1980'li Yılların ortalarından sonra moda kavram olan özelleştirmenin faydaları anlatılmakla bitirilemiyordu. Demokrasinin olmazsa olmaz şartı artık özelleştirme idi. Fakat tanımını yapan yoktu. Faydaları ise anlatılmakla bitmiyordu. Uludağ Üniversitesi ile Türk Demokrasi Vakfı tarafından ortaklaşa düzenlenen 13 Ocak 1993 tarihli "Özelleştirme" konulu panelde Bursa Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Üyesi olarak ben de konuşmacı idim. Panel Yöneticisi Prof. Dr. Ali Yaşar Sarıbay verdiği akşam yemeğinde konuşmacıları birbirleriyle tanıştırdı. Yönetimi hakkında bilgi verdi. Ertesi gün panel başladı. 8-10 kişinin katılımı ile konuşmacılar döktürmeye başladık.
Hiçbiri özelliştirmeye karşı değildi. Hepsi taraftardı. Büyük Şehir Belediye Başkanı Teoman bey özelleştirmeyi kabulleniyor, bunun önemini açıklamak için günlük ekmek üretimini nasıl artırdıklarını anlatıyordu.
İktisat profesörü değerli arkadaşım Ali Ceylan, coşup kiliseden camiye kadar her şeyin özelleştirmesinden yana olduğunu iftiharla beyan ediyordu. Tabii ki sendikacı da hiçbirinden geri kalmıyordu. Tek şikayeti özel sektörün ele geçirdiği fabrikalarda işçilerin işlerine son verme endişesi idi. Sayın Prof. Dr. Ergun Özbudun hoca çantasını taşıyan Doçent arkadaşın uzattığı yazılar ile demokrasinin temel şartı liberal ekonominin gelişmesi için özelleştirmenin önemini ve gereğini açıkladı. Bana anlatacak bir şey kalmamıştı.
Ben de merak ettiğim soruyu sordum. Özelleştirme nedir? Bana bilgilendirme yapan odamızın ekonomi danışmanı Dr. Ahmet bey de bu konuda bir cevap verememişti. Onun içinde sadece önemi ve faydaları esastı. Eğer Avrupa'da ve Batı'da bir kavramın tanımı yapılmıyorsa orda bir hinlik vardır. Bizim oralarda bu yöntem "cambaza bak cambaza" diye adlandırılır.
Tarihi süreçte toplu yaşamın yürütücüsü ve deneticisi olan devlet nerede duracaktır? Özelleştirme ile asıl tartışılması gereken kavram bu olduğu kanaatindeydim. Devlet bir savaş veya savunma halinde tüm varlıklara el koyabiliyor ve insanları ölüme gönderebiliyor. Demek ki zorunlu hallerde insanların canları bile kamuya ait.. Kamu yani toplum istediği gibi tasarrufta bulunabilir. Bunu doğrudan yapabileceği gibi görevlendireceği biri veya bir grup aracılığı ile de yapabilir. Göreve getirme değişik yöntemlerle yapılabilir. Bu seçimle olursa "demokrasi" adını alır. İnsanlığın tarihi yaşamında bir çok yönetim çeşidi ve iktidar olma yöntemi görülmüştür. Milli savunma ve iç güvenlik özelleştirileblir mi? Devlet desteği olmadan sosyal güvenlik ve eğitim hizmetleri nasıl olur? Bu soruların cevapları da göz önüne alınarak özelleştirme tanımlanabilir.
Özelleştirme: Kamunun; gelişen, bilinçlenen ve güçlenen bireyler lehine tasarruf haklarından kısmen feragat etmesidir.
