçı uzandı. Küçük çocuk masum bir ifadeyle arkadaşlarına, kuzularıyla olan maceralarını anlatmaya başladı. Sonrasında, annesine o sabah sorduğu soruyu ve annesinin cevabını anlattı. Çocuk sözünü bitirir bitirmez, çocuk konuşurken yüzündeki alaylı bakışlarla dinleyen çocuklardan biri: “Sen öyle san.. Safım benim.. O kuzular sizin ailenizin üyeleri, öyle mi.. Hiç gülesim yoktu.. Babana sor bakalım, o tesisin çevresinde neler dönüyor.. İnsan, ailesinden olan birini..” Çocuklardan bazıları diğerlerinden birkaç yaş daha büyüktü. Siyah saçlı olanı diğerinin sözünü tamamlamasına izin vermeyerek omuzundan itti.. Çocuk, olan bitene bir anlam veremedi. Bir süre sonra, güneş bulutların altına gizlenince, çocuklar yeniden top peşinde koşmaya başladılar…
O akşam yemekte, çocuk babasına o çocuğun niye öyle sorduğunu sorduğu. Adam ve karısı şaşkınlıkla birbirinin yüzüne baktılar. Zor olsa da lafı değiştirdiler.
Yemek sonrasında, oğlunun yüzüne hüzün çöreklenen kadın, işini gücünü bırakarak oğluyla oyun oynamaya başladı…
Çocuk o gece sabaha kadar gözünü kırpmadı. Arkadaşının ne demek istediğini muhakkak öğrenecekti. Okul çıkışı, babasının tesisini ve çevresini araştıracaktı. Sabaha doğru zorlukla uykuya daldı..
Çocuk, okul çıkışı soluğu tesisin etrafında aldı. Dikkatli gözlerle etrafa bakıyordu. Önce dikkatini çeken bir şey olmadı. Bir süre sonra, ileriden gelen acı dolu feryatları duydu. Korkuyla karışık bir merakla, hızlı adımlarla yöneldi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Yaklaşınca, ağıllarındaki kuzulardan bazılarını gördü. Her birinin başında bir tesis çalışanı vardı. Kuzuları sıkı sıkı tutuyorlardı. Biraz daha yaklaşınca, onların önündeki geniş çukuru gördü. Minicik yüreği hızlı hızlı çarpıyordu. Çukurun başına geldi. Aşağı baktı. O an beneklisiyle göz göze geldi. Beneklisinin yanında iki kişi vardı. Onları tanıdı. Onlar da tesisin çalışanlarıydı. Birisi beneklisini yere yatırdı. Diğerinin elindeyse büyük bir bıçak vardı. Kuzu, yattığı yerden çaresizce küçük arkadaşına bakıyordu. Ömrünün sonuna kadar beynine kazanacak bu dehşet dolu anın, kalpleri yerinden kopartacak acısıyla, çocuğun boğazına bir şeyler düğümlendi, hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı. O an, belki de hayatının en büyük darbesini yiyen çocuk, beneklisinin de gözyaşları içinde olduğunu fark etti. Beneklisinin gözyaşları yere değil, küçük arkadaşının yüreğine akıyordu. Adamlar, çocuğun o anki duygu selini anlamadılar, anlayamadılar.. Çocuğa, Onun bir erkek olduğunu, erkeklerin ağlamayacağı kandırmacasını, yalanını zırvaladılar durdular.. Çocuğun yakarışlarına rağmen, bıçak beneklinin boğazına indi.. Benekli, küçücük canını oracıkta verirken, yüzüne ağır ağır bir tebessüm yerleşti..
O gece çocuk, rüyasında beneklisini gördü. Uçsuz bucaksız kırlarda oynuyorlardı birlikte…
Aradan yıllar geçti.
Dünya güzeli çocuk veteriner oldu. İnadına veteriner oldu.
Bildiği, emin olduğu bir şey vardı: YIRTICI HAYVANLAR DA, DOĞA KANUNLARI GEREĞİ BİR BAŞKA HAYVANI ÖLDÜRÜYORDU.. ANCAK, YERYÜZÜNDE YAVRU BİR HAYVANI “LEZZETLİ YEMEK” İÇİN BOĞAZLAYAN SADECE "İNSAN"DI.. ÖYLE Kİ KUZULARIN KOYUN OLMALARINI BEKLEMEYE DAHİ TAHAMMÜLLERİ YOKTU.. ÇOCUKLARINI, KÜÇÜKKEN “KUZUM” DİYE SEVENLERİN AĞIZLARINDA BU SÖZCÜK NE KADAR DA EĞRETİ DURUYORDU…