Benim kuşağım “okuyan çocuk” deyiminin hoş bir anlamı olduğunu bilir. Çünkü okuyan çocuk “adam olmak” için kapasitesinin sınırlarını sonuna kadar zorlayan ve insani olanaklarını kullanmaya çaba gösteren pırıl pırıl bir çocuktu. Eskilerin deyimiyle mektepliydi, mürekkep yalamıştı.
Neydi adam olmak? Bir anlamıyla iyi bir eğitim almak, bir alanda bilgi ve beceri sahibi olmak, iş güç ve para pul sahibi olmaktı. Diğer anlamıyla da “insanlaşmak”, yani insani değerlere sahip olmak. Peki, okuyan çocuk insani değerlere sahip olduğunu nasıl gösteriyordu? Örneğin; toplumun değerlerine ve değer yargılarına aykırı olan olayları bazı çocuklar yapsa bile okuyan çocuk yapmazdı. Okuyan çocuk bulunduğu çevrenin örf ve adetlerine saygılı olurdu. Konu komşular arasında olabilecek anlaşmazlıklarda sadece ailesinin değil, karşı tarafın kişilik haklarını da önemserdi. Hatta bu konularda anne ve babasını ikna eder ve yönlendirirdi. Yapıcıydı, sevgi doluydu, yardım severdi, hal hatır sorar ve gönül almasını bilirdi. İstem dışı bir hata yaptığında utanır, yüzü kızarırdı. Vicdanlıydı, doğruya doğru yanlışa da yanlış derdi. Okuyan çocuk bir taraftan okulda çok başarılıydı diğer taraftan da insandı, erdemliydi. Okuyan çocuğun işi oldukça zordu. İçlerinde ekmeğini kazanarak okuyanları vardı, ama yine de bunları yapabiliyorlardı bu tertemiz çocuklar. Bütün bunlar ergen bir gençten nasıl beklenebilirdi? Bu zamanda da bunları yapmaya çalışan gençlerin çabaları takdire şayandır, bu güzel çocukları sevgiye kucaklayalım. Ellerinden sımsıkı tutalım serpilip gelişsinler, sevgileri hiç bitmesin.
Uzunca bir süredir eğitim anlayışımız okuyan çocuğun “insanlaşma çabasını” yeterince desteklemez oldu. Genellikle çocuk iyi okullarda eğitim alsın, kariyer yapsın para pul sahibi olsun da ne yaparsa yapsın anlayışı hakim olmaya başladı. Belki de dünyadaki eğilim de buydu, biz de bundan payımıza düşeni aldık. Aldık da ne oldu. Çocukların okulda öncelikle “değer bilgisi” kazanmalarını önemseyen anlayışı eğitimin merkezine koyamadık. Sevginin temel bir değer olduğu bilgisi gereği gibi verilemedi. Bu bize çok şey kaybettirdi. Şiddeti bir çözüm yolu olarak gören, zarar veren, yok eden, her türlü entrikaya başvuran, insanlıktan nasibini almamış, sevgisiz, mutsuz insanların sayısı arttı. Bu sevgisizlik öyle bir hastalık ki, kadınlara, çocuklara ve hayvanlara yapılan şiddet haberlerini duymadığımız gün kalmadı. Sadece bu mu? Elbette değil. Yalnızca tüketmeyi bir prestij olarak gören, değer bilgisinden yoksun bu insan tipi kazanma uğruna dağı taşı, toprağı, ormanı, gölü, nehri her yeri kirletti. İhtiras , öfke ya da kin denilen şey işte. Adına ne derseniz deyin. Doğanın sadece kendisine sunulmuş bir armağan olduğunu zannetti. Doğadan hıncını öyle bir aldı ki, kurda kuşa, çiçeğe böceğe hiç acımadı.
Her şeyin başı eğitim mi diyeceksiniz. Evet, çoğunlukla eğitim. Çocuk üzerinde aile ve çevrenin büyük etkileri olmakla birlikte, çocuğu işleyen, ona biçim veren ve hayata hazırlayan çok önemli bir formal yapı eğitim. Eğitimin amaçlarından biri de gençlere “etik değerleri” öğretmek, bu değerlerin bilgisini kazandırmak olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Şimdi filozof İoanna Kuçuradi’ye kulak verelim. Kuçuradi eğitim ve öğretmenliği daha çok “insanlaşma” ve “doğru değerlendirme” kavramları çerçevesinde ele alıyor. Filozof Kuçuradi’ye göre eğitim, “kişilerin insanlaşmasına yardımcı olmayı” amaç edinmelidir. Öğretmenin görevlerinden biri de öğrenciye doğru değerlendirmenin nasıl yapılacağını göstermek olmalıdır.
İyi de “doğru değerlendirmeyi” öğretmen öğrencisine nasıl öğretecek? Bu ancak, eğitimin “değerlerin bilgisi” temelinde yeni bir yaklaşımla yapılandırılmasıyla mümkün. Hiç kuşkusuz öğretmen eğitimin en temel taşı, en cefakâr emekçisi. Hepimizin eğitim hayatında çok iyi öğretmenleri olmuştur. Böyle öğretmenlerin pedogojik olarak yeterli, ilkeli, tutarlı, tutum ve davranış olarak esnek ve hoşgörülü olmaları sebebiyle çevrelerinde fark yarattığını gözlemlemişizdir. Mesleklerine olan adanmışlıkları, mesleki bilgileri ve iletişim becerileri bizi etkilemiştir her zaman. Zaten onların yüzü suyu hürmetine ayaktayız. İyi ki bu toplumun büyük öğretmenleri var. Selam olsun onlara.
Kuçuradi hocanın işaret ettiği gibi öğretmenlik, öğrencilerin bir durumu doğru anlamasına, doğru değerlendirme yapmasına, bunun sonucu olarak doğru eylemde bulunmasına, yani insanlaşmasına katkıda bulunan bir meslek gibi görünüyor. Şurası açık; öğretmenin alanı ne olursa olsun ister matematik, ister coğrafya, ister felsefe… karşılıklı iletişimlerin yürütülmesinde özel bir sorumluluğu var. İşte, öğrenci ile kurulan bu sağlıklı iletişim de motivasyonu güçlendiriyor, öğrenmenin yolunu açıyor.
Öğretmen, disiplini sağlayan bir otorite olmanın ötesinde bütün bunlarda öğrenciye rol-model olması gereken bir eğitimci. Bu bakımdan, öğrenen bir grubun olgun bir üyesi olarak çok hayati bir görevi yerine getiriyor. Öğretmenler bunun bilincinde, her koşulda ellerinden genel her türlü fedakârlığı yapıyorlar. Sadece öğretmenlerin iyi niyetli çabası yetmiyor elbette, biraz da eğitim sistemine dönüp bakalım. Çok geriye gitmeyelim. Son altmış yetmiş yılda ilerleyen, kalkınan, bizle aynı yerde olupta bizi çoktan geçmiş, medeniyet yolunda ilerlemiş, gelişmiş toplumların eğitim sistemlerini ve öğretmen anlayışlarını gözden geçirdiğimizde birçok gerçeği görebiliriz.
Daha çok zaman kaybetmeden, belki de bu ülkelerin deneyimlerinden ders çıkarabilir, eğitimde “bilimi” ve “değer bilgisini” temel alarak iyileştirmeler yapmak için hemen adım atabiliriz. Bakmayı ve görmeyi istersek tabii ki.
Eğitimin kalitesi önemli. 8ci sınıfta okuyamayan bir öğrenci mi annelerimizin bitirdiği ilkokulmu daha değerli idi?Kasıtlı bir bozgun var eğitimde ne yazık ki..