Dersin sonlarıydı. Öğretmen konuyu bitirdikten sonra çocuklara, anlamadıkları bir şey olup olmadığını sordu. Saçları örgülü bir kız çocuğu parmak kaldırarak söz aldı. O arada, 30’lu yaşlarındaki kadın öğretmenin gözü, kapı tarafında üçüncü sırada oturmakta olan bir erkek öğrenciye takıldı. Çocuğun gözlerinde rahatsız eden bir bakış vardı. Gözlerini kırpmadan, iri gözleriyle, sert bir şekilde kadına bakıyordu. Sert bakışı, tehditkar ve alaylı bir bakışa dönüştü. Bu arada öğretmen, söz verdiği öğrencisinin sorusunu duymamıştı. Çocuk sorusunu tekrar sordu. Kadın zorlukla gözlerini, kendisini adeta bir mıknatıs gibi çeken çocuğun bakışlarından uzaklaştırabildi. Soruyu cevapladı. İki çocuk daha soru sordu. İkincisine cevap verirken, daha fazla dayanamayıp çocuğa baktı. Çocuğun gözbebekleri büyümüştü. Sinsi bakışları huzursuz ediciydi. Yüzündeki korkutan gülüş, o an bir kalemle çizilmişçesine daha da derinleşti. Çocuk, öğretmene sen görürsün dercesine hafifçe başını aşağı yukarıya salladı. Kadın daha da ürktü. O an ne yapacağını bilemedi. Teneffüste çocukla konuşmaya karar verdi…
Zil çaldığında, çocuğun yanına gitti. Sessiz, içine kapanık bir çocuktu. Çok konuşmazdı. Kadın tüm gücünü toplamasına rağmen, içindeki korkuyu tam olarak atamamıştı. Aksine çocuğa yaklaştıkça gücü erimeye, kendini kötü hissetmeye başlamıştı. Sınıfta birkaç öğrenci vardı. Ellerini çocuğun saçlarına götürdü. Ona, neden kendisine böyle garip baktığını sordu. Çocuk bu durumdan rahatsız oldu. Hızla sınıftan çıktı. Çıkarken, şaşkınlık içinde kendisini izlemekte olan kadına bir kez daha baktı. Yüzünde, dersteki ifade vardı…
Bir sonraki ders matematikti. Öğretmen, bütün ders boyunca çocuğa bakmaya cesaret edemedi. Yalnız, korkunç bakışları ensesinde hissediyordu. Bakışların kendisini takip ettiğini biliyordu…
Kadın, okul sonrasında olanlara bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Çocuğun canının bir şeye sıkılmış olacağını düşündü. Yarın onunla tekrar konuşmaya karar vererek otomobiline bindi ve evlerine yakın olan semt pazarına gitti. Eve geldiğinde kızı, sevgi dolu bakışlarla kendisine kapıyı açtı. Ana-kız, akşam yemeğini hazırlamak için mutfağa geçtiler…
Akşam yemeğini yerken kadında bir durgunluk vardı. Düşünmek istemese de, gün içinde yaşadıkları aklına geliyor, olan bitene bir türlü anlam veremiyor, bu da onu huzursuz ediyordu. Kızı, annesine nesi olduğunu sordu. Kadın bir şey olmadığını söyledi. Kızı annesinin canının sıkkın olduğunu görüyordu ama gene de üstelemedi. Yorgundu da. Adet yerini bulsun diye içilen çaylar sonrasında, kadın iyi geceler diyerek odasına geçti. Geceliğini giydi. Kızının, uyumadan önce saçını taramasına bayılırdı. Özellikle yorgun olduğunda, bu, ilaç gibi gelirdi. Gene öyle olmuştu. Uzun saçlı kız sevgiyle annesinin yarısı beyazlaşmış saçlarını taradı. Kadın rahatladı. Kız annesini öperek odadan çıktı.
Gece lambasını yaktı. Yatağa girmeden önce, tül perdeyi aralayarak bir süre dışarıyı seyretti. Oturdukları site, dik bir yokuşun kenarındaydı. Sitenin karşısındaki bloklarla aralarında geniş bir yol vardı. Bu yol, yukarıya doğru çıktıkça enfes çam ağaçlarının bulunduğu küçük bir koruluğa çıkıyordu. Nisan sonu olmasına rağmen, ocak soğuğunu aratmayan bir ayaz, hafif de bir sis vardı. Kadın esnemeye başladı. Tam arkasını dönüp yatağa yönelecekken, karşı blokların biraz yukarısında, iri bir leyleği andıran sevimsiz sarı sokak lambasının ışığını maskeleyen sis bulutlarının arasında bir karaltı gördü. Önce ne olduğunu fark edemedi. Sis bulutları ağır ağır hareket ettiğinde, kadın gördüğü şey karşısında dehşete kapılmıştı. O çocuk oradaydı. Hiç kıpırdamıyordu. Sis, adeta biraz sonra yaşanacakların bir parçasıymış gibi çocuğun yüzünü örtüyordu. Kadın korkuyordu. Çok korkuyordu ama gene de gözlerini ondan ayıramıyordu. Bir süre sonra, sis büyük ölçüde dağıldı. Kadın, şimdi çocuğun yüzünü, ürküten sokak lambasının parlak ışığı altında olduğu gibi görebiliyordu. Kendisine sınıftaki gibi bakıyordu.. O arada şiddetli bir rüzgar peydah oldu. Uğultusu ürkütücüydü. Kadın daha fazla dayanamadı. Yürek çarpıntısı içinde odadan çıktı. Elini, yüzünü yıkadı. Kızına anlatmayı düşündü. Onun da huzursuz olmasını istemedi. Oturma odasının karşısındaki küçük odada sigara içti. Odasına geri döndü. Tülün arkasından dışarıya baktı. Oradaydı. Kendini yatağa attı. Dehşet içinde yorganı yüzüne çekti. Bir köpek ulumaya başladı. Köpeğin uluması mezbahada kesilen hayvanların haykırışlarını andırıyordu…
Ertesi gün, öğretmen, çocuğun annesini telefonla aradı. Onu okula çağırdı. Çocuğun annesine, dün okulda olanları ve gece yaşadıklarını anlattı. Kadın öğretmene; çocuğun dün gece erken yattığını, bütün gece ana-oğul birbirlerine sarılarak uyuduklarını söyleyince kadın, gece yaşadığı dehşetin çok daha fazlasını iliklerinde hissetti. Çocuk annesiyle birlikteyse, gece gördüğü neydi. Aklını mı kaçırıyordu. Böyle bir şey olamazdı. Zira çocuğu gördüğünden emindi…
İki gece çocuk görünmedi. Üçüncü gecenin geç saatlerinde çocuk gene oradaydı ancak bu kez tam yolun ortasındaydı. Yüzünü belirleyen hatlar dışında yüzünde bir şey yoktu. Fakat elinde de bir balta vardı. Hava açıktı. Çocuk, sokak lambasından uzakta olmasına rağmen, kadın, parlak ay ışığı altındaki çocuğun olmayan yüzünü görüyordu. Çocuk, tülün arkasında kendisini izlemekte olan kadına; "bana baktığını biliyorum" dercesine ısrarla bakıyordu. Bir süre sonra, üç adım daha atarak eve biraz daha yaklaştı…
Devam edecek..