30’lu yaşlarındaki kadın, kocasından uzun süredir gördüğü şiddete daha fazla dayanamamış ve ondan boşanmıştı. Bir oğlu vardı. 12 yaşındaydı ve pek çok kez, babasının annesine vurduğunu aralık kapılardan görmüştü. Annesi, sırf yavrusu duymasın diye, canının çok acımasına rağmen ağlayamıyordu bile ama altın sarısı saçlı çocuk gene de bir şekilde olanı biteni görüyordu..
Mahkeme çocuğu annesine vermişti. O da zaten babasını görmek istemiyordu. Mahkemenin karar verdiği görüş günlerinde bile, babasından kaçıyor, soluğu anneciğiyle yaşadıkları evde alıyordu. Şiddete tanık olduğu için çocukta son dönemde tik oluşmuştu. Ev hanımı olan annesi bu durumu görüyor ve çok üzülüyordu. Oğluyla bu durumu konuşuyor ve bu hareketleri yapmaması için çaba göstermesini istiyordu. Çocuk canından çok sevdiği annesine söz veriyor ancak sözünü tutmaya muvaffak olamıyordu. Böyle olunca annesinden, okuldan, arkadaşlarından uzaklaşıyor ve her geçen gün daha çok içine kapanıyordu.
Tikleri daha da yoğunlaşmaya başlamıştı. Kadıncağız samimi olduğu komşularıyla durumu değerlendiriyordu. Daha da kötüleşmeden oğlunu psikiyatriste götürmeyi düşünüyordu. Bunu komşularına söylediğinde hepsi ağız birliği etmişçesine aynı şeyi söylüyordu: “Götür, götür de oğlanın adını deliye çıkar.” Henüz orta yaşlı bile olmamasına rağmen, çektiği sıkıntıların etkisiyle çok daha yaşlı gösteren kadın, önceleri komşularının tesiriyle çocuğu psikiyatriste götürmeye tereddüt ederken, sonraları bu tereddütü aşmıştı…
Psikiyatristin bekleme odasındayken, ana-oğul heyecanlıydılar. Psikiyatristin ne söyleyeceğini merak ediyorlardı. Kapısı açıldı. 10 yaşlarında bir kız çocuğu ile babası odadan dışarı çıktılar. Sekreter, kadına ve çocuğuna içeri girebileceklerini söyledi. Karşılarında güler yüzlü, babacan bir adam.. Sevgi ve şefkatle çocuğa bakıyordu. Oturdular. Bir süre üçü konuştular. Anne dışarı çıktı. Psikiyatrist çocukla konuştu. Daha sonra psikiyatristle anne ayrı olarak konuştular. Böylece tedavi süreci başlamış oldu.
İki yıla yakın, düzenli bir şekilde psikoterapi seansları yapıldı. Bu süreçte, durumu duyan mahallelinin çocuğa bakış açısı dramatik bir şekilde değişmişti. Hemen hepsi ona acır gözlerle bakarken, mahalledeki arkadaşlarının bazıları da alay dolu bakışlarla, bazen de yine alaylı sözlerle onu rahatsız ediyorlardı…
İlk başlarda her şey kötü, çok kötü gidiyordu. Çocuk annesi dahil, hiç kimsenin yüzünü görmek istemiyordu. Odasında saatlerce ağlıyor; bu duruma şahit olan annesi de çok üzülüyordu. Lakin günler, seanslar ilerledikçe çocuğun özgüveni günden güne artıyordu. Kendini herkesten, her şeyden soyutlamalar sona ermişti. Dibe vuran okul durumu da yükseliyordu. Kendisiyle artık alay etmeyen arkadaşlarıyla yeniden oynamaya başlamıştı. Özgüveni yükseldikçe daha da sosyalleşiyordu. Kendisiyle alay eden çocuklara da kendisini kabul ettirmişti. Hiç kuşkusuz bu ışıltılı durumdan başta annesi, sonrasında psikiyatrist mutlu oluyordu. Psikiyatrist, çocuğun nüktedan yapısını, kısa bir sürede fark etmişti. Bu sebeple terapilerde bu yönünü de kuvvetlendiriyordu. Ondaki bu sözcüklerle anlatılmaz gelişme sonrasında, komşular ve arkadaşları ortaya koydukları tavırlardan pişmanlık duyuyorlardı. Terapi seansları iki yıl sürmüştü ama psikiyatristle çocuk arasında öylesine büyük bir dostluk bağı kurulmuştu ki; çocuk sağlığına kavuştuktan çok sonra bile görüşmeye devam etmişlerdi…
Olağanüstü güzellikte bir mayıs sabahıydı;
Güneş, Hava Harp Okulu mezunlarının bulunduğu platforma sevgi dolu ışınlarını gönderiyordu. Platformun hemen karşısında, biraz sonra yıldız takarak hava kuvvetlerinin şanlı pilotları olacak aslanların aileleri gururla başlayacak töreni bekliyorlardı. Onların arasında biri de vardı. Artık saçlarına iyiden iyiye kırlar düşmüş bir kadın.. Psikiyatriste öcü görmüş gibi bakan cahil kafalara kulak asmayan, yönünü GÜNEBAKAN gibi bilimin gösterdiği yöne çeviren yürekli, fedakar, sevgi dolu bir anne..
Tören başladığında bu eli öpülesi anne, gözlerinden dökülen o nurlu gözyaşlarını daha fazla tutamamıştı. Kocasından ayrıldıktan sonra evlere temizliğe giderek kendisinin ve yavrusunun nafakasını çıkarmıştı. Çok zorluklar çekmişti ama şu an yaşadıkları ve biraz sonra yaşayacakları çoktan bu sıkıntıları silip süpürmüştü. Dönem birincisinin adı okunduğunda, o an sanki evrenin diğer ucundan bile duyulacak bir alkış koptu. Dönem birincisi, 12 yaşındayken alay edilen, hor görülen, acınan, ancak sonrasında bunları yapanların cahil zihniyetlerini darmadağın eden o çocuktan başkası değildi. Okul komutanı generalin apoletine taktığı yıldızıyla, çakı gibi delikanlı sözcüklerle anlatılamayacak bir konuşma yaptı: “Değerli misafirler, buralara gelmemi sağlayan canım annemi çok seviyorum. Vatan ve millet sevgisini yüreğime ilmik ilmik işleyen, zorluklar karşısında da asla yılmamayı öğreten; her anne gibi ölümsüz olan yüce insanı.. İzninizle kendisini buraya davet ediyorum..”
Çiçeği burnunda pilot teğmen, sözlerini bitirir bitirmez bir alkış tufanı daha koptu. Hafif kamburu çıkan anne, ağır adımlarla diğer anne ve babaların arasından platforma ilerlerken büyük bir heyecan içindeydi.. Diğer pilot teğmenlerin önünde anneciğini karşıladı.
Oğul anasının elini öperken zaman durdu.
Önyargı, cehalet bir kez daha yok olmuştu..
Psikiyatriste gitmek utanılacak bir şey değildi. Grip olduğumuzda doktora gidiyorduk. İhtiyaç duyulduğunda psikiyatriste gidilmesinden daha doğal ne olabilirdi ki.. Su gibi berrak olan bir gerçek daha vardı; ASIL, BEN DELİ MİYİM PSİKİYATRİSTTE NE İŞİM VAR...DİYENLERDEYDİ SORUN…
Çok haklısınız. Tebrik ederim.