Bangkok hava alanında giriş işlemlerinin yapıldığı bankolara vardığımızda fişeklikli bir polis Zeki'ye parmaklarıyla gel gel işareti yaptı. Zeki "abi mahvolduk. Filmlerde seyretmiştik. Bizi götürüp yok edecekler." Dizlerinin bağı çözüldü. Ben "bir şey olmaz, korkma" dedim. Bakalım ne diyor diye yanına gittik ki adam "Döviz bozduracaksanız bu katta bozdurmayın . Alt katta daha pahalı" diye iyilik niyetindeymiş. Arkasından da "şehre ne ile gideceksiniz? Eğer taksi ile gidecekseniz benim birader sizi götürüp bir otele yerleştirsin" şeklinde devam ediyordu. Biz de "bakalım" dedik.
Giriş işlemlerinden sonra aşağı katta döviz bozdurduk. Gerçekten fiyat daha yüksekti. Arkamızı döndük ki aynı polis. Bizi kardeşim dediği şahsa teslim etti. O da bir otele götürdü. Yol boyu Zeki'nin tedirginliğini ve korkusunu yenmesi içi adam "I care of you" deyip durdu. Otelde bize bir oda verdiler. Yattık. Sabahleyin oteli gezdik. Korkunç büyüklükte.. Zemin altı 3 kat daha vardı. Sinema salonları, barlar, eğlence ve alışveriş dükkanları bomboştu. 500 odadan fazla imiş. Oysa bizden başka 10 kişi var veya yoktu. Vietnam savaşı sırasında Amerikan askerlerinin eğlenip moral kazanması için yapılmış. Savaş bitince atıl kalmış. Otelin perdelerini yıkayacak parayı dahi kazanamıyorlardı.
Dışarı çıktık. Bizim şoför kapıda. Zeki "Abi yine o" deyince "Olsun O bizİ çabucak istediğimiz yere götürsün. Parasını veririz" diye teskin ettim. Taiwan "devlet" olarak tanınmadığı için dünyada 4 yerde temsilciliği varmış. Vizeyi bunlardan bİrinden alabiliyormuşuz. Bizi temsiliciğe götürdü. Sıra bekledik. Ve "pasaportları bırakacaksınız. Bir ay sonra geleceksiniz. Vize onaylanmış ise vereceğiz".. Yanımızdaki yahudiye de "sen 3 ay sonra geleceksin" dediler. Çıktık. Şoföre "bizi Türk Büyük Elçiliğine götür" dedim ve gittik. Demir kapıılar kapalı. Zili çalıyoruz, kapıya vuruyoruz. Ne gelen var, ne giden. Ben sac bahçe kapısına duysunlar diye biraz sert vurdum. Bir müddet sonra "Kimsiniz!.." diye biri bağırdı. Türkiye'den geldiğimizi ve Büyükelçiyle görüşmek istediğimizi söyledim. Ancak "Burada yok. Bir ay sonra dönecek. Paris'te görevli eşinin yanına gitti." Ticaret ateşesi de Singapur'a arkadaşının doğum gününe gitmiş ve haftaya gelecekmiş. "Sen necisin" diye seslendiğimde, elinde 2 köpek tasması ile kapıyı araladı ve "Burda polisim" diye cevapladı. Bahçede birisi bu polise habire bağırıyordu. O da "Lütfen gidin. Beni şikayet ederse tutuklatır." Adamın mahalli katip olduğunu ve o polisten başka Büyük elçilkte başka Türk olmadığını da öğrendik. Mecburen taksimize döndük. Zeki'nin şehre gidip bilet almamız ve hava alanında vize vermezlerse Türkiye'ye dönmemiz şeklindeki önerisini uygun gördüm. Şehir içinde bir çarşıya geldik. Zeki bilet için soruşturmalara başladı. Hintli terziler uçak bileti de satıyorlarmış. Gidiş 300 Dolar. Hava alanına gidecekmişiz. Boş yer varsa binecekmişiz. Yoksa aynı sahneyi hergün tekrarlayacakmışız. "Zeki, şimdi kaybol, havaalanına git ve bilet araştır, vizeyi sor, akşam 5'te de beni burdan al.." diye çıkıştım. Cevap vermeye çalıştı. Fakat kızmıştım. "Git, bana görünme. Burdan seni geri gönderirim" deyince şoför ile gitti. Ben de gölge bir yere sığınıp, bir sigara yaktım.
