Adam elinden geldiğince heyecanını belli etmemeye çalışarak onların yanına geldi. Kadınla gözleri birbirine değdi. Tanımıştı adamı. Kadının yüzü hafifçe kızardı ama hemen toparladı. Yine gözlerini kaçırdı. Ancak bu kez birbirlerine çok yakındılar. Adam az ötedeki küçük kızların yanlarına doğru yürürdü. Kızlar yanlarına gelen adamı fark etmemişlerdi bile. Adam çömeldi, tekir olan yavru kedinin başını okşamaya başladı. Kızların yüzlerine baktı ve ağır ağır: “biliyor musunuz çocuklar, ben küçükken ninem, bir çocuk, kedileri severken onlarla konuşursa, kediler onları anlar ve miyav diyerek cevap verir, derdi.” dedi. Bunun üzerine büyük olan kız, coşku ve mutlulukla: “sahi mi? ben ne söylersem anlar öyle mi?” diye soruyla cevap verdi. Adam başıyla onayladı. Kız büyükannesine dönerek ona adamın söylediklerini tekrarladı. Kadın gülümsedi. Kızlar kediciklerle konuşurken adam ayağa kalktı ve kadına doğru yürüdü. Adam yaklaştıkça, kadının heyecanını görebiliyordu.

Merhabalar efendim. Torunlarınız çok tatlı ve hayvanları çok seviyorlar.

Az önceki heyecanını gizleyen kadın: “evet” diye cevap verdi. Kısa bir süre hiçbir şey söylemeden bakıştılar. Adam kendini tanıttı. Bu parkı çok sevdiğini, burada kafayı dinlediğini söyledi. Kadın da aynı şekilde parkın güzelliğinden bahsetti. İstanbul’da oturduğunu, Trabzon’a kızını ve torunlarını görmeye geldiğini söyledi. O esnada küçük kız şaka olsun diye sarman kediyi babaannesinin kucağının üzerine bıraktı. Kadın boş bulundu. Hızla hareket etti. Kedicik yere düştü. Adam kediciği yerden alarak gülerek kıza verdi. Kız güle oynaya havuzun yanındaki ablasının ve diğer kediciklerin yanlarına koşturdu. Adam ve kadın mutluluk dolu bakışlarla onları izlediler bir süre.

Kadın, adama zarif bir el işareti eşliğinde: “Buyurun oturun” dedi. Belki de asırlardır bu sözcüğü duymayı bekleyen adamın dudakları hafifçe yukarıya doğru kıvrıldı. Oturdu. Yan yanaydılar. Bir süre sessizlik oldu. İkisi de oldukça heyecanlıydılar. Parke taşlı yolun sol tarafındaki görevli çim biçme makinesini çalıştırdı. Kısa bir süre sonra kesilen çimlerin kokusu çevreyi sardı. Koku, tazeliği ve saflığı olanca güzelliğiyle getiriyordu. Botanik Park’ta hemen her ağacın üzerine göz alıcı bir kırmızıyla boyanmış minik kuş yuvaları konmuştu. Bir saka hoyrat şarkılar söyleyerek, adamla kadının az ötesindeki yuvaya uçtu. Yuvasına girmeden önce adam ve kadına döndü. Muzip muzip onlara baktıktan sonra arkasını döndü ve yuvasına dalıverdi. Adam ve kadın çok güldüler buna. Bu olay, ikisinin de heyecanlarını suda yayılan dalgalar gibi aldı götürdü. Adam yüzünü kadına çevirdi ve konuştu: “Ne işle uğraşıyorsunuz efendim?” Kadın, emekli doktor olduğunu, yine doktor olan eşini üç yıl önce pandemide kaybettiğini söyledi. Söyledi söylemesine ama bunu söylerken kadının yüzünde üzüntünün, kederin esamesi okunmuyordu. Buz gibi bir ifade vardı. Konuşurken donuk bakışlarla karşıya bakıyordu. Haliyle adamın dikkatini çekti bu durum.

Az önceki sakanın yuvasının yanındaki çam ağacının üzerindeki yuvadan dışarı çıkan iki bülbül bir müzik resitali vermeye başladılar. Adam ve kadın onlara doğru baktılar. Kadın gene durgundu. Kadın, adama sigaradan rahatsız olup olmayacağını sordu. Adam, tebessüm eşliğinde eliyle buyurun işareti yaptı. Kadın sigarasını yaktı. Derinden bir nefes çekti. Uzaklara baktı. Adam çekine çekine kadına neden böyle durgunlaştığını sordu. Kadın, adama: “hiç” diye cevap verdi. Bunun üzerine kadına; insanın sevdiği birini kaybetmesinin çok zor olduğunu, onu anladığını söyledi. Kadın, adamın samimiyetine inanmış olacak adama doğru dönerek: “Evet, seviyordum onu, hem de çok.. ta ki pandeminin başlarında onu o kadınla yakalayıncaya kadar..” Kadının göz pınarları doldu. Adam içini çekti. Çok üzüldü. Önce ne söyleyeceğini bilemedi. Kadın sigarasından bir nefes daha çekti. Adam kadına ne yaptığını sordu. Kadın, "onu terk edecektim zaten, o esnada entübe oldu. O haliyle bırakamadım ama hiç affetmedim. Bir süre sonra da öldü."

Kadının anlattıkları adamı o kadar derinden etkilemişti ki; hayatı boyunca sadece askerliğinde birkaç kez sigara içmesine rağmen kadından sigara rica ederek, bir sigara da o yaktı. Uzunca bir süre konuşmadılar. Kediciklerle oynamaya doyamayan kızları seyrettiler. Daha sonra kadın, eve gitmesi gerektiğini zira kurstan gelecek diğer torununa yemek hazırlayacağını söyledi. Torunlarını yanına çağırdı. Çocuklar kedicikleri mama kabının yanına bıraktılar. Hoplaya zıplaya geldiler. Kadın biraz toparlamış gibiydi. Adama tebessüm ederek. “hoşça kalın” dedi. Adam da gülümseyerek ve titrek bir sesle: “Hanımefendi, Botanik Park’taki restoranın yemekleri çok güzeldir. Türk ve Dünya Mutfağından yemekler yapıyorlar. Eğer hoş görürseniz, yarın akşam yedi de sizi yemeğe davet etmek istiyorum..” diyebilme cesaretini gösterdi. Kadın şaşırdı. Bir şey diyemedi. O arada daha büyük olan torunu, gülen gözleri eşliğinde önce adama sonra kadına bakarak coşkuyla: “gel babaanne, ben bu dedeyi çok sevdim. O olmasaydı. Kediciklerin bizi anladığını bilemeyecektim..” dedi. Diğer torunu da: “gel, gel” diye bağırdı. Bunun üzerine kadın, adamın bayıldığı o ses tonuyla. “peki” dedi gülümseyerek…

(Devam edecek)

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.