Ağustos sıcağı şehri kasıp kavuruyordu. Öğle saatleriydi. Kimse kendi gölgesini göremiyordu. Annelerinin tüm bağırışlarına rağmen, evde oturmaktan sıkılan çocuklar plastik topun peşinde bitmek tükenmek bilmeyen bir istekle koşturuyorlardı. Yol bozuktu. Tümsekler, göçükler çoktu ancak çocuklar bunu umursamıyorlardı bile. Çok geçmeden caddenin başında devasa bir asfalt dökme aracı belirdi. Çocuklar oyunu kesip, merak ve hayranlıkla aracı izlemeye başladılar. Sarı renkli ahşap evin penceresinden genç bir kadın da aracı görmüştü. İçini bir korku almıştı. İnsanların dışarıda olduğu saatlerde mi yola asfalt dökeceklerdi yoksa. Yan taraftaki kerpiç evin sahibi olan komşusuna seslendi. Sesi duyan diğer kadınlar da cama çıktılar. O esnada araçtan iri kıyım bir adam indi. Ardından altı adam daha indi. Çocuklara evlerine gitmelerini, biraz sonra yola asfalt dökeceklerini söyledi. Çocuklar yayından fırlayan oklar gibi evlerine dağıldılar. Camdaki kadınlar sevindiler.
Nihayet, uzun zamandır kötü olan yol, adama dönecekti. Şen bir sohbet başladı. Sohbete katılmayan kadın cama ilk çıkan kadındı. Diğerlerine, “asfaltın temel maddesi olan katranın kanserojen olduğunu, gündüz vakti bu işin yapılmaması gerektiğini” söyledi. Kadınların çoğu bunu umursamadılar. Bir tanesi kadına: “Adamlar yolumuzu yapıyorlar, senin düşündüğün şeye bak. Bir şeycik olmaz..” diye çıkıştı. Çoğu kadın bir ağızdan benzer şeyleri söylediler..
Hazırlıklar yapıldı. Bir süre sonra asfalt döküm işi başladı. Taze katranla sıcağın birlikteliğiyle yoğunlaşan koku anlatılır gibi değildi. Kadınlar hiç olmazsa camları kapatsaydılar, iyi olacaktı. Gerçi kapatanlar vardı ama kapatmayanlar ve işlemi izleyenler ne yazık ki çoğunluktaydı. Bazı çocuklar da, anneleriyle birlikte bu ölümcül kokuyu ister istemez ciğerlerine çekiyorlardı.
Katranın akciğerlere en yıkıcı etkiyi yaptığı an yere temas ettiği andı. O an gerçekleşirken, altı işçinin dördünün başında koruyucu maske yoktu. Aracın şoförü, yerindeydi ve onun da koruyucu maskesi yoktu. Yavaş yavaş her yer katrana bulanıyordu. Maskesiz işçilerin bazıları öksürüyorlardı ama öksürükleri geçince işlerine kaldıkları yerden devam ediyorlardı..
Ara verdiler. Bir kısmı, marketin yanındaki ağacın dibindeki banka, diğer bir kısmı da kaldırıma oturdular. Sigara yakanlar oldu. Uzun boylu ve zayıf olanı, maske takanları kastederek diğerlerine mimik ve jestleri eşliğinde: “biz erkenden öleceğiz, bunlar da yüz yaşına kadar yaşayacak” dedi. Diğerleri de maske takanlara alaylı alaylı baktılar. Biraz ötedeki şefleri de onları izliyordu. Bir rüzgâr peydah oldu. Ilık bir rüzgâr. Sıcaktan bunalan işçiler bir nebze olsun nefes aldılar. Sigaralarını bitirdikten sonra yavaş yavaş oturdukları yerden kalktılar. Uzun boylu olan, yanındaki şişman olanı dürterek gene maske takanlara takıldı. Maske takanlar bunu fark ettiler. Canları sıkıldı bir şey demediler..
Asfalt dökme bitmek üzereydi. O esnada caddenin dışından bir adam gözüktü. Kırk, kırk beş yaşlarındaydı. Hızlı hızlı şefin yanına yaklaştı. İnce çerçeveli gözlüğünün üzerinden biraz şaşkın ama daha çok kızgın ifadelerle iri kıyım şefe: “Affedersiniz, yanlış anlamayın ama arkadaşların bazıları neden maske takmıyorlar. Katranın zamanla Kansere yol açacağını bilmiyorlar mı?” diye sordu. Adam maskesini çıkardı.
Başını kaşıdıktan sonra kederli bir ses tonuyla: “Ah, be abi, eğitimlerde, her zaman onlara bunu söylemekten dilimizde tüy bitiyor ama umursamıyorlar. Maske takmanın önemini anlatan broşürler dağıtıyoruz. Seminer bitiminde, okumadan çöp kutusuna atıyorlar. Koca koca adamlara da zorla taktıramayız ya..” Adam, anlatılanları büyük bir üzüntüyle dinledi. Söyleyecek söz bulamadı. O da, dinlemeyen, okumayan insanlara bir şey anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyordu. Ama gene de bir şeyler yapmak lazımdı.
Şeflerinden izin alarak, çalışmakta olan maskesiz işçilerin yanına yaklaştı. Şefkat dolu bir ses tonuyla birine: “Arkadaşlar, ben doktorum. Katran kanser sebebidir. Özellikle sıcakken soluduğunuzda akciğer hücrelerine yerleşir ve hücrenin yapısını bozar. Kanserleşme başlar, zamanla dayanılmaz acılara ve ölümlere sebebiyet verir. Neden maske takmıyorsunuz. Yazık değil mi size. Kendinize acımıyorsanız bile ailenize yazık değil mi..” Maske takan işçiler: “gördünüz mü..” dercesine başlarını sallayarak arkadaşlarına baktılar. Maske takmayanlar, şaşkındı ama bir süre sonra gözlerinde yine alaycı ifadeler belirdi. İşçilere ne kadar büyük bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını anlatabilmek için tabiri caizse kendini paralayan doktoru dinlerken bile birbirlerine bakıp komik komik gülüyorlardı. Bir süre sonra, kısa boylu olanı ciddileşti ve şöyle dedi: “doktor, senin bu söylediklerini biz yıllardır dinliyoruz. Ama bir türlü kanser olamadık (!)..” Adam sözünü bitirir bitirmez bir kahkaha tufanı koptu. Şefleri böyle bir tepkiyi bekledikleri için hiç şaşırmadı. Diğerleri acı dolu ifadelerle birbirlerinin gözlerine öylece bakakaldılar..
Gündüz vakti, çoluk, çocuk, insanlar sokaktayken asfalt dökülüyordu. Bu çok tehlikeliydi. Kadınlar, camlardan asfaltın dökülüşünü sinema seyreder gibi seyrediyorlardı.. Bazılarının da çocukları yanlarındayken.. Bilgili olanları, dikkat edenleri umursamıyorlardı. İşçilerin bazıları, bilimin, fennin söylediğini tabiri caizse zerre kadar, “sallamıyorlardı”. Ve işin en acı tarafı da bilinçli olanları ti’ye alıyorlardı. Ya da kendileri öyle sanıyorlardı..
İşte o işçilerden ikisi erken yaşta kanser oldu. Kıvranarak can verdiler. Artlarında gözü yaşlı ailelerini bıraktılar…