Altı şubattan beri içimiz kan ağlıyor. Yıkılan şehirlerimiz, can kayıplarımız millet olarak hepimizi yasa boğdu. Gencecik çocuklarımızı, doktorlarımızı, öğretmenlerimizi ve her meslekten insan gücümüzü kaybettik. Şehirlerimiz moloz yığınlarına döndü adeta. Gelmiş geçmiş tüm zamanların en büyük felaketlerinden birini yaşadık.
Orman yangınları, maden kazaları, depremler ve sel felaketleri yakamızı bırakmıyor bir türlü. Bu gibi felaketler için gerekli önlemleri alamıyoruz. Alınamaz mı? Elbette alınır. Aklın, bilimin dediklerini yaparak, yapılan her işin sorumluluğunu üstlenerek, görev ihmali yapıldığında da hukuk önünde hesap verileceğini bilerek bu afetlerden en az kayıpla ve minimum zararla kurtulmak mümkün. Geçmiş yıllarda yaşananlardan yeterince ders alabiliyor muyuz? En tepeden en aşağıya kadar kendimizi sorgulayıp eksiklerimizi, hatalarımızı anlayabildik mi? İşte insan bundan emin olamıyor. Dahası bunca can kaybından kimler sorumlu? Kimlerin görev ihmali var? Komşuda tren kazası nedeniyle ilgili bir bakan istifa ederken bizde bir tık bile yok. Özür yok, istifa yok. Bunu anlamak mümkün değil.
1950’lili yıllarda köylerden kentlere kontrolsüz bir göç başladı, hâlâ da devam ediyor. Köyler boşalırken, özellikle büyük kentler denetimsiz yapılaşma ile kuşatıldı. Şehir planlamacılığı ile örtüşmeyen anlayışlar, yasalardaki boşluklar ve siyasilerin oy hesapları üzerine malzeme hırsızlığı da eklendiğinde depremler felaketlere yol açtı. Bunlar bilinen şeylerdi. Toplumda saygınlığı olan kimi bilim insanları yıllardır uyardığı, hatta yalvardıkları halde yetkili kimseler, kurumlar bunları duymak bile istemedi. Düşünün bir kez, 1999 depremini yaşamışız. Fay hatlarının aşağı yukarı nerede, nasıl kırılacağı az çok bilindiği halde yirmi üç sene içinde büyük ölçüde bir tedbir alınmamış. Bu illerimiz depreme hazırlanmamış. Her şeye kader demiş ve beklemişiz. Biz deprem ülkesiyiz, depremi önleme şansımız yok. Ama tedbir alma imkânımız var.
Tedbirsizlik, kaderci anlayış ve görev ihmalleri sonucunda şehirlerimiz yerle bir oldu. Kültür birikimimiz enkaz altında kaldı. Ayrıca çok büyük bir ekonomik yıkımla karşı karşıyayız. Biz millet olarak mağdur olanın her zaman yanında oluruz. Depremin ilk gününden beri toplumun her katmanı deprem bölgesine yardımda adeta yarıştılar. Fakiri, zengini herkes elinden gelen maddi manevi katkıyı yaptı ve yapmaya da devam ediyor. Hiç ummadığımız yerlerden karınca kararınca yardım geliyor. Bunları görünce duygulanmamak elde değil. Böyle büyük bir dayanışmayı hangi toplumlar başarabilir, bilmiyorum. Ama şunu biliyorum, “insanlık ölmemiş”. Bu yanıyla bu milletin bir ferdi olmaktan bir kez daha onur duyuyorum.
Eğitim sistemimizi çocuklarımıza değer bilgisi ve bilimsel bakış kazandıracak biçimde yapılandırmak zorundayız. Kadercilikle bir yere varamayız. Fay hatları üzerinde ayakta kalabilmenin yollarından biri de eğitimde “deprem konusunu” önemsemekten geçiyor. Çocuklarımızın küçük yaşlardan itibaren bu konuda eğitilmesi gerçeğini yadsıyamayız. İnsanımız, deprem anında ve sonrasında gerekli olan bilgi ve beceriyi okullarda kazanabilir. Başta okullar olmak üzere, bütün resmi ve sivil kurumlarda düzenli olarak deprem tatbikatları yapılabilir. Diğer ülkeler bunu nasıl başarmışsa biz de başarabiliriz.
Kaybımız çok, acımız büyük. Bütün bunlardan ders alarak tekrar ayağa kalkmak ve geleceğe umutla bakmak mümkün. Sevgili halkım acılar paylaşılarak azalır. Bu ülke yaralarımızı saracak güce sahip. Bu günler de geçecek. Bu da gelir, bu da geçer ağlama.
Mehmet bey ellinize sağlık Depremi eğitimle nasıl aşılacağini çok güzel yorumlamışsıniz.