Kapı aniden açıldı. Atletik yapılı Türk komutan, çatışmada ele geçirdikleri 15 Kuzey Koreli askeri içeri soktu. Bunların içinde iki de subay vardı. Masada oturan ve sohbet eden Türk, Amerikan ve İtalyan subayları muhabbetlerini bıçak gibi keserek; yüzü, gözü çamur içerisinde kalmış, çoğu kısa boylu olan askerlere baktılar. Birbirlerine sokulmuş, öylece duruyorlardı. Uzun boylu bir İtalyan komutan pis pis gülerek ayağa kalktı. Elleri cebinde, ağzında purosuyla çağanoz gibi ilerleyerek onların yanına geldi. En kalıplısının yüzüne bir süre alaylı alaylı baktı. Diğerlerinin meraklı bakışları arasında aniden bu askerin karın boşluğuna kuvvetli bir yumruk indirdi. Asker yere yuvarlandı. Türk komutanlar dışındaki, bütün komutanlar bu olayı bir tiyatro oyununu izler gibi izliyor, gevrek gevrek gülüyorlardı. Bunun üzerine, Kuzey Koreli askerlerin yanındaki Türk komutan sert bir şekilde İtalyan’a baktı. Masadaki Türk komutanlar da yanlarındaki Amerikalı ve İtalyan komutanlara aynı şekilde bakıyorlardı. Yumruğu atan İtalyan bunu görmüştü ama görmemezlikten geldi. Eğildi. Ağzında evirip çevirdiği puronun dumanını askerin yüzüne savurdu. Sonra ayağa kalktı. Bu kez karın boşluğuna tüm gücüyle bir tekme vurmak istedi. Ancak, yanındaki Türk komutanı karşısında buldu. Türk komutan: “yeter artık, o bir esir ve yasalarla belirlenmiş hakları var. Ona vuramazsın” diye sert şekilde İtalyan’ı uyardı. İtalyan komutan bunu da duymazdan geldi. Aşağılayıcı bir gülüş eşliğinde yerdeki askere vurmak için hamle yaptığı sırada, her Türk askeri gibi bakışları çifte su verilmiş çeliği andıran Türk komutan, İtalyan’ı sert bir şekilde yana itti. Adam bir kum çuvalı gibi yere düştü. Sert bir şekilde kendisine bakan Türk komutanla göz göze gelen İtalyan, karşılık vermesi durumunda daha da zor duruma düşeceğini ve herkesin gözü önünde sağlam bir dayak yiyeceğini anlamıştı. Yerden kalktı. Bir hışımla odayı terk etti. Odadaki diğer İtalyan ve Amerikalı komutanlar da Türk’ün gücünü tarihten çok iyi bildiklerinden ve bir esire vurmanın esir haklarına ters düştüğü için tepki vermeye cesaret edemediler. Yalnızca üç İtalyan komutan Türk komutanlara bir süre düşmanca baktılar.
Ertesi gün, Türk komutandan hak ettiği dersi alan İtalyan, Türk komutanların olmadığı anlardan birinde o askerin yanına giderek bir gün önce yapamadığını yaptı. Sonrasında; “gördün mü gününü..” der gibi hırsla başını salladı. O an İtalyan’ı bir Türk askeri görmüştü. Koşarak Türk komutana haber verdi. Askerin, aldığı darbe karşısında gözleri karardı, kendinden geçti. Biraz kendisine gelip, gözlerini araladığında, İtalyan’ın elinde, karısının siyah-beyaz fotoğrafını gördü. Cebinden almıştı. İtalyan arsızca fotoğraftaki kadını öpüyordu. Kuzey Korelinin öfkeden gözlerinden yaş geliyordu. İtalyan bir yandan fotoğraftaki kadını öpmeye devam ediyor, bir yandan da iğrenç bir şekilde adama bakıyordu. Oraya gelen ve olanları nefretle izleyen Türk komutan, bir gün önce itmekle yetindiği İtalyan’a mükemmel İngilizcesiyle: “resmi ona ver” diye bağırdı. İtalyan fotoğrafı bir kere de Türk komutanın gözünün önünde öptü. Kuzey Koreli asker: “yardım et” dercesine Türk komutana baktı. Diğer Türk, Amerikan ve İtalyan komutanları da oraya gelmiş merakla olanları izliyorlardı. Türk komutan İtalyan’ın elinden fotoğrafı kolayca aldı ve yere eğilerek Kuzey Koreliye verdi. Kuzey Koreli Türk komutana sevgiyle baktı. O arada bir kez daha rezil olan İtalyan, Türk komutana arkadan saldırdı. Böyle bir kalleşliği bekleyen Türk komutan aniden döndü, başını yana çekerek İtalyan’ın yumruğunu boşa çıkardı. Peşi sıra onun gözünün üzerine okkalı bir yumruk patlattı. İtalyan nakavt olan bir boksör gibi boydan boya yere uzandı…
Bir hafta sonra, yoğun kardan dolayı birliğe yeni kumanya gelememişti. Ellerinde önceden kalan çok az kumanya kalmıştı. Amerikalılar ve İtalyanlar bunları yerken, Türkler kumanyalarının çoğunu Kuzey Korelilere verip onların karınlarını doyuruyorlar, bir kısmını da kendileri yiyorlardı…
1964, İstanbul..
Savaş bitmişti. Kuzey Koreli asker, Türk komutanı hiç unutmamıştı. Karısı ve oğluyla birlikte İstanbul’da görev yapmakta olan Türk komutanı ve ailesini ziyarete gelmişlerdi. Gelirken de çok değerli hediyeler getirmişti. Türk komutan ve ailesi, Kuzey Koreli askeri ve ailesini evlerinde misafir ettiler. Sözcüklerle anlatılmaz Türk misafirperverliğini sundular, nezaket ve dostluk gösterdiler.. Eşler ve çocuklar da arkadaş oldular.
Arada bir 1950 yılı Kasım ayının son günlerinde karşı cephelerde savaştıkları, 218 Mehmetçiğimizin Şehit olduğu, 94'ünün kaybolduğu ve 455'inin de yaralandığı Kunuri Muharebesi'nden; o büyük çatışmalarda Mehmetçiğin gösterdiği üstün kahramanlıklardan ve bu öykümüzdeki olaylar dahil, acı-tatlı hatıralarından da bahsettiler.
Komutan ve Ailesi, misafirlerine dünyanın en güzel şehri olan İstanbul’u da gezdirdiler..