Eğer ekmek üretimini yapabilecek bilgi ve fırın kurabilecek sermaye gücüne erişmiş yeteri kadar sayıda gelişmiş ekmekçi varsa, kamu bu alandan çekilmelidir. Serbest piyasanın talepleri doğrultusunda kalite ve estetik görsellik ve çeşitlilik gelişir. Aksi halde kamu bu ihtiyacı karşılamak için askeri tayın gibi ekmekler üretir. Kamunun hizmet ve üretimde yer almasının temel amacı teknolojik gelişme ve yenilenmeyi artırmaktır. Bunu ya kendisi doğrudan üreterek ya da mal ve hizmet tanımını yaparak satın alma yolu ile sağlar. Dolayısı ile her şey özelleştirilemez. Kısmen özelleştirilebilir. Özelleştirme oranı toplumun gelişimine bağlı olduğu temel esastır. Kamu yatırımları toplumun gelişimi için olmalıdır. Örneğin, bizim köy şeker pancarı ekimi sayesinde Ilıca Şeker Fabrikası'nın desteğinde gübe ve ilaçlama ile modern tarımı öğrendi. 1960'lı yılların ortalarında her köye 200 TL'ye sattığı FK (iki zamanlı ) eski traktörler ile makinalaşmayı ve önemini öğretti. Pancar atıkları ile hayvancılık gelişti. Bazı sektörler stratejik öneme sahip olduğu için devlet buralardan ne kadar çekilmeli?
Ben de konuşmamı bitirdim. Rektör Ayhan hocanın yanında oturan yardımcısı Prof. Dr. Ulviye Özer bana gelerek teşekkür etti. Hocanın "özelleştirmenin ne olduğunu yeni anladık." sözünü ileterek, birlikte bir akşam yemeği yemek istediklerini iletti. Ben de tamam dedim. Fakat ilerleyen zamanda bir türlü bir araya gelemedik.
...
Aradan 3 yıl geçmişti.
Sebahattin ile birlikte Türkiye'ye gelmek için Mancheser'den Londra'ya ulaştık. Uçağımızın kalkmasına 8 saat vardı. Cebinden bir broşür çıkardı. 10 yıla yakın süredir cebinde taşıyordu. Üç kişilk bir uçak tanıtımı idi. Satıcı İngiliz firmanın adresi ve bilgileri vardı. Hocam bu bir mercedes 500 SEL otomobil fiyatına dedi. Bu fabrikayı satın alalım. Türkiye'de bundan çok satarız. Bindiğimiz Cab dedikleri siyah taksi şoförüne gösterdik. Buranın güney sahilinde olduğunu ve ancak 2 saatten fazla bir sürede gidebileceğimizi söyledi. Pazarlık ettik. Bavullar arabada yola koyulduk. Sebahattin bir çocouk kadar sevinçliydi. Uçakların ne işlere yarayacağını anlatıyordu. 2,5 saate yakın bir yol gittik. İngiliz zengin çiftçilerinin bu bölgede olduğunu gördük. Lüks ikinci el Range Rower satışı yapan galerilere rastladık. Fakat fabrika diye bir şey göremedik. Çok sayıda uçak pistini çimler kaplamıştı. Bir eski bina gördük. Çerçeveleri bile sökülmüştü. Soracak birilerini aradık bulamadık. Geri dönüşte bir yerleşim yerinde bir galericiye sorduk. Gittiğimiz yerler doğru. Burada 2. Dünya savaşında uçak yapan çok sayıda fabrika varmış. Son kalan bir kaç tanesini de amerikalılar gelip satın almışlar. Çalışanları ile birlikte Amerikaya götürmüşler. Sebahattin geç kalmakla ağlamaklı olmuştu.
Amerika ve batı yüksek teknolojinin başka ülkelerde gelişmesini istemiyordu.
Bu tür gelişmeleri engellemek için bunları satın alıp güdük hale getiriyordu.
Aklıma bizim NETAŞ geldi. Dünyada ilk cep telefonu yapan bir kaç firmadan biriydi. Hiç elektronik alt yapısı olmayan İskandinav ülkelerinden birinde telefon üretilmişti ve bu firma Netaş'ı satın almıştı. İşçiler greve gitmiş ve üretim durdurulmuştu.
Yine Japonların Mazda otomobili dünyada ilk V motoru yapmıştı. Amerikalılar alıp gelişimi durdurmuştu.
Batılıların ve Amerikalıların özelleştirme tanımını yapmamalarının sebebi bu olabilir mi?..