Biraz yürüdüm. Baktım bir uçak maketi. Singapur Airlines tabelası var. Sormak için içer girdim. Genç bir kızcağız "hoşgeldiniz" dedi. Ben de durumu anlattım. Vizemiz olmadığı için uçak bileti alamayacağımızı söyledi. Eğer bir hafta sonunu Singapur'da geçirirsek 4 duraklı gidiş dönüş uçak biletini bize indirimli 400 dolara verebileceğini ve Singapur'da da bu biletler ile 1 günde vize alabileceğimizi söyledi. Hemen 2 bilet aldım. Teşekkür edip dışarı çıktım. Bu sefer de bir keyif sigarası yaktım. Çarşıyı gezdim. Otelin ve şoförün bize 3 misli fahiş fiyata mal olduğunu öğrendim. 3 saat sonra Zeki de, şoförde ağlamaklı geldiler. Ful depo benzin bitmiş. Zeki ise bilet alamadığını söyledi. "Ben aldım. Yarın Singapur'a gidiyoruz. Hafta sonunu orda geçireceğiz. Pazartesi vize alıp salı günü Hong Kong'a, perşembe günü de Tapei'ye gideceğiz." deyince bayağı sevindi. Şimdi sıra şofördeydi. 20 dolar depoyu doldurması için para verdim. Yarın hesaplaşacağımızı söyledim ve "Tamam" dedi. Gidip yemek yedik. Bizi gezdirmeye başladı. Akla zarar bir gece hayatı vardı. Böyle bir bataklık mümkün değildi. Yanlış öğrenmedim ise kızlar evlenebilmek için ev yapmak zorunda imişler. Köylerden kızlar 10 yaşına gelince Bangkok da birilerine teslim ediliyormuş. O kız para kazanıp biriktiriyor ve köyüne dönüyormuş. Orda ev yaptırdıktan sonra beğendiği bir erkekle evlenip hayatını sürdürüyormuş. Onun için her yaşta her türlü gayrimeşru alem mümkün imiş. Gece otele döndük. sabahleyin kalktık. Kahvaltı yaptık. Baktım ki şoför orada. Bizi havaalanına götürdü. 20 Dolar daha verdim. "Abim beni öldürür" deyip kendini yerlere attı. Biz devam edip uçağa doğru yürümeye bile başlamıştık..
Zeki'ye neden bu havayoluna binmediğimizi sordum. Zira direk Singapure gitseymişiz bunları yaşamayacaktık. "Abi o dünyanın en lüks havayolu. Pahalı diye ben ona uğramadım." dedi. Gerçekten müthişti. İkramları ve hizmeti tartışmasız kalite de idi. Hava alanına indik. "Yeryüzünde cennet neresi" diye sorsalar "Singapur" derim. Hava alanlarında hotel rezervasyon bölümü vardı. Ordan otel ayarladığınızda belirli oran da indirim yapıyorlardı. 10 dolar kapora aldıklarında rezervasyon tamamlanmış oluyordu. Hemen orda, şehir merkezinde 4 yıldızlı bir otel bulduk. Geceliği 50 dolar, kahvaltı dahil. Bir taksiyle otele gittik. Yerleştik. Hafta sonu gezdik. Pazartesi sabah pasaportları biletlerle birlikte vizeye götürdük. Öğleden sonra verdiler. Bilgisayar satış mağazalarını gezdik ve fiyatlar hakkında bilgi edindik. Renkli bilgisayar ekranları gördük. Ertesi gün Hong Kong'a uçtuk.
Yağmurlu bir hava idi. Orada 2 gece kaldık. Çarşıları gezdik. Her pasaj 4-5 kat toptan aynı tür ürünü satıyordu. Pasajların üstü de ya büro, ya konut, ya da otel idi. Hepsi no-name ürünler. Sen istediğin markayı vurabilyorsun. Video pasajına gittik. Kilosu 75 Dolardı. Bunlar Türkiye'de 1000 Dolar civarında idi. Her tür elektrik ve elektronik ürün çok ucuz fiyatlarla satılıyordu. Bundan yıllar önce ayakkabılarımı giymiş üniversiteye giderken eşim "Bana inci alır mısın?" sorusuna bende "tabi" demiştim. Hemen "Peki ne zaman alacaksın" diye sorunca da "Çin'e gidince" diye cevap vermiştim. Aklıma geldi. İnci çarşısına gittik. Ordan ona 3 dal inci aldım. Orda da piyasayı inceledik. Fiyatları aldık.
Tapei'ye nihayet bir hafta sonra ulaştık. Otele yerleştik. Bize bir form verdiler. Gazetede ilan edeceklerini söylediler. Ne için geldiğimizi soruyorlardı. Bizde bilgisayar ve bileşenleri diye yazdık. Rehberde bilgisayarcıları bulmaya çalışıyorduk. Bir tayfun bekledikleri için her yer kum torbaları ile korumaya alınmıştı. Her şey güzeldi ama ekmek yoktu. Pizza Hot'a gittik. Garson bize büyüklüğünü sordu. Zeki'nin large ısrarına adam "emin misiniz" diye tepki gösteriyordu. Gerçekten geldiğinde 4 kişilik pizzalar olduğunu gördük. "Abi bozuntuya verme yiyelim hepsini" demesi üzerine de müşterilerin bakışları altında giriştik. Fakat bitirmek mümkün değildi. Garson kalanı paketlemeyi teklif ett. Biz de kabul ettik. Onları 2 günde ancak bitirdik. Ekmek yoktu. Haşlanmış pirinç ile karides ızgara yiyorduk. Çin lokantasının önünden geçtiğimizde kokudan benim midem bulanıyordu. Yabancılara kokoreç ile işkembe ikramını düşündüm. Ne büyük eziyet. Sonunda yabancılar için satış yapan bir bakkalda fransız francalası baston ekmek bulduk. Yaklaşık 75 cm boyunda. Fried Chiken tavukçusundan aldığımız butları ekmeğin arasına koyup tuz serperek yiyorduk. Tereyağı, ekmek ve tuz görmedik. Bir de müzelerinde değil tabanca, tüfek, kılıç, tek çakı bile yoktu.
Ertesi gün telefon rehberinden liste yaparken oda telefonu susmadı. Fabrikalar arayarak randevu istediler. Bizi otelden alıp götürüp ürünlerini gösteriyorlar ve geri getiriyorlardı. Ticaret odası böyle bir yöntem geliştirmiş. İkinci günden sonra iki sabah iki de öğleden sonraya randevu veriyorduk. Artık bilgisayar imalat bantlarını görmüştük. Kartlar bittikten sonra testlerini de gördük. Bilgisayar donanımları hakkında bilgi sahibi olduk. Taiwan'ın en büyük firması Multitech'e gittik. Enka şirketi ile bayilik görüşmelerini sürdürdüklerini söylediler. Fiyatlar hakkında da kesin bilgi oluştu. Adamlar ödeme şeklini soruyorlar. İbrahim beyin bize öğrettiği "mal mukabili, gayri kabili rücu akreditif" deyip duruyoruz. Çinlilerin Türkçe anlamadıklarını nerden bilelim. İngilizcesini öğrenmek için Selçuk'a telefon ediyorum oda aynısını söylüyor. İngilizcesini otele telex ile bildir diyip kapatıyorum. Her telefon konuşması 50 Dolar tutuyor. 4- 5 saatte ancak bağlanıyor. Gidip bir kitap alıp öğrenelim diye düşündük. Kitapçıya gittik. İngilizce kitaplar çok pahalı. yaklaşık 100 Dolar civarında. Kitapçıda okumaya başladık. Bir müddet sonra Zeki "Abi ben öğrendim çıkalım" dedi. Çıktık otele geldik. Öğrendim dediği kitabın yaklaşık 20 sayfasını gömleğinin altından çıkardı. Böylece bunun "Irrevocable letter of credit" olduğunu öğrendik. Akreditif şartlarını belirledik. Yani Akreditif'in ne olduğunu okuyarak öğrenmiştik. Alıcı ve satıcı aralarında anlaştıkları şartları ve fiyatları satıcının düzenlediği proforma faturaya yazıyor. Alıcı bu faturayı kendi bankasına götürerek "bu şartlarda bu malları satın alacağım". diyor. Satıcı malı yükleyip gönderdiğini teyid eden belgeleri kendi bankası aracılığı ile sana gönderdiğinde satıcının bankasına "ödeme yap" diyorsun. Alıcının bankası satıcının bankasına istediği belgeleri ve proforma faturayı bildiriyor. Satıcı, bankasına giderek bu şartları ve bu şartlar altında malları satmayı kabul ederek göndereceğini teyid eden taahhütnameyi imzalıyor. Satıcı yükleme yaptıktan sonra belgeleri kendi bankasına teslim ediyor. Satıcının bankası alıcının bankasına belgeleri gönderiyor. Alıcının bankası müşterisi ile anlaştığı şartlarda ödeme garantisi alarak belgeleri veriyor. Bu belgeler ile siz gümrükten malı çekiyorsunuz. Banka da karşı bankaya ödemeyi yapıyor ve satıcının hesabına ödeme geçmiş oluyor. Akreditif şartlarında yükleme süresi, ambalaj şekli, kalite kontrol şartlarını, kısmi yükleme olup olmayacağını, ödeme şeklini, akreditifin başkalarına devredililip devredilemeyeceğini, malın özelliklerini belirtebiliyorsunuz. Her iki ülkenin mevzuatına göre gümrük çıkış şartlarına göre gümrük çeki listesi ve diğer belgeleri düzenleyerek yükleme yapılabiliyor. Alıcı da kendi ülkesinin şartlarına göre gümrük giriş belgelerini düzenleyerek malı teslim alabiliyor.
Bu sistem ile ticarette aracı fazla. Hepsi de belirli oranda komisyon alıyorlar. Bankaların ve diğer aracıların yanı sıra bir de gümrük depolarında bekleme ücretleri çok yüksek.
Günümüzde mallar belirli standartlarda ve marka bilinciyle üretildiği için kalite kontrölünü üreticiler yapıyorlar. Dünyada kargoculuk sistemi de artık çok gelişmiş durumda. Her kargo şirketinin kendi gümrük antrepoları var. Bu hizmetleri çok ucuza temin edebiliyorsunuz. Bu arada banka komisyonlarını da ortadan kaldırarak maliyetleri düşürmek için yeni bir ödeme sistemine ihtiyaç duyuluyor. Bu ödeme yöntemi ise hızla gelişen ve artan COİN (Digital para) kullanımı. Ödemeyi karşı tarafa mesajla sadece bir kod göndererek masrafsız yapabiliyorsunuz. Bu nedenle sanal para kullanımı yaygınlaşacak gibi.. Karşı taraf bununla mal satın alabileceği gibi herhangi bir ulusal paraya dönüştürerek de kullanabiliyor. Şu an sanal paraların tek sakıncası bunların karşılığının herhangi bir ulusal kurum veya kuruluş tarafından garanti edilememesi. Bunu ilk yapan kurum dünyanın en zengini olur diye de düşünüyorum.
İnsanlık tarihinde savaş ve barışların ana kaynağı mal alım ve satımının düzenlenmesi için olduğu aşikar. Bunu zorlaştıran nedenler ortadan kalkıncaya kadar ticaret erbabı mücadele etmekten ve çatışmaktan kaçınmayacaktır. Kurumsal yapılar, yani devletler ve idareleri yönlendiren güçler, bu sanal para konusunda gerekli düzenlemeleri yapıncaya kadar tartışma ve kural dışılıkların sürmesi kaçınılmazdır.
(Devam edecek)..
etabeyQhotmail